BAĞIŞLAMIYORUZ

Neşe Yaşın

Uzun zamandır bir gölge gibi yaşıyorum bu bölünmüş şehirde… Acı çeken bir gölge gibi. Varlığımı bir uçuculuğa dönüştürdüm sanki… Kökleşmiyorum; hiçbir yere, hiçbir durum, hiçbir ilişkiye ait olmadan bir Uzaylı gibi dolanıyorum. Bunun böyle olduğunu bile yeni yeni saptıyorum doğrusunu isterseniz. Bir savunma mekanizması sanki. Geçmişte, söylenen her sözü, atılan her adımı hissetmenin sorumluluk duygusu içinde boğulmanın, sevdiğim birinden gelen bir sözle, bir imayla paramparça olmanın, birilerine haksızlık mı yapıyorum gerginliğinin getirdiği yorgunluktan kaçış… Bununla gurur duymuyorum. Hatta, mahcubiyet biraz da hissettiğim. Edebiyatı bir masumiyet alanı gördüğüm için yapıyorum belki de bunu. Kirlenmeden, yanılgıdan, acımasız yargılardan, dedikodu ve bilgi kirliliğinden, kalıplar ve klişelerden korumak istiyorum kendimi… Bir gölge gibi dolanırsam daha sahici bir yerde durabilir, hayatı daha derinden kavrayabilirim ve ona daha özel bir katkı yapabilirim sanıyorum.

Bu dünyadan, onun ağırlığından kaçış yok ama… Bulunmuş bir kişisel mutluluk, bir huzur formülü de yok.

Ülkenin, şehrin yakıcı gündemleri var biliyorum. Haliyle pazar günü gazetesini açan bir okur da bir köşe yazarının bu konuda bir iki çift laf etmesini bekliyor. Geçen gün saptadım bunu: Bir iç karmaşasından yalınlığa ulaşınca doğuyor şiir. O iç karmaşasının bir yalınlığa ulaşması ise epey zaman alıyor. Şiirin böyle bir süreci varken, köşe yazarlığında anında bir yorum talep ediliyor. Bu durumda şair bakışı ile köşe yazarı bakışı arasında derin bir uçurum oluşuyor.

Benim klasik bir köşe yazarı olmadığım ayan beyan kuşkusuz. Arada kendimi bir toparlayayım diyorum ama beceremiyorum.

Reel politikayla ilgilenmemeye, içine dalıp kaybolmamaya çoktan karar verdim. İlgileneni çok nasıl olsa. Dışında kalmak da mümkün değil ama. Herkesin bildiği bir gerçek, birlikte oynadığı bir oyun varmış da sen bunun dışına atılmışsın gibi hissediyorsun. Birileri “amma da cahil yahu” bakışıyla bir ok saplayabiliyor içine. Azıcık ilgilensen de şanına yakışmıyor. İçine dalsan çıkamıyorsun, çamurunun, bataklığının içine doğru çekiyor seni… Böyle bir zor durum işte.

Uzun zaman önce aslