Bağımsızlık değil bağımlılığın ilanı

Cenk Mutluyakalı

“Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti” ilan edildiği günden bugüne 40 yıl geçmiş.
Ne kadar hazin!
O kırk yılda uluslararası toplumda bu “devlet”i hiçbir başka ülke tanımadı.
Türkiye diyeceksiniz…
Değil!
Türkiye “KKTC”yi adanın kuzeyinde tanıyor.
Burada, kendi evinde, yalnızca…
İş uluslararası organizasyonlara geldiği zaman tanımıyor.
Kıbrıs Cumhuriyeti ile temas yapıyor, “KKTC”yle değil…

***
“Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti”ni anlatırken genellikle “bağımsızlık” kavramı ortaya atılıyor.
Oysa bu devlet tam bir “bağımlılık” yarattı, “bağımsızlık” değil.
15 Kasım 1983’te bağımlılık ilan edildi.

Tek bir örnek anlatamaya yeter bu hakikati…
“Devlet kurdum” diyen parti kendi başkanını bile seçemedi!
Kurultayını yapamadı.

İsterseniz daha yüzlerce örnek var.
Yaz yaz bitmez…

***
Tarihi seçici bir yerden anlatıyorlar ve özellikle yeni kuşaklar, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nden önce bu toplumun kendine özgü bir yönetimi olmadığını düşünüyor.
Kıbrıs Türk Federe Devleti vardı oysa…
“Kendi kendini yönetme” iddiası “KKTC” ile başlamadı.
Meclis’i de vardı vekilleri de…
Cumhurbaşkanı da vardı Başbakanı da…
Yasaması, yürütmesi, yargısı, yerel yönetimleri hepsi…
Yok değildi…

Üstelik uluslararası temsiliyet gücüne de sahipti Kıbrıs Türk Federe Devleti…
Örneğin, Türkiye’nin anlı şanlı takımları adaya gelebiliyordu.
Şimdiki gençlere, “Biliyor musunuz, Fenerbahçe Girne’de, Türk Ocağı Limasol’la maç yapmıştı” dediğimiz zaman…
Şunu da eklemek gerekiyor: “KKTC’den önceydi!”


***
Kıbrıs Türk Federe Devleti ile kıyaslanırsa eğer Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin hiçbir tarihi kazanımı olmadı.
Tam aksine…
Dünyadan iyice uzaklaşma sebebi oldu KKTC…
Siyasi, ekonomik ve kültürel anlamda tam bir “biat” toplumuna dönüştü Kıbrıslı Türkler…
Tek tek tüm kurumlarını yitirmeye başladı.
“Türkiye Cumhuriyeti Lefkoşa Büyükelçiliği” yönetimin mutlak ortağı hatta sahibi haline geldi.
Ankara’ya sorulmadan nefes alınamaz oldu.
Dünyadan uzaklaştıkça uzaklaştı Kıbrıslı Türkler…
Nüfusu değişti, iradesi silikleşti…
Kendi geleceğimizle ilgili pek çok kararı, projeyi, gelişmeyi uzaklardan duyar olduk.
“KKTC” ile birlikte Kıbrıslı Türklerin “öznelik” kapasitesi geriledikçe geriledi.


***
Unutulmasın, Kıbrıslı Türklerin adada “kurucu ortak” olduğu ve “özerkliklerini” dünyaya not düştüğü, bugün dile getirdiği pek çok hakka sahip olduğu devlet, Kıbrıs Cumhuriyeti’dir…
Kıbrıslı Türkler bugün sınırlı da olsa dünyaya açılabiliyor ve Avrupa Birliği yurttaşlığından söz edebiliyorsa, yine Kıbrıs Cumhuriyeti sayesindedir.
Hepi topu üç senelik bir ortaklık, kırk senenin çok ötesinde yetki, etki, konum kazandırmıştır Kıbrıslı Türklere…

Kıbrıslı Türkler ancak Kıbrıs Cumhuriyeti kurulduğu zaman gerçek anlamda kısmen özne konumuna yükseldiler ve özerkliklerini anayasal güvence altına aldılar.

***
“KKTC”yi anlatırken milliyetçi nutukların ötesindeki gerçekliğe bakmak gerekiyor.
Bağımlılığa…
Gelecek belirsizliğine…
Demokrasi ve irade yitimine…


“Kıbrıs Türk Federe Devleti’ni niye feda ettiniz” diye sormak gerekiyor.
Diyecekler ki “federe devlet, federasyon çözümüne yönelik kurucu bir yapı olarak ilan edilmişti…”
“KKTC’nin kuruluş bildirgesi”nde de bu yazıyor!

O zaman niçin?
Kendimce birkaç yanıtım var.
Örneğin, Kıbrıs Türk Federe Devleti Anayasası’na göre dönemin Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın son dönemiydi ve yeniden aday olma şansı yoktu.
Türkiye’de görevde olan darbe yönetiminin adanın yarısına “iyice yerleşmek” yönünde iştahlar kabarmıştı.
Bunlar geliyor aklıma…

***
40 yıl geçmiş…
Derin bir “ah” mı çekersiniz şimdi…
Yoksa “oh be, iyi ki” mi dersiniz…
Ne olur biraz samimiyet!

40 yılda neler değişmedi?

Ganimet üleşme kültürü…
Vesayet…
Popülizm, partizanlık, yandaşlık…
Müdahale, karışmacılık, biat…
Adaletsizlik ve umutsuzluk…
Yasa dışı bahis, kumar, fuhuş…
Karanlık arka bahçe…
Militarizm, milliyetçilik…
Çok daha belirsiz bir gelecek…
Arsızlık, bencillik, vasatlık…

***
15 Kasım, Kıbrıslı Türkleri dünyadan iyice izole eden bir hesapsızlığın yıldönümüdür…
Ve aksi iddia edilse de bu “devlet” sahipsizdir!..
Çok geniş yığınların aidiyet duygusu yoktur, “KKTC”ye dair.
Çıkarına göre takılır ahali…
İşine gelire, “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin yurttaşıdır, ortağıdır…
Gelmezse “Rum” olur “öteki…”
İşine gelirse, “Türkiye etle tırnak” gibi sevilir...
Gelmezse, “Ankara ne paranı, ne memurunu…”





Kendi yolunu bulamayan…

Söz yoruluyor yazdıkça, konuştukça, bağırdıkça…
Oruç Aruoba’nın şiirine sığınmak istiyorum, tam da halimizi anlatıyor…

Kendi yönünü bulamayan kişi için,
‘yol’ yoktur- bir sürüklenmedir
bütün `yürüme`si…
Kendi yolunu bulamayan,
bütün yolları boşuna yürür.