BAF’TAN HATIRALAR…

Sevgül Uludağ

BAF’TAN HATIRALAR…

“15 Temmuz ile 20 Temmuz arasında, Baf’ta neler yaşanmıştı?”

Ulus Irkad
46 YIL ÖNCE BUGÜN 19 TEMMUZ 1974
46 yıl önce bugün Baf Türk Belediye binasında yaklaşık üç gündür beklemekte ve sırası geldiğinde de mevzilere gidip ya nöbet tutmakta veya mevzi kazmaktaydık. Ciddi çalışmalar oluyordu. Sanırım Türkiye Başbakanı Bülent Ecevit de İngiltere'ye gitmiş ve girişimlerde bulunuyordu. Darbeyi yapan Yunanistan müdahalede bulundu diye Türkiye, İngiltere ile müdahalede bulunacak denmekteydi. Arkadaşlar müdahale olmayacak diyordu ama ben işin ciddi olduğunu ve belki de o günün ertesinde müdahale veya operasyonun başlayacağını söylüyordum. 18 Temmuz gecesi Mehmetali arkadaş gönüllü olarak nöbete gitmişti. Bizim arkadaşlarda bir şevk, bir nöbet tutma tutkusu bayağı çoktu. Hele hele Ali Tüzüner'in bizden sorumlu bir abimize (Zihni Tarkuş) karşı sırf onu nöbete göndermediği için elindeki el bombasının pimini çekip de fırlatmaya çalışması sahnesi karşısında gene bizim takımdan sorumlu Erdal Kalkan abimizle benim kanımızın donmasına sebep olmuş ve istemeden komutanlara bağırmıştım;

- Be abi, eğer bu kadar istiyorsa gönderin bu adamı, burada kalırsa zaten hepimizi öldürecek!

En nihayet onu gönderip rahatlamış ve 18 Temmuz gecesi Erdal abiyle birlikte kitaplarımızı (Onunkisi "Suyu Arayan Adam", benimkisi de "Boynu Bükük Öldüler" kitabıydı) okuyarak geceyi geçirmiş ve sabahleyin de zinde uyanmıştık. Devamlı bizim grup içinde sorun olan iki arkadaşımız vardı. Haşarı arkadaşlarımızdılar ama komutanları veya etraflarını takmadıkları da başından beri belliydi. Biri çocukluk arkadaşım Mehmetali Salih, ki onun da haşarılıklarını ve mevzisini terk ederek açık alanlara çıkması ve işi sanki de film çeviriyormuş görüntüsüne vererek hedef olması komutanların canını sıkıyordu. Diğeri de gene çocukluk arkadaşımız, bizden iki yaş küçük Ali Tüzüner, o da cesaretli ama devamlı komutanlarla tartışan asi bir çocuktu. Allah acıdı da bu kadar tehlikeli hareketler yapmalarına rağmen bu iki arkadaşımız vurulmadılar.

Bu akşam 19 Temmuz... Ansızın saat 21 civarında gelen bir emirle  bizi komutanlar toparladılar ve Mavrali denilen mevkiye mevzileri ve evlekleri bir insan boyu derinleştirmemiz emri verilmişti. Saat bir veya ikiye kadar mevzileri gece kapkaranlık içinde kazdık. Bu arada Arif Ruso (20 Temmuz günü vurulacaktı) ve Aygül Necip arkadaşlarımız Komutanlığın da emri ile Mavrali denilen bölgede 15 Temmuz’dan beri rehin kalan iki Kıbrıslırum polisine yemek götürdüler. O polisler Makarioscu oldukları için, 1964 yılında Baf Mücahitlerinin terkettiği ve yaklaşık 9 kişinin şehit olduğu bu bölgede kalmışlardı. İçlerinden birinin adının Glafkos olduğunu ve daha sonra onunla Pile'de karşılaştığımı da hatırlıyorum. Geçenlerde onu Baf'ta Kıbrıslırum arkadaşlara sordum, bana Glafkos'un öldüğünü söylediler.

