Ulus IRKAD
(Çok değerli araştırmacı-yazar arkadaşımız Ulus Irkad’dan, Baf’ın entellektüel kadınlarından sevgili annesi Aysel Irkad hakkında bir yazı kaleme almasını istedik sayfalarımız için... Rumca’dan Türkçe’ye kitap çevirileri de yapmış olan, pek çok iki toplumlu etkinlikte Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırum kadınların seneler boyunca diyalog kurmasını sağlamak maksadıyla toplantılarda canlı çeviriler yapmış bu olağanüstü kadının katkılarını görünür kılmak maksadıyla, oğlu Ulus Irkad’ın onunla ilgili yazısını üç bölüm halinde yayımlıyoruz... Ulus Irkad’a bu yazı için çok teşekkür ediyoruz... S.U./YENİDÜZEN).
Baf’ın entellektüel kadınlarından sevgili annem Aysel Irkad anlatıyor:
“1936 yılında Baf’ta doğdum. 12 yaşıma kadar ilkokulu bitirdim fakat daha sonrasında kızların gideceği bir okul olmadığı için terzi yanına verildim. Annem zamanında Kız Sıbyan okuluna gitmişti ve Kuran-ı Kerim’i okumaktaydı. Babam Rüstiye ve İdadi’ye gitmiş, 1928 yılından itibaren İngiliz Müstemleke İdaresi’nde Yol Memuru olarak işe başlamıştı. Babam Hamza Erdoğan, Onun da babası Hoca Efendi, Kaleburnulu Derviş Osman Nuri Hüseyin Guselli Beppei’ydi. Annesi çok genç yaşta öldüğü için yetim olarak babası tarafından Larnaka’da Kenanlar Ailesi’ne yetim verilmişti. Bu aile babamızı okutarak İngiliz İdaresi’nde memur olmasına yardımcı olmuştu. Babam çok okuyan Dinler Tarihi, Osmanlı, Tasavvuf ve Mevlevi İnanışı ile Evrensel felsefeyi çok iyi bilen ve bu kitapları sadcece Eski Türkçe ile değil eski Türkçe, Yunanca ve de Yeni Türkçe ile de okumaktaydı. Ne yazık ki babam gezdiği yerleri yazma adeti olmadığı için yazamadı. Oysa yazsaydı bugün Kıbrıslıtürk edebiyatına kazandıracağı birçok yazılı eser bırakabilirdi. Memur olarak Aleftora Köyü’nden Baf’a kadar, Gavur Taşı’ndan geçen yol dahil birçok köy ve ana Baf yolunu o inşa etmişti. Melandra ve birçok yollardaki dağ yollarını yapıp inşa eden de oydu. İlkokulu bitirdikten sonra gittiğimiz köylerdeki Rum öğretmenlerden bana ders aldırdı. Küçük yaşımdan itibaren devamlı okuduğumdan dolayı babam da bana hem Yunanca hem de Türkçe kitaplar almakta ve Türkçe yanında Yunancamın da gelişmesine yardımcı olmaktaydı. Mahallemizde 1940’lı yıllarda devamlı edebiyat eserleri okuyan Berber Hüseyin Pir Salih abimiz de bana kütüphanesindeki kitaplarını okumamda çok yardımcı oldu. Türkçe’de birçok temel eseri 20 yaşıma geldiğimde bitirmiş, Yunancamı da bir o kadar geliştirmiştim. Kocamın da öğretmen olması ve de bilgi olarak onun yanında aynı seviyede olmak için daha da kitap okumaya, evlenince de devam ettim. Kocam Hüseyin Irkad’ın eve getirdiği kitapları felsefe veya edebiyat alanında olsun ben de okumaktaydım.”
Aysel Irkad - Aysel Irkad ve eşi Hüseyin Irkad
İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NDA BAF...
“İkinci Dünya Savaşı esnasında, etrafımı tanımaya başladım. Alman uçakları gelirken çalan sirenleri hatırlıyorum. Okuldayken yanımızda sığınak vardı ve bütün okul, uçaklar geldiği zaman pencerelerden atlayarak sığınağa girerdik. Ama bizim mahallede oturan Rum komşularımız da vardı, gece saat birde- ikide çalan sirenlerden ötürü bazı bahçe ve geniş avlularda sığınaklar yapıldıydı, onların içerisine girer ve tehlike geçtikten sonra çıkardık. Çok iyi komşuluk ettiğimiz Rumlar vardı, mesela; bir Lugiyamız vardı, Marulla vardı, kızkardeştiler... Lugiya’nın Spiro isminde bir oğlu vardı, o da Türkçe öğrendi, Baf’ta bir aile olan, Dayantürkler’in Reyhan ablanın evinde otururlardı bunlar. Çok iyi komşuluk ettik hatta yine Rum bir hanım vardı ve evi kendinin bizim mahallede kalırdı. Agathi Hanım, Topal Feride’nin aldığı ev ve EOKA başladığı zaman mahalleden kaçmak istediğinde ben de o zaman nişanlıydım, geldi bize teklif etti o evi alalım diye. Ama o kadar severdik ki, annem de ben de o kadını, ayıp olur, alalım evini ve oturalım diye düşündük ve almadık. Başkaları aldı. Ondan sonra çarşıda bulunduğumuz zaman, yine Türk Rum karışık, küçük bir meydan vardı; Cemal Efendi’nin dükkanının önünde, köylerden gelen insanlar oraya toplanıyordu, dedem Muratağalı Hasan İbrahim de arabacığıyle, yemiş, kurabiye ve fıstık satıyordu, ama sirenler çaldığı zaman Cemal Efendi’nin fırınından geçerek caminin içinden, Cemal efendi’nin bahçesinde olan sığınağa Rum, Türk hep beraber girerdik. Orada da, ben İngiliz İdaresi olduğu halde özlerim o zamanları… Düşünürüm de korku diye bir şey yoktu, dıştan gelen birileri bombalayacağdı gitsin ve biz yine mutluyduk. Hatta memurlar kaldı kasabada, yalnız o zaman tanıdığı veya akrabası olan bütün halk tanıdığı veya akrabası olanlara bombalamalar yüzünden göçederdi, o gibi insanlara muhacir derlerdi o zaman, muhacirliğe gittik ama biz zaten doğal olarak babamın işi icabı hep köylerdeydik. Hatta konuşmaya başladığım zaman “Simo” adında bir köydeydik ve Rumca’yı da, Türkçe’yi de orda öğrendim. Hatta bazen “Yatrolar” vardı kumaş satarlardı, dükkanları vardı, babamla beraber gittiğimiz zaman oraya beni yarım yamalak bangonun üstüne çıkarırlar ve bana türküler okuturlardı. Türküler söylerdim… Çok iyi ilişkilerimiz vardı. Bayramda biz onları davet ederdik, paskalyalarda onlar bizi davet ederdi. Hatılıyorum, yalnız düğünlerimizde, evlendiğim zaman, babam kaymakamlıkta çalıştığı için, beşyüz tane ayrı Rumca davetiye basmıştı o zamanlar. Ve birçok da Rum düğünümüze gelmişti çünkü o zamanlar ben babamı masrafa koymamak için evimde gelin olmaya karar verdim. Bunlardan beş yüz tane davetiye çıkarmıştık ve hediyeler önümüze gelmişti. Gelenler çok oldu. İkinci Dünya Savaşı biterkenden ilkokuldan mezun oldum, o zamanlar kızlar için kasabada ortaokul olmadığı için Rumların bir “Ligio”ları vardı yani lise ayarında bir okuldu, onun müdürü de Kostas İliyadis’ti, gittim ona rica ettim, beni o okula olsun alsın, çünkü okuma merakım vardı, ancak adam bana seni hep Rum olan bir sınıfa koyarsam zorlanacaksın dedi. Beş altı Türk arkadaş daha bul, dedi, sizin için ayrı bir sınıf yapayım dedi. Niçin almayım sizi? Ve tabii olmadı, bulamadım, kimse gitmedi, O zaman dedim, “Terzi olan Marulla adlı bir hanımın yanına gireyim.” Annemin terzisiydi zaten. Onun yanında 10-12 kızdık, üçümüz Türktük yalnız. eSlmin, Aysel ve ben, Küçük Aysel, Büyük Aysel ve öteki Küçük Aysel diye çağırırdı ustamız bize, üç sene gittik ama bu esnada ustamız evlendiği için, Larnaka’ya gitti ve biz de tabii ustadan vazgeçtik. Ama Anavargoz’dan, Konya’dan, Peya’dan gelen Rum kızlar vardı, ben onlardan Rumca alfabeyi öğrendim çünkü onun alfabesi Türkçe’den değişiktir ve Rus alfabesine benzer, onlardan nasıl okunacağını öğrendim, çünkü küçüklüğümden itibaren konuşmayı öğrenmiştim. Alfabeyi öğrendikten sonra gazete okumaya başladım. Bu devam da etti. Şimdi Rumca kitaplar da okuyorum, Rumca’yı unutmayım diye. Hatta Rum tarafına gittiğim zaman bana bu kadar senedir nasıl olur da Rumcayı unutmadın diye soruyorlar, ben de onlara kitap okuyorum diyorum, onun için unutmadım konuşuyorum, kendilerinden daha güzel konuştuğumu söylüyorlar. Babamla birçok köyleri gezdik, Arminu, Filisa gibi birçok köyleri gezdik, Arminu’da, işte Gomodromolar ailesi, köyün zengini vardı, pek hatırlamıyorum ismini şimdi; onun kızı Efterpi vardı, ablaları vardı onun bir tanesi Filusa’da evliydi. Ayrıca Filusa’dan ustama gelen, çok güzel Türkçe bilen bir kız vardı. İyi arkadaşlık ettik onunla. Birgün inşallah Baf’a gider ve onu ziyaret ederim. Ustama gelen kızlar Anavargos, Konya, ve Peya’dandı, Kasaba’dan da vardı, Kasaba’dan Velesbitçi Hristo’nun kızı Maro vardı bizimle beraber ve bir de arkadaşımız Angela isminde, ondan sonra ameliyatla erkek oldu ve İngiltere’ye gitti, çok iyi çalışmış, Rumlardan öğrendiğime göre, tanıdıklarımdan hatta son gelmiş ve Kıbrıs’ta fabrika da kurdu, evlendi ve bir de güzel kızı varmış ama adamı ben görmeden öldü ve buna çok üzüldüm. Lorega’da yine çok dostlarımız vardı.”
KIBRISLIRUMLAR’LA İLİŞKİLER VE BAF DEPREMİ
“Lorega’daki insanlarla ilişkilerimiz Beyaz Ena ninemizden başlamıştı. Azinalar’la tanışıklığımız, büyük nenem yedi lira senede o Kral Mezarları’nı kiralar ve onun içinde keçi ve koyun beslerdi. Tabii yakın olan bahçeler vardı, Azinalar, Gulümo ve Sisamiler, bunları hepsini de tanıyordu, bunlar hayvanlarını beslemesi için neneme ot taşıyorlardı. Çok da iyi ilişkileri vardı, ve tabii annem evlendikten sonra babam Lorega yollarını tamir ederken, Yorgo Azina ile tanıştı, büyük dostluklar kurduk, hanımıyla beraber devamlı bize gelirler, hatta Baf’ta 1953’te zelzele olduğu zaman, zelzele durduktan sonra kapıdan çıktığımızda, önümüzde Andivoni ve Yorgo’yu bulduk, iki eşekle beraber geldiler, deniz tarafından galifleri olduğu için bizi galife götürmeye geldiler, orada bahçeleri vardı, ancak biz Holetriga’da olan babamı merak ediyorduk, o zamanlar Holetriga’da becayişti, Andivoni eşyalarımızı aldı, eşeklere yükleyerek galife götürdü, Yorgo da bizimle beraber, annem, ben ve üç kızkardeşim taksi tuttuk, Holetriga’ya gittik, köy yamaçta olduğu için, babam sağ mıdır iyi midir, babam ölebilir diye toprak kayması olur diye şüphelendik. Bereket onu sağlam bulduk ama hikayesi bizi korkuttu çünkü o saat, zelzele başlamadan önce tuvalete gitmiş, döndüğü zaman tabii zelzele orada oldu, tuvaletten geldiği zaman yatağının içinde kocaman bir kaya bulmuş. Tuvalete gitmesi hayatını kurtardı. Onu iyi görünce tekrar döndük, Yorgo bizi galife götürdü, insanlara İngiliz vapurları çadırlar getirinceye kadar, çünkü bütün evler hasar görmüştü, biz bir hafta galifte kaldık, çadırlar gelince, annem de çadırın kurulmasını çok iyi bildiği için, geldik, İngilizler bize güzel bir çadır verdi ve güzel bir çadır yaptık, Ülkü Yurdu’nun yanındaki uçurumun üzerinde, üç sene çadırda kaldık. Ama bu arada Polisin yanındaki Park’ta da epey karışık Türk-Rum çadırları vardı.”
(Devam edecek)