Ulus IRKAD
(Çok değerli araştırmacı-yazar arkadaşımız Ulus Irkad’dan, Baf’ın entellektüel kadınlarından sevgili annesi Aysel Irkad hakkında bir yazı kaleme almasını istedik sayfalarımız için... Rumca’dan Türkçe’ye kitap çevirileri de yapmış olan, pek çok iki toplumlu etkinlikte Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırum kadınların seneler boyunca diyalog kurmasını sağlamak maksadıyla toplantılarda canlı çeviriler yapmış bu olağanüstü kadının katkılarını görünür kılmak maksadıyla, oğlu Ulus Irkad’ın onunla ilgili yazısını üç bölüm halinde yayımlıyoruz... Ulus Irkad’a bu yazı için çok teşekkür ediyoruz... S.U./YENİDÜZEN).
Baf’ın entellektüel kadınlarından sevgili annem Aysel Irkad anlatmaya devam ediyor:
1964 YILINDA YİTİRDİĞİMİZ MAHALLELER VE SOKAKLARLA ORALARDA YAŞAYAN AİLELER...
“Mescit’te Avni Efendiler vardı. Ganiya Hanımlar vardı, Sıtkı Efendiler vardı, Camcı Yusuf, Behiç ve Kemal Kalkanlar, Kemal Kalkan Mescit’te oturuyordu, Behiç Kalkan da Fideyo’ya giden yolda, son bizim de oturduğumuz mahallede, 1963 sonrasında o bölgeler de boşaltıldı. Dr İhsan Ali’nin tarafında çok Türk yoktu. O taraf hep Rumdu. O taraf zengin mahallesiydi ve büyük büyük evler vardı. Dr. İhsan Ali ilk önce un fabrikası vardı oraya yakın kalırdı, parkın karşısındaki mahallede, çünkü orada sinema da yapmışlardı ve Türkler vardı. Ama Yeroşibu Yolu’nda yalnız en son Berber Salih arsa aldı ve bir evcik yaptı. Orada bir müddet oturdulardı. Ondan sonra orasını Rumlar stadyum yaptılar galiba yani o tarafta çok az Türk vardı. Bir de Titanya Sineması’nın arkasında birkaç aile vardı. Bibercikler dediğimiz yerin arkası oluyordu. Hatta Naciye Hanım’ın babası Kel Zabit de orada kalıyordu ve orada otururlardı. Ben sadece kızı Naciye Hanımı tanıyordum. Onu tanımıyordum. Benim hatırladığım onların oturdukları evde Nafiya Hanım diye terzi bir hanım otururdu ve Nadirlerin de teyzesi olurdu. İrfan Nadir’in… Naciye Hanım’ın ailesi Baf’ta hiç yoktu. Akrabaları da Lefkoşa’dan gelirdi. Ben Naciye Hanım’ın beyi, Burhan Beyi tanırdım. Birgün babamı ziyarete gitti çünkü kaymakamdı. Babamı ziyarete gitti, babam da Çada veya Arodez taraflarındaydı, hatta babama teklif etti beraber dönsünler kasabaya. O gün Cumartesiydi. Babam “Daha işim bitmedi, hazırlanayım, ben arkadan gelirim” dedi. Burhan Bey daha önden çıktığı için ve babam da arkadan gelirken Strumbi-Çada uçurumunun altında buldular arabasını devrildi ve babamla işçilerin yardımıyla çıkarıldı ölüsü yukarıya ve kasabaya geldi. Babam çok üzüldü çünkü çok yakın arkadaşıydı. Babamın arkadaşlarından gene esmer bir adam vardı ve mahkemede çalışırdı. Hatta onun da bir kızı vardı, adı da Aysel’di. Onunla çok iyi arkadaştık. Mahkemelerin arka tarafındaki bir mahallede kalıyorlardı. Okulda Aydın Sennaroğlu’nu hatırlarım, ondan sonra Dr. İhsan’ın Ülkü diye kızını hatırlarım, o zamanlar Baf’ta yüksek okul olmadığı için bütün müsamereleri ilkokul öğrencileri yüklenirdi. Ali Ratiplerin evinde büyük bir salon vardı bütün provalarımızı orada yapardık, Ali Ratip’in kızı Şifa Hanım, son Dt. Kemal Karaderi’nin hanımı olduydu, Şifa Hanım ve kızkardeşi Lütfiye Hanım bize piyano çalarlar, danslarımızı orada yapardık, 19 Mayıs’ta piyanolar, sinemahaneye taşınırdı. Yine hatırladığım kadarıyle 10-11 yaşlarındayken, Baf’a Münür Nureddin geldi, biz Münür Nureddin’in şarkılarını dinlerdik, babam da ona hayrandı, merak ettim ve gittim, geldiğini, sokakta oynarken duydum. Küçük kızkardeşim Mukaddes’i de arkama alarak, koşarak gittim, Biberciklerin yanında “Olimpos Otel” diye bir otel vardı; oraya gittik ziyaret ettik, çok memnun oldu, gece konserine gittik, meğer daha önceki yıllarda da gelmiş, fırıncı bir hanım vardı, onun bir oğlu vardı, Seher Hanım, onun bir oğlu vardı, onu alıp götürdü, ses sanatçısı yaptı orada, ona ders verdi, son zamanlarında hasta olduğu için geldi ve Baf’ta öldüydü. Ama onun da çok güzel bir sesi vardı.”
BAF TÜRK BÖLGESİ’NDE YAŞAYAN İNSANLAR
“Fatma isminde bizim mahallede uzun boylu bir kadın vardı. Hiç kimse nereden geldiğini bilmezdi. Ş. Dayımız vardı ve onunla güya evliydi. Birlikte kızları vardı ve isimleri de Nermin ile Destine’ydi, biz ona Despo derdik… Epey zaman bizim mahallede oturdu ve bu kadın erkek gibi hammallık yapardı. Küfeleri ve kasaları yüklenerek arabalardan endirirdi. Ama nereden geldiğini bilmiyorduk ve adı da Fatma idi biz ona Fatmi derdik… Ama nereden geldiğini bilmiyorduk. Bir gün kızlarını da torunlarını da alarak Baf’tan gitti, nereye gittiğini de bilmiyoruz. İlginç olan birşey daha mahallemizde bir de Rum Adati Hanım vardı, o da 1950’lerde evini satarak Türk Mahallesi’nden kaçtıydı. Mahallemizde Mavraliler vardı, Kara Cemiller vardı, onların Podima’da çiftlikleri de vardı ve kızkardeşleri vardı İsmet Hanım, Süheyla, Necla Hanım, bir de ablaları vardı Naime Hanım, Zeki Efendi ile evliydi, son oturduğumuz mahallede Naime ablamla komşuyduk, Allah rahmet eylesin. Kızı vardı Özden, oğlu vardı Ozan, bir de doktor oğlu vardı. Ülkü Yurdu Mahallesi’nde Çubanolar vardı, Topal Enverler vardı, ben küçükken Çubanolar çok güzel çörekler yaparlar, satarlardı, Çubanolar Topal Enver’in ailesiydi.
Mavrali Bölgesi ilk öce Rumlarındı, esas sahibi iflas ettiği için orasını Mavrali’ye satmıştı çünkü Mavrali yorgancı olduğu için o savaş zamanında epey para edinmişti. Hem Türklerin hem de Rumların yorgancısıydı. Nakit parası olduğu için bu insanlar da orasını ona gayet ucuza sattılar çünkü orası koskoca bir çiftlikti. Bahçeleri ve ağaçları vardı ve çok güzel bir yerdi. Mahallede de evleri vardı ama en son artık oraya taşınmışlar ve orada oturmaktaydılar. Daha sonra Mavrali de, hanımı da öldü ve Bilgi ve yengem kaldılar (Fatma Kılıç), oğlu Coşkun da 1974 yılında öldü. O sokakta Şişko Şenay’ın annesi ve teyzeleri vardı, eskiden soyadı yoktu onlara da Zibalar derlerdi. Her ailenin bir lakabı vardı mesela bizim annemin büyük nenesine Beyaz Ena derlerdi, Baf’ta bize “Beyaz Enalar” derlerdi, son Baf’a babam Hamza Efendi geldikten sonra Hamza Efendi’nin kızları diye anılırdık. O “Beyaz Ena”lık bizden uzaklaştı. Hatırladığım kadarıyle Maciler vardı, şimdi Doğan Lastik Fabrikası’nı tutan Hüseyin Bey’in ailesi, dedesi, nenesi, dayıları hep bir evin içinde ayrı ayrı odaların içinde yaşarlardı. Ondan sonra Ayten vardı, Kemal Bektaş’ın evlendiği, adı Andreana’ydı, ondan sonra adını Ayten olarak değiştirdi, bizimle beraber oruç da tutardı camiye da giderdi, mahallede çok sevdiğimiz bir kız oldu. O Adati Hanımın beslediği Sofula isminde bir kız vardı, bunlar hep aynı yerde olduğu için çok arkadaştılar, biz onlardan daha küçüktük. Ama Ayten, Sofulla, Gufolar vardı, Sofulla sonradan evlenip mahalleden gitmişti.”
BİR İŞKADINI MAZLUME HANIM VARDI
“Mazlume Hanım hakkında... Tahsin Adam onun ilk kocasındandı. Ondan sonra bir Rum erkek arkadaşı vardı son zamanlara kadar onunla yaşadı. Adamın adını hatırlamam, ben o zaman küçüktüm. Tahsin Adam evladıydı ve Birleşmiş Milletler’de sandalyesi olduğu söylenirdi. Söylentiye göre UNESCO’nun kurucuları arasındaydı ve Fransız Cumhurbaşkanı Pompidu’nun da danışmanıydı. Son oturduğumuz mahalle Hamam Bahçaları’nın üst tarafıydı ve karşıda mahkeme, ondan sonra kaymakamlık Tapu ve bütün daireler hep karşımızdaydı. Evimizden bu hükümet binalarını görürdük. Ama bu sefere gittiğimizde heryer bina olduğu için artık karşı tarafı göremiyoruz mahallemizden baktığımızda…”
MEDRESELER VE HOCA EFENDİ
“Medreseler vardı, bu medreseler camide gömülü olan Hoca Efendi zamanında yapılmıştı ve bu Hoca Efendi tahsilini Türkiye’de yapmıştı. Hatta onu İstanbul’da bırakmak istediler fakat o “hayır” dedi, “Ben Baflıyım, Kıbrıslıyım dindaşlarımı bırakıp da gelemem, bana ihtiyaçları var” dedi, Baf’a döndü ve eşeğin sırtında bütün Baf köylerini gezerek, gerek para, gerek hububat gerekse hayvan topladı, onları paraya çevirdi ve şimdi hamamın olduğu üst tarafta o uçurumun üzerinde, şimdi hep binalar oldu tabii, o uçurumun üzerinde 16 oda altta, 16 oda üstte olmak üzere bir medrese inşa etti, hatta o söz var, en büyük adamlar Baf’tan çıkar diye bir söz var şimdi, o zamandan kalmadır çünkü Kıbrıs’ın her tarafından o okula gelirlerdi. O zamanki Vali, Türk zamanından sonra gelen İngiliz’in Valisi, Kıbrıs’a geldiğinde önce onu ziyaret eder ve ona göre işe başlardı. Tabii biz okula gittiğimiz zaman Reşat Bey diye biri vardı ve Kadı’ydı, orası Evkaf’a ait bir yerdi ve herkes oraya para da yatırırdı. Reşat Bey’in annesi, o medresinin kalan sağlam odalarında birinde otururdu. Reşat Bey’in kızıyla biz o Medrese’nin ayakta kalan yıkık dökük duvarlarını görmeye giderdik. 1964 çarpışmalarından sonra orası tamamen yıkıldı ve oraya değişik değişik binalar yapıldı. Ama o Medrese’nin kalıntılarını ben hatırlıyorum. Yine Baf’a 1940’ların sonlarında Hasene Ilgaz ve İffet Halim Oruz adlı Türkiye’nin (CHP) kadın milletvekilleri gelmişlerdi. Baf’ı ziyarete geldiler, o zaman büyük dayımız Zihni İmamzade’nin misafiri olarak geldiler ve arkadan da ulandı, yok Üniversite öğrencileri gelirdi, yok pilotlar geldi ve bunlara yani pilotlara Baf’ta çok büyük karşılamalar olduydu, Polis’in önüne bizimkiler “Türk Kıbrıs’a Hoşgeldiniz” diye bir yafta astılar, Rumlar da bu yaftanın önüne başka bir yafta asarak onlar da “Yunan Kıbrıs’a Hoşgeldiniz” dediler. O zamandan milliyetçilik başlamıştı. Böylece bu durum 1950’lere kadar devam etti. 1953 yılında deprem sırasında herkes çadırlardayken EOKA faaliyetleri de başlamıştı. Ama esas mücadeleye 1955 yılında başladılar. Hatta hatırlarım, o zaman yeni evliydim, Beyim Pergama’ya atandı ve ben gidemediydim, sonra ev bulduğunda beni götürdü, o zamana kadar Baf’taydım, kapımın altına Rumca kağıt atıldı ve Rumca “Gelin bizimle beraber olun, gelin İngiliz’e karşı mücadele edelim savaşalım ve Kıbrıs’ı Yunanistan’a ilhak edelim” deniyordu bizlere. Rumlara daima söylüyorum; “Aneksattisiya” derler, yani özgürlük ama hiçbir zaman bağımsızlık için savaşmadılar. Onlar “Enosis” için çalıştı, mücadele etti, biz de “Taksim” için. “Ya taksim, ya da ölüm” diye bağırarak herkes düşerdi yollara.
Kıbrıslıtürklerin hatası, ilk önce azınlık olmayı kabul ettiği için oldu. Gerçi biz gözümüzü 1940’ların içinde açtık ama o zamana kadar o parti, “Kıbrıs Türk Azınlığı Kurumu” mu ne, o zamanlar bunların başında Faiz Kaymak vardı, gelirler konuşma yaparlardı. Dr. Küçük, Faiz Kaymak üst yöneticiler, o partinin bir yetkilisi de Baf’ta Dr. İhsan Ali’ydi, Lefkoşa’da da merkezde Başkan Dr. Küçük’tü. Ama ondan sonra bu taksim meseleleri çıkınca Dr. İhsan Ali Kıbrıs’ta taksim olmasına karşıydı. Taksime karşı çıktığı için parti liderliği ile Dr. İhsan Ali arasında sorun çıktı. Doktor da partiden ayrıldı. Bir de toplum liderliği Türkiye’nin burada okul kurmasını istiyordu, Dr. İhsan Ali de, “Burası İngilizin’dir, vergimizi de İngiliz alır, niye okullarımızı İngiliz yapmasın?” diyordu. “Niye İngiliz Hükümeti yapmasın da, bu sıkıntısının içinde Türkiye’yi masrafa koyalım?” diye, bu yüzden ihtilafa düştüler, Dr. İnsan’ı vatan haini ilan ettiler, adam mecburen Rum tarafında kaldı, ondan sonra da, hatta 1963’ten sonra, Cumhuriyet kurulduğunda, Makarios onu danışman yapmıştı, Türk liderliği de; “Ey Türkler gördünüz mü işte vatan hainidir” diye anti-propaganda yapmaya başladı. Halbuki babamla çok iyi arkadaş oldukları için, çok iyi fikirleri olduğunu, devamlı kitap okuduğunu, hatta Fransız İhtilali’nden kaynaklanan fikirleriyle, Kıbrıs’ta taksim olmasına karşı çıkıyordu, hatta Makarios’a danışman olduktan sonra hapise düşen birçok Türk’ü de hapisten kurtardı. Ben vatan haini olduğuna inanmıyorum çünkü kızıyla arkadaş olduğum ve devamlı surette görüştüğümden onu ve ailesini çok iyi tanıyordum. Babamın da çok iyi bir arkadaşı olduğu için, ben Dr. İhsan Ali’nin ne kadar kültürlü bir adam olduğunu bilirim, hiçbir zaman ona vatan hainliğini yakıştırmadım, hatta büyük oğlumu Beyrut yoluyla Türkiye’ye göndermek istediğimizde, Rumlar bize itimat ettiğimiz bir adamdan imza isteriz dediler, ona göre oğlunuzu gönderelim, Dr İhsan’a gittiğim zaman “Gidin oğlum, hepiniz birden gidin,burada milliyetçilik çok arttı, burada bu milliyetçilikten dolayı yaşanılmaz” diye bize bir de söz etti. İmzasını verdiği için büyük oğlumu Beyrut’tan Türkiye’ye gönderdik....”