“Baf’ta 1960’lı yıllardan 1974’e kadar süren kültürel faaliyetler...” (2)

Sevgül Uludağ

KIBRIS’TAN HATIRALAR...

 

Ulus Irkad

Mustafa Baflı, Bucak Dergisi’nin ilk editörlerinden, yazarlarından ve dağıtımcılarındandı, bu konularda bana Baf’taki kültürel faaliyetleri konusunda Güzelyurt’ta (Omorfo) şunları anlatmaya devam etmişti:

“TEZEL’İ ÇOK BEĞENDİLERDİ...”

“İsveçliler’in komutanı olan adam bana çok şeyler anlattı ve iyilikleri da çoktur. Futbol da oynadık. Sonra beğendiler Tezel’i (Tezel Doğa-1964 yılında Ülkü Yurdu’ndan bir İsveç takımına transfer oldu, u.ı.) hatta Tezel’in bir hikayesini da anlatayım sana:

E. F. ve A. A., Tezel kaçacağında bir parti verdiler, kokteyil tipiydi. Ali Volkanlar da vardı. Biz kalktık ve “Dağ Başını duman almış” marşını çağırdık. Baktık onlar da çağırır. Tuhafımıza gitti. Ama İsveççesi… Biz durduk. “Nasıl oldu da siz bu marşı çevirdiniz?” diye sorduk.

 “Siz lazım bilesiniz” diye cevapladı..

“Bu marşı Atatürk’e hediye eden bizim kralımızdı. Atatürk de emir vererek bu marşı Türkçe’ye çevirdiler”.

“BUCAK DERGİSİ SERÜVENİ...”

Gelelim dergiye (Bucak). Dergiyi çıkardığımızda  bunları duvara astık. Karabardak’a Yusuf Dayı’ya birer tane asmıştık. Ondan sonra işi büyüttük ve ilk daktiloyu da Sobutay yazdı. Derviş Doğa da yazdılar bize bunları. İki üç hafta sonra Zeynel Hoca bize teksirleri verdi. O nasıl oldu? Bir filim çektik 1960’ta. Çekilmiş filimleri bir gece tertipleyerek A. A.’ya gösterdik. Orada Zeynel Hoca da vardı. Ona dedim ki; “Be hoca büyültelim işi”

“Bizde kağıtlar var, Saydam Berberoğlu’nun kardeşinde de var”. Sobutay’da da  bir miktar vardı. Teksir makinelerini de bize Zeynel Hoca verdi. Feriha Hanım bize yardım etti, Zihni İmamzade, çok gezer, Feriha Hanım’a da bilgi verirdi. Neyse, bir kanat da ayırdıydık, Irkad birşey isterse yazabilir, o yazılarda bazı tartışmalar oldu, bizim Ali’lere karşı ve hemen bizi yukarı çağırdılar.

“İFTİHAR EDECEĞİNİZE, TEBRİK EDECEĞİNİZE...”

Fadıl’la beraber oraya gittik, dediler böyle böyle keyfiyet, dedim bu tiyatrolarla bu yapılanlarla iftihar edeceğinize, tebrik edeceğinize, Allah rahmet eylesin nur içinde yatsın Feriha Hanım da vardı, Feriha Hanım’la beraber gittiydik. Feriha Hocanım: “Bizim bildiğimiz kadarıyla Lefkoşa’dan takdirname geldi. Hem sporda hem de tiyatroda başarı kazanmak büyük bir başarıdır. Lazım sen bu çocuklara takdirname veresin” dedi.

Feriha Hocanım: “Niçin vermediniz?” diye sordu.

Onlar da: “Bu gibi işler belalı işlerdir” dediler.

“Siz provalara niçin gelmediniz? Karabardağın kahvehanesindeydi” dedi. “Siz bu çocuklarla iftihar edeceğinize bir da engel olmaya çalışırsınız” dedi. E. Bey ağzındakini çıkardı ve bir çekmece açarak elli gence takdirname çıkardı. Ali Volkan, Şaban ve diğerleri için… Hikmettir, Ertan Bankacıdır… Ertoğruldur… Bir 20-30 kişiye ve kızlara bir takdirname yolladı. O zamanın da kralı Kemal Şemiler, O zamanlar Lefkoşa’nın serdarıydı. “Ben gelecem da vereyim” diye haber göndermişti”. Bir-iki gün sonra bir haber geldi bize, uymadı gelmedi… Emir geldi Lefkoşa’dan bize belgelerin verilmesi için.

“Vermem” dedi. Bir saate yakın çekiştik. Bu defa gelmesi için Feriha Hanım’a da haber ettik. O da geldi. Rahmetli Zihni İmamzade Efendi geldi yukarı…

Tartışmalar oldu ama biz kazandık ve bu çocuklara devrettik herşeyi. Bu defa babanı da, Adaoğlu’yu da çağırdık ve onlara dergiyi devrettik. “Siz alakadar olun” dedik. Feriha Hanım yazmaktan vazgeçtiydi. İmamzade tarihi makaleleri yazmaya devam etti. Ben, futbol, sinema ve artistler hakkında yazılar yazıyordum. Irkad da çok yazılar yazardı. Bana “Gugunalığı” takan Irkad’dı. Şampiyon olup çıktıktan sonra 60’ta bana “Taçsız Kral” dedi.  Ama bir aralık yazmaktan çekindi. Bazı olaylar olduydu ve çekildiydi. Ülkü Yurdu’nun taçsız kralı diye övdü beni. Kafam da biraz eğriydi ve kafa vuruşlarım çok iyiydi. “Gugunayım, Guguna”… Cemal’a “Katır”, diğer arkadaşlara başka adlar taktılar. Boyun kısa bilmem ne… Keşke eski sayıları Bucak’ın bulabilseydim. 1960’ta şampiyonluğu kazandıktan sonra Irkad Bey’i idareye aldık. Dedim “Gelecen sen da, mecbursun gelecen” dedim…

“Öven öven bizi, bütün resmi törenlere ve partilere da götürün bizi, Salih’i alın, maçlara götürün” dedim. Müftüzade ile gelen Türkiyeliler sorarlar onu. Üstelik bir müddet Irkad kalede de oynadı. O tekaütlerle karşılaşırdık ya, onlarda oynadıydı sanırım. O etkinlikler iyi gitti, olaylar oldu, birkaç sene da futboldan ayrı kaldık…”

ALİ VOLKAN’IN ANLATTIKLARI...

“Tiyatroda hiç unutmam Allah gani gani rahmet eylesin babacığın “Barbaros Hayreddin” diye bir oyun yazmıştı. Barbaros’u Tezel’e verdi, beni de Turgut Reis rolüne vermişti. Tezel beş, ben de altıncı sınıftaydım. İlkokulda son sınıftaydık… Tezel beşte ben de altıdaydım.   Bana Dragut’u, ona da Barbaros Hayreddin’i verdi. Bu oyunu sahneledik. Allah rahmet eylesin Hüseyin Irkad’ın verdiği bu meşale, bu sözünü ettiğim sene 1956-57 veya 58 yıllarındadır. Oradan buraya tiyatro oynadım, tiyatro yazdım, tiyatro eğitmenliği yaptım, hala daha devam ettiririm. Dernekler kurar dernekler bozarım. Bu şekilde idare ediyorum. Benim okuduğum kitapların hepsi de tescilli ve ödül almış kitaplardı ve bendeki kitapları pek akıl almazdı. Ben de iddia ederim ki devletin öyle kütüphanesi yoktu ve kütüphanem de şu anda yukarıdadır. Bu durumda da Adaoğlu’nun çok özellikli bir durumunu bilirim. Allah iyilik versin. Mustafa Adaoğlu bir gün elimden tutarak bana dedi ki:

“Bir insan kendine olduğundan fazla değer verirse o insan budaladır. Ama aynı kendine olduğundan az değer verirse o da aptaldır.”

“FRANCIS BACON’UN DENEMELERİ...”

Adaoğlu bana “Sen aklını kullan ve ne budala ol ne de aptal ol, aradaki mütevazi olma halini al böyle yürü” dedi. “Bunu öğrenmek için de Francis Bacon’un “Denemeler” isimli kitabını al oku ve sen artık adam olacan” dedi. Hakikaten o kitabı aldım Kuran-ı Kerim gibi hiç yastığımın altından eksik etmedim, gece ve gündüz okudum bu bana vesile oldu ve çok kitap okudum. Belki okumadığım kitaplar olabilir ama ben de çok okudum. 1973-74 yıllarında da Kemal Emirzade de Baf’ta bir kitapçı dükkanı açmıştı ve aşağı yukarı onun kitaplarını hep ben alırdım.  Tabii gene Türkiye’ye gittikten sonra da Türkiye’den bol bol kitap almıştım. Bir kitaplığım var. Tabii bakalım gelecekte kime nasip olacak onlar.

“KARABARDAK KAHVESİ, GENÇLİĞİN ESAS MERKEZİYDİ...”

Ondan sonra Mustafa Uğur ve bir Karabardak bunu özellikle vurgulayarak söylerim; Karabardak Kahvesi gençliğin esas merkeziydi…

Baf’taki kültürel olsun edebiyat olsun, savaş dahil hepsini de idare eden orada birikmiş o gençlerdi. Mustafa Uğur da o Bardak’ın atölyeciğinde, çünkü Türk tarafı çekilip geldiydi oraya.  Bir uzun atölye yaptı. Orada provalar yapardık. Akıl almaz tiyatrolar yaptık. “Aşk ve Barış”, korkunç bir olaydı, Şaban’la bir sahnemiz vardı, ağlaşmamız vardı, ayakta saatlerce alkışlandık. Hele bir başka, “Tavşan Başı” diye bir oyun, müzikal bir oyundu, orada da Köroğlu rolünde oynadım. Ve onun arkasına devam eden; “Bu vatan kimindir, Bu Destan kimindir”… Tabii her milli günde Sancaktar’ın emriyle mutlaka bir milli oyunumuz vardı. Ve arkadaşlar buna yığılırdı. İşte bu şeklide buralara kadar geldik.

“GÜSAD’I KURDUM... TAVDER OYUN CEMİYETİNİ KURDUK...”

Buraya geldiğimiz zaman (Güzelyurt) okullarımız sene sonu müsameresi yapmazdı. Bütün okulları gezdim ve sene sonu müsamereleri yapmaları için özel bir gayret sarfettim. Bu toplumsal sevgiyi baksam ancak bir veya iki, kişide bulabilirim. Bunu yaydım... Ondan sonra GÜSAD’ın kuruculuğunu yaptım. GÜSAD’ı kurduğum zaman milletvekili olma durumum vardı. Yani GÜSAD kurulurken GASAD’ın kurulmasına da sebep oldu. Onun arkasından rahmetli kardeşim Alpay’ın ölümünden sonra, Alpay Volkan için TAVDER diye bir oyun cemiyeti kurduk ve arkasından bunu sadece tiyatro değil, folklora da çevirdik. Şimdi de 9 Mart’ın bütün gelişimini ta 1571’den alarak tiyatral bir şekilde yazmaya çalışırım. Bu 9 Martlar’da Ertuğrul’u getiririk, 9 Mart’ın kutlama temel iradesi bizde olduğu için burada kutlanır, Ertuğrul’u getiririm, onu da hatırlarım şiir yazardı. Şu anda 9 Mart’ı teyatral bir şekilde anlatmaya çalışırım. Yani Mescit Çarpışması, Mavrali Çapışması, şehitler, o konuları hallettik. Kendimiz tiyatro ekibi kurduk, “Buzem Ali”nin Evlilik Töreni diye bir oyun yazdım. Bu oyun Mersin’de oynanacaktı. Bu durumda hükümet de düştü ve bize söz veren de hükümet düşünce sözünü tutamadı.  Bilmem artık...

Baf’ta Erol Bodi (Şimdilerde merhum) diye genç bir arkadaşımız vardı. Çok güzel resim yapardı. Hatta bana verdiği resimler de vardır. Ben hastahanede onu görmeye gitmedim çünkü inanamadım. Öldüğüne de inanamadım… Vikla’nın üstünde İlkokul yaptıydık ya? O ilkokulun içinde resim sergisi yapardık. Resimlerini asardık. Ve akılalmaz derecede de ilgi görürdü sergiler. Bu kültürel aktiviteler; bizi mi severlerdi, yoksa bu sanatçıları mı severlerdi, ciddi ilgi görürlerdi. Erol Bodi’ye de bu aktiviteleri yaptırdığımı çok iyi hatırlarım. Bir da Hulus vardı. Veli’nin dayısının oğluydu. Hulus da büyük ressamlardan birisiydi. Kıbrıs’ta birincilik kazanan resmi vardı. Onun bende palet fırçayla birincilik kazanan bir resmi vardır. Hatıra olarak saklarım ve bir ara Hollanda’daydı koydum televizyona ve çektim resmini da gösterdim kendisine, ağladı be gardaş… Bunlar hatıra olarak bende var…”

 


BAF’TAN HATIRALAR...

“Strumbi köyünde zorluklarla dolu bir hayat, hastalıklar ve Mehmet Aziz’in köyü ziyareti...” (2)

Avustralya’dan çok değerli arkadaşımız Konstantinos Emmanuelle, “Kıbrıs’ın Hikayeleri” (“Tales of Cyprus) sayfasında, Baf’ın Strumbi köyünde yayımlanmış eski bir kitabı İngilizce’ye çevirerek özetle yayımladı... Strumbi köyünde zorluklarla dolu hayatın anlatıldığı bu kitapçıkta, hastalıklar ve “Sinekçi Aziz” olarak bilinen ve Kıbrıs’ta sıtma hastalığının sonlandırılmasında büyük rol oynayan Mehmet Aziz’in köyü ziyaretinden de söz ediliyor. Konstantinos Emmanuelle’in yazdıklarını okurlarımız için derleyip özetle Türkçeleştirdik. Emmanuelle, Strumbi hakkındaki bu kitapla ilgili olarak devamla şöyle yazıyor:

***  1934 yılında Cikko ve Ayios Neofitos manastırlarına ait taraların Strumbi köylüleri tarafından kullanımından kaynaklanan kiraların ödenmesi sorunu nihayetinde tatminkar biçimde çözümlenecekti. Başpiskobos Hrisostom’un piskobosluğu döneminde Cikko Manastırı, Strumbi’nin üzüm yetiştiricilerinin sözkonusu arazileri manastırdan satın alabilecekleri yönünde öneri getirmişti. Böylece Strubmi’nin neredeyse tüm sakinleri, düşük fiyatlara satılan bu arazileri satın almışlardı. Böylece uzun süredir devam eden ve üzüm yetiştiricileri ile yerel manastırlar arasında sürekli çatışmalara neden olan bu sorun da mutlu sonla sona ermişti...

***  Çada’dan Strumbi’ye su getirilmesi de 1934’te neredeyse tamamlanıyordu. Strumbi’de suyu depolamak üzere iki su deposu inşa edilmişti. Haznelerden birisi Aya Paraskevi meydanında, ötekisi ise Ayios Yeorgios kilisesi yakınındaydı – buralara pınarlar da yapılmıştı.

***   1936’nın Şubat ayında Strumbi Okul Komitesi, yerel gazeteye bir ilan vererek erkek çocukların okulunun genişletilmesi, kızlar okulunun ise öğretmenin ikametgahına dönüştürülmesi ve tuvaletlerin inşa edilmesi için çağrıda bulunmaktaydı. Anlaşılan odur ki, bu dönemde Strumbi toplumu, köy çocukları ve bölge köylerden çocukların eğitim koşullarını iyileştirmek için bir arayış içerisindeydi...

***  Ekim 1936’da Strubmi dahil, Kıbrıs’ın 98 köyünde yeni Ağaç Ekme Yasası başarılı biçimde uygulanmıştı. Bu dönemde yeni yasa uygulandığı için fidancılık ve ağaç yetiştirme de hızla ilerlemekteydi. Yeni bağlardan maada, 1158 yeni narenciye bahçesi kurulmuş, 176,790 badem ağacı, 10 bin harnıp ağacı, 2,305 zeytin ağacı, 1,310 elma ağacı, 855 armut ağacı, 593 erik ağacı, 1,045 altın elma ağacı, 690 şeftali ağacı, 230 kiraz ağacı, 1,890 kestane ağacı, 810 incir ağacı ekilmiş, 15.347 orman bitkisi, 1,822 diğer meyva çeşidi ve 505 de ayva ağacı ekilmişti.

***  Bu arada aynı dönem içerisinde Baf bölgesinde fidan yetiştiriciliği önemli biçimde genişlemişti – yüzlerce yıl boyunca ağaçlar korumasızcı ve gerek çobanların, gerekse suçluların insafına bırakılmıştı... Ağaçlar suçlular tarafından yok ediliyor veya köyün sürüleri ve hayvanlar için yiyeceğe dönüşmekteydi...

***  1938 senesinde arazi ekimi hala Kıbrıs’ın geleneksel sabahlarıyla ekilmekteydi.ç 1939 senesinde Baf ilçesinin tümünde yalnızca dört traktör mevcuttu... 1930’lu yıllarda Baf’ta kırsal hekimlerin eksikliği devam etmekteydi... Strumbi’de de doktor yoktu ve hasta olanlar tedavi için Kasaba’ya götürülmekteydi.

***  1940 senesinde hükümetin Ziraat Bankası, çiftçilere 100 liradan az kredi veriyor ve bunun için yüzde 7 faiz alıyordu – sözkonusu para 20 sene içerisinde geri ödenmeliydi. Aynı sene, bir şirketin kurduğu un değirmeninin çalıştırılması maksadıyla köye bir jeneratör alınarak elektrik üretilmesi de kararlaştırılmıştı. Jeneratör kurulmuştu. Böylece köydeki evlere ve bazı sokaklara elektrik verilmeye başlanmıştı.  Başlangıçta bu kısmi olarak yapılmaktaydı ancak sonradan tüm özel haneler, elektriğe kavuşacak ve bunun için de ayda dört şilin ödeyeceklerdi... Elektrik gece saat 9’da kesiliyor ancak ertesi günü yeniden veriliyordu. Strumbi’de elektriklerin tümüyle kesildiği tarih, depremin köyü yıktığı 1953 tarihi idi...

***  Kitabı yazan Kleopatra Papayeorgiu-Sofiyanu, 1939’da Strumbi’de dünyaya geldi. Köy ilkokulundan mezun olduktan sonra dört sene Baf Yüksek Okulu’na (1951-1955), sonra da Leymosun Terra Santa Okulu’na gitti (1955-1959). Sonra da Yunanistan’a giderek Atina’da Fransız Akademisi’nde Fransızca Filoloji okudu (1961-1965) ve 1975-1976’da da New York Elmira Koleji’nde sosyoloji eğitimine devam etti. Her iki dönemde de ailevi sorumluluklar nedeniyle okuldan ayrılmak zorunda kaldı. Rumca’dan başka Kleopatra İngilizce, Fransızca ve İtalyanca da konuşup yazabiliyor. Kıbrıs’ta 1977’den bu yana Lefkoşa Hastalıklar Derneği yönetim kurulunda aktif olarak çalıştı, derneğin yönetim kurulunda da Sekreter olarak görev yaptı. 1983 yılında Pedolimano Anaokulu’nu kurarak 22 senedir orayı yönetmektedir.

***  Hrisostomos A. Sofianos da 1939’da Strumbi’de doğdu. Köy ilkokulundan mezun olduktan sonra Baf Elen Yüksek Okulu’na gitti ve oradan 1957’de mezun oldu. Kıbrıs Öğretmen Koleji’ne devam ederek 1959’da buradan mezun oldu. İki sene öğretmenlik yaptıktan sonra Atina Üniversitesi Felsefe Fakültesi’ne girdi ve 1966’da Filoloji, Tarih ve Arkeoloji’den mezun oldu. Orta dereceli okullarda öğretmenlik etti ve Kıbrıs Pedagoji Akademisi’nde de dersler verdi. 1972’de daha ileri eğitim için Amerika’ya giderek Ohio Devlet Üniversitesi’nde master ve doktora yaptı. ABD’de iken Ohio Devlet Üniversitesi’nde eğitim programları ve metodları planlaması, geliştirilmesi ve uygulamasında çalıştı, New York Elmira Koleji’nde de orta dereceli okullarda eğitim verecek öğretmenleri eğitim sistemine hazırlamaktan sorumluydu.

***  Dr. Sofianos, Kıbrıs Cumhuriyeti’nde 1976-1980 seneleri arasında Eğitim Bakanı olarak görev yaptı. 1981 yılında PAME partisini kurdu ve üç sene buna başkanlık etti. Bu dönemde parti gazetesi “KİBRİAKİ” gazetesinin yazı işleri sorumluluğunda bulundu. Frederik Üniversitesi’nde de yönetici olarak görev yaptı. Devlet Matbaası Müdürlüğü’nün yanısıra Cumhurbaşkanlığı Sarayı Yöneticiliği de yaptı ve Bakanlar Kurulu Sekreteri olarak da görevde bulundu. Dr. Sofianos’un Rumca ve İngilizce olarak filoloji, tarih, arkeoloji, lisan, eğitim teorisi ve felsefesi konularında çok sayıda yayımlanmış eseri vardır.

(TALES OF CYPRUS’ta Konstantinos Emmanuelle’in yazısını derleyip çeviren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).