O gece bize ertesi gün harekatın olacağını ve de kırmızı alarm verildiği söylendiğinde toplantı merkezinde olmamız gerektiği söylenmişti. O kadar hararetli sıcakta çalışmıştık ki kazma işini bitirdiğimizde çamurdan adamlar haline gelmiştik. Terlerimiz ve çamur birbirine karışmıştı. Vakit belki de saat iki civarındaydı. Çamurlar içinde bir adam olarak eve gittim. Evdeki varilden soğuk soğuk sularla yıkanıp başımı yastığıma attım ki uyuya kalmışım. Ertesi gün tarih 20 Temmuz 1974'tü...

46 YIL ÖNCE GÜNLERDEN CUMARTESİ VE 20 TEMMUZ’DU…

Yatağımda saat sabahın beş sularında saat ikide uyumanın verdiği yorgunlukla uyuyordum ki babamın anneme seslenişi ile uyandım. BBC Radyosu haber programıydı ve Gönyeli ovalarından bir İngiliz muhabir çıkarmayı naklen vermeye başlamıştı. Babam heyecanlıydı;

-Aysel çıkarma başladı…

Bir anda birkaç silahlı mücahit benim uyuduğum yatağın yanından silahlarıyla geçip yatak odamızdan açılan delikten karşı mevzilere geçtiler. Sersem bir şekilde uyandım. BBC Radyosu çıkarma hakkında bilgi vermeye devam ediyordu. Birden dışarıda takım komutanı rahmetli Fadıl (Babaro) Kurşunoğlu'nun bağırışını işittim:

-Arkadaşlar Kırmızı alarm verilmiştir...

Birden kendime geldim. Geceleyin mevzileri derinleştirirken toplanma yerine kırmızı işaret sinyaliyle gideceğimi hatırladım… Hemen annemin de yardımıyla giyindim. Bayrak Radyosu’ndan Denktaş, Türk Ordusu’nun adanın her tarafından çıkarma yaptığını söylüyordu ama Baf'ta ne gelen vardı, ne de giden. Yalnız Rum Bölgesi'nde de koşuşturmalar başlamıştı. Onlar da, bu ani harekatla, sersemlemişler gibi görünüyordu ama toparlanmaya çalışıyorlardı. Daha birkaç gün önce aralarındaki iç savaş, bayağı travma yaratmıştı. Sabah kahvaltısını bile yapamadım. Giyinip evi terk edecektim ki babam ve annem gözleri yaşlı üzerime sarıldılar. Bir an ağlayacak gibi olmuştum. Durum artık çok ciddiydi. Gidip de dönmemek de vardı. Her ikisine de sarıldım. Daha 17 yaşında hayata doyamayan gencecik bir çocuktum.

Annem:

-Aman anneciğim ne olur çok dikkatli ol. Fazla tehlikeli bölgelere gitme, kendini sakın, dedi ama zaten gideceğim her yerde tehlike vardı. Biraz sonra saldıracağımız Mavrali Bölgesi de en uç noktaydı ve tehlikeliydi. Orası 1964, 9 Martı’nda da düşmüş ve esir düşenlerin hepsi öldürülmüştü. Aç karnıma elime bir de battaniye aldım. Kitabımı da unutmadım. Şu "Boynu Bükük Öldüler" Romanı, Bir de kırmızı yün ceketimi aldım. Geceleri soğuk oluyordu.

Ebubekir Camisi’ne doğruldum. Oradaki mücahitler de toparlanıyor ve mevzilere giriyorlardı. Heyacanlıydım ve elbette korkuyordum.16 Temmuz günü buradaydım. Birkaç dakika sonra yan sokaklardan Belediye Binasına gitmiştim. Arkadaşların çoğu oraya gelmişlerdi. Komutanımız Osman Karşılı hepimize silahlarımız verildikten sonra hedefimizin Mavrali olduğunu ve oraya saldıracağımızı söyledi. İnşallah oradan ateş gelmez ve bir çatışma çıkmaz diye dua da ediyordum. Mavrali'ye saldırarak oradaki iki Kıbrıslırum polisi esir aldık ve Mavrali Bölgesi'ni düşürmüş olduk. Zaten oradaki İki Kıbrıslırum polisi 15 Temmuz gününden beri orada rehine gibiydiler. Kendilerini orada kalmaları korumuş ve darbeden kendilerini kurtarmışlardı. Yemeklerini de dediğim gibi arkadaşlarımız götürmekteydiler. Mavrali'de belirli bölgelere yerleştik. İlk anda torbalarla bir yetmişbeşlik havan mevzisi kurduk. Melanolarda hareketler vardı ve yüzlerce Kıbrıslırum vatandaş dağlara geliyordu. Birkaç sene önce ölen Baflı Makinist abimiz Mustafa Tarkuş ile biraz sonra Mavrali dere yatağına inerek turuncu ve mor renkli branda bezlerini yaydık. Arada Baf Sancaktar'ı Cengizhan Özoğul, Mavrali Bölgesi'ne resmi askeri elbiseleri ile geldi. Etrafında benim gibi daha bıyıkları bile bitmeyen çocuklar görünce gözleri doldu ve bir an ağlamaya başladı. Radyolar Girne Çıkarmasını haber veriyordu. Bize savaş başlarsa kayıplar da olacağını ve korkmamamızı söyledi. Gazi Baf Radyosu Mehter Marşı ve Cem Karaca'nın "Beyaz Atlı Şimdi Geçti Buradan" şarkısını çalmaktaydı. Rahmetli Kemal Tahsildar o derin Yunancası ile Kıbrıslırum vatandaşlara oradan "Teslim Ol" çağrısı yapmaktaydı ama kaderin işine bakın bir gün sonra biz esir düşecektik. Mor-Turuncu uçaklara işaret veren branda bezlerini sererken bu sırada üzerimizdeki Melano dağları üzerinde binlerce Kıbrıslırum milis mevzi kazmaktaydı ve iyi de bizim farkımıza varmadılar. İlk tehlikeyi böyle atlattık. Biraz sonra Mavrali'ye çıktığımızda mahallelim ve çocukluk arkadaşım Arif Ruso'yu (Vurulup şehit olacaktı) gördüm. elinde bir roketatar lav silahı vardı. Osman Karşılı komutan Arif'in silahının mermilerini taşıyacak bir çocuk arıyordu. Dört veya beş kişiydik. Önce gönüllü istedi. Ben bölgeyi biliyordum. Tehlikeli bir bölgeydi. Giden geri gelmeyecekti ve üstelik de Hloreka Köprüsü bayağı uzaktı. Bizim mevzilerimizden de uzaktaydı. Mermileri atsanız bile dönerken vurulabilirdiniz. Bölgeyi iyi biliyordum. Öne atılmadım ama çekilecek olan kurada "x" işareti gelirse ancak o zaman gidecektim. Herkes bir kağıt çekti. "x" işlaretli kağıt bana gelmedi ve gitmedim. Gidenlerden Roketatarı kullanan Arif Ruso vuruldu. İngiliz Doğan ise dört parmağını kaybederek yaralı olarak kurtuldu. Yine sabahleyin daha İngiltere'den yeni gelmiş İhsan Kılıç abimiz de çocuğunu ve hanımını göremeden savaşın ilk anlarında o da  şehit oldu. Sabahleyin yaptığımız konuşmada ona "Tarık Akan gibi yakışıklısın İhsan abi” demiştim. "Evet ama senden sonra demişti". Sabahleyin oraya gittiğimiz andan itibaren birçok mevzi kazma ve branda serme işleri yaptım. Hatta savaş başlayana kadar nöbet de tuttum. Bir ara gelen bilgilerden bir savaş gemisinin geldiği ve çıkarma yaptığı haberleri geldi. Yunan "Eldik-Komando" birliği Yunanistan'a giderken Baf'a çıkarma yapmıştı. Çok sayıda araç ve askerle (750-500 kişi) arasında çıkarma yaptı. Girne'de olanın aynısını ELDİK de Baf'a yaptı. Çarpışma sanırım 13.30 civarında ben nöbeti bitirdiğimde başladı. Nöbeti daha sonraları çok uzun süre önce ABD'de ölüp cesedi yakılan Ali Hüseyin arkadaştan alıp tekrar ona vermiştim. Mücahitler Lokantası'ndan geri döner dönmez savaş başladı. Ama sabahleyin Ali Tüzüner ve Mehmetali arkadaşların cesaretleri görülmeye değerdi. Ali Tüzüner bir aralık Birleşmiş Milletler askerlerinin mutfağına girerek orada bizlere sandüviç yaptı ve gene buzluklarındaki biralardan bizlere dağıttı. Ali gene şakacılığı ve haylazlığı ile;

-Ölürsek aç ölmeyelim, diyor ve bira içmemizi de cesaretlendiriyordu. “Vurulursak bu genç yaşta bira içerek gidelim” diye şakalar da yapıyordu. Ali, gene elindeki el bombası ile sanki de Baf'ı kurataracakmış gibi davranışlar içindeydi. Mehmetali ise tomsonuyla hala kavboy gibi etrafta gezmekteydi. Bir aralık yemek için Mücahitlerin Lokantasına gittim. Rahmetli Hayriye abla (Hatırladığım kadarıyla 1980'li yıllarda bir araba kazasında ölecekti) çok güzel patates kebabı yapmıştı. İkinci Harekat’ta öldürülen komutanımız Dilaver Teğmen’den dürbününü alıp bir an çıkarma harekatını da izledim. Dilaver Komutan da o sırada yemekhanedeydi. Yunanlıların yığınağı o sırada devam ediyordu. Dilaver Teğmen bana dürbününü vererek bu olanağı sağlamıştı. Lokantadan sonra Mavrali'ye yaklaştığım anda bir cayırtı gibi savaş başladı. Gelen havan bombalarından kafamızı kaldıramıyorduk. Karadan ve denizden bombalanmaya başladık. 20 Temmuz saat 13.30 raddelerinde başlayan denizden ve karadan bu bombalama ertesi gün saat sabahın onuna kadar devam etti. Türk Ordusu Baf'a gelemedi. Baf Sancaktarı Cengizhan Özoğul yazdığı bir yazıda "Ben Baf'a çıkarma olmayacağını biliyordum ama çocuklara bunu söylemiştim" demektedir ve işin özeti de budur. Baf plan hariciydi ve Türk askeri sadece Kuzey'de harekat yapmıştı. L172 Yunan gemisi ve çıkarması da Girne'ye karşılık Baf'ı almıştı. Kocatepe Gemisi de Baf'a doğru gelirken batırıldı. Bu gemi işini daha sonra soruşturan Amiral Kayacan Paşa da Türkiye'de öldürüldü. Cüneyt Arcayürek "Darbeler ve Gizli Örgütler" adlı kitabında Yunan ve Türk Özel Harp Daireleri hakkında çok önemli açıklamalar yapar, hatta Ecevit'in Özel Harp Dairesi'ne güvenmediğini ve sorunların 1980 Darbesi öncesi, daha Kıbrıs Harekatı’ndan başladığını belirtir. Gene Ecevit kendisine Başbakanlığa hiç istihbarat gitmediğini belirtir. Bunlar kitapların yazdığı. Ecevit Kılıç da Kontrgerilla adlı kitabında Kayacan Paşa'nın Kocatepe konusunda şüpheleri olduğunu belirtmektedir. Bunlar okuduklarım. Yazılarımı burada bitiriyorum ama sizlere 2018 yılında, savaşla Baf'tan ayrıldıktan 44 yıl sonra, Baf'ta davetli olarak gittiğim bir Kitap fuarında Baflı Kıbrıslırum hemşehrilerime yaptığım kısa bir konuşmadan özet veriyorum:

"Sevgili hemşehrilerim, keşke bugün burada yuvarlak bir masada toplandığımız gibi barış dilini ve uzlaşmayı kullanarak, 1963-64 yılında da, aynı bugünkü gibi toplanarak aramızdaki sorunları kin ve nefretle çözme yerine bu şekilde konuşarak ve birbirimizi anlayarak çözmeye çalışsaydık. Tarihe bu şekilde eleştirel bakışımız keşke 1963 ve 1964 yıllarında da olsa ve sorunlarımızı birbirimize zarar vererek değil, uzlaşarak çözmeye çalışsaydık. İnanın birçok kaybı ve akan kanı önleyecek ve kimse de zarar görmeyecekti. Gene de barış içinde mutlu bir ülke yaratmak için eski kötü tecrübelerimizden de ders alarak, mücadele etmeye ve görüşmeye devam etmeliyiz. Hepinize beni buraya davet ettiğiniz için teşekkür ederim"

Okuyan herkese ve de tüm vatandaş ve insanlara savaşsız, şiddetsiz ve mutlu bir dünya diliyorum...