Sn.Kudret Özersay geçtiğimiz hafta içinde 2020 Cumhurbaşkanlığı seçiminde bağımsız aday olduğunu açıkladı.
Bağımsız olduğuna yönelik açıklaması elbette abesle iştigal. Halihazırda Halkın Partisi’nin Genel Başkanı olan bir kişi, yine hükümette Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı olarak görev yapan, tüm bunları bir kenara bıraksak bile bir partiye üye olan ve o partinin programına imza atmış bir kişi nasıl bağımsız olabilir?
Her siyasi kavramın bile birbirine karıştığı bu ada yarısında Sn.Dışişleri Bakanı bu açıklamasının ardından derhal görevinden istifa etmeli, hatta parti başkanlığını bırakın, mecliste bile bir partinin milletvekili olarak görev almamalıdır.
Neden mi?
Çünkü öncelikle siyaseten bağımsız olmak herhangi bir siyasi parti ile “bağı olmamak” demektir. Siyasi partiler siyasi programları için halktan oy istiyorlarsa ve Sn.Özersay kurucusu olduğu partinin programı ile bir bağı olmadan Cumhurbaşkanlığı seçiminde aday olmak istiyorsa önce bu bağdan kurtulmalıdır.
Yoksa “bağımsız” aday olmanın başka ne anlamı vardır?
Partili bir kişi bağımsız olabilir mi?
Ya da şöyle soralım, bu seçmeni kandırmanın bir çeşit siyasi biçimi, yolu veya raconu mu?
Şimdi Sn.Özersay’ın bu işin raconu ile ilgileneceğini sanmıyorum, sonuçta kendisi siyasetin okulundan gelme. Eğer öyleyse, neden bu kandırmaca?
Aldatmaca neden?
Geçmişte olmadı mı? Örnekleri yok mu?
Elbette var. Ancak buradaki “bağımsızlık” siyasi düşüncenizin herkese yakın olması veya “yansızlık” değil. Buradaki “bağımsızlık” bir siyasi parti ile organik veya kurumsal bağlarınızın olmamasıdır.
Sn.Özersay bu toplumun gündemine Toparlanıyoruz Hareketi ile geldi. Ondan önce kendisinin Sn. Tufan Erhürman kadar bir akademisyen kimliğiyle toplum nezdinde tanınırlığı yoktu. Ben şahsen hukukta doktora çalışması yapmaya kadar varan bir süreçte ve özellikle çalışma alanım özelde federalizm, genelde de anayasa ve idare hukuku iken, kendisini bir akademisyen kimliği ile değil, bir sivil toplum kuruluşunda etkin olarak çalışma yürüten bir gönüllü olarak tanıdım.
Toparlanıyoruz Hareketi’nin yarattığı bence “güven”i arkasına alarak önce 2015 Cumhurbaşkanlığı adaylığını açıkladı, bu seçimde çok ciddi bir bireysel çıkış yaptı, sonrasında da Halkın Partisi’ni kurdu, onun başkanlığını üstlendi. 4’lü koalisyonun bir anda kamuoyunda hiçbir karşılığı olmayan yetersiz gerekçelerle dağılmasına sebep oldu, ardından da daha önce UBP ile asla aynı siyasi birliktelikte veya eksende olamayacaklarını söylemesine rağmen kalkıp UBP’yi iktidar koltuğuna oturttu. Diğer partili bakanlar en zorlu ve yıpratıcı görevleri üstlenirken kendisi hiçbir vasfı ve vatandaşa faydası olmayan bir bakanlıkta bakanlığına devam etti. Dün dündür bugün bugündür Sn.Özersay siyasi yolculuğuna devam ediyor.
Çünkü dün dündür, bugün bugündür.
Hem de artık daha keskin ve net bir çizgide. Halkın Partisi onun başkanlığında hiç olmadığı kadar bugün merkezden kopmuş, tamamen sağ seçmenden ve UBP tabanından oy almaya çalışan bir noktaya düşmüştür. Samimiyetle söylemek isterim ki, Halkın Partisi içindeki yeni siyasete atılan temiz insanların bu yolculukta varmaları gereken yol statükoya yeni neferler katmak olmamalıydı. Halkın Partisi, hem Sn.Özersay’ın bireysel hareketleri ile ciddi yara almıştır, hem de yine Özersay’ın doğrudan sağ seçmene hitap eden ve ne merkez seçmen ne de sol seçmen için bir çıkış yolu gösteren milliyetçi, klasik egemenlikçi yaklaşımları ile statükonun/KKTC’nin şu anki halinin siyasi partilerinden biri haline dönüşmesine sebep olmuştur. Dönüşümün önündeki en büyük takozu maalesef Halkın Partisi’ne kurucusu Sn.Özersay koymuştur.
***
İmar Planı tartışmaları sürerken, Başbakan’ın İmar Planı’nı Resmi Gazete’de yayınlamayacağı veya planı onaylamadığı yönündeki açıklaması aslında tam bir UBP zihniyeti.
İmar Planı yürürlüğe girmedi çünkü,
bugüne kadar ranttan ekmek yiyenler ekmeği bölüşmek istemediler. İktidar biçimlerinin, ve o “biçim”in yarattığı organik ve feodal ilişkilerin bir birlerine muhtaçlığı dururken, bu “ganimeti sağaltım” keyfiyetini bir plana bağlamak istemediler.
Hukuka bağlı olunca rantın azalacağından korktular ya da veya hepsi, Mağusa ve İskele’deki bir kısım zümrenin tarlalarının, inşaatlarının zarar görmesini göze alamadılar. Rant oldukça büyük. O kadar büyük ki, kumlu araziler, bataklıklar üzerine, sağlam olmayan zemine apartmanlar dikenlerin memnuniyeti bir şekilde sağlanmalı, bundan oy devşiren kendilerine bu “göz yumma”nın bir “getirisi” olmalıdır.
İmar Planı Başbakan tarafından engellendi.
Çünkü plansız büyümek bu kurulu düzende rant peşinde koşanların yegane beslenme çantası.
Dert yurt olsa, oturulur alternatif üretilir, uygun bulunmayan noktalarda görüşmeler yapılır, neler sakıncalıysa koalisyon ortağı ile baş başa verilir, günün sonunda bu kriz yaratılmazdı. Ama, işte niyet önemli.
***
Bu ülkede KKTC ile yaşayanlar bir tarafta, KKTC ile yok olanlar diğer tarafta.
Bir yol alın Lefkoşa’dan Güzelyurt’a.
Gördünüz mü hiç?
Sağınızda solunuzda Sanayi Bölgesi, fabrikalar, dükkanlar, imalathaneler, ileride, iç içe geçmiş “sanayi” bölgesi ile, kadınların satıldığı “kulüpler”, hani polisin kadınların pasaportlarına el koyduğu, gözetmenlik yaptığı ve devletin de görmemezlikten değil açıkça “göz kırpma” oyunu oynadığı şu binaların yanındaki küçük odaları?
Gördünüz mü bakın o küçük odaların yanındaki özel ilkokulu? İleride düğün salonu, hani hepsi bir arada, daha ileride bir de üniversite binası, yakında üniversiteli gençler bu “KKTC İmar Planı Şeysi” içinde eğitim görecekler, belki hukuk fakültesi açılır da tam olur üstelik, yanı başlarında üstelik dağda da asker var, ileride de asker var, Alayköy sırtlarında bildiğimiz KKTC harikası!
Ne ektikse onu biçiyoruz işte, imarsız bir ülkenin batağa düşmüş çocukluğu, gençliği ve geleceği arasında sıkışmışız.
Umarsız, bitmeye yüz tutmuş, kokuşmuşluğun körlük hali!
Tüm bunlar olurken ve yaşanırken her an, içimizde bir sızı oluşmuyorsa ne ala!
Bu seçimde seçmenin önünde yine iki seçenek var:
Ya çözümden ve Birleşik Kıbrıs’tan yana taraf olanları, bu çirkef halini temizleyecek ve bizi çözümle buluşturacak siyasete oy vereceğiz,
ya da günün sonunda KKTC’nin geldiği bu son hali kabullenip, hızla yok olacağımız bir çözümsüzlük ortamının siyaset dilini kullanan adayları seçeceğiz.
İkinciyi seçecek olanlar,
Lefkoşa’dan Güzelyurt’a giderken ilk 10 kilometrede dikkatli ve yavaş kullansınlar.
Çünkü, çok ara yollu, bol sapmalı, kafa karıştırıcı ve mide bulandırıcı bir manzara var.
Bu manzara uğruna, hakimiyeti daim, egemenliği bölünmez, devlet-i medeniyet içinde,
-hazır seyrüsefer de yok-,
bertaraf olmasınlar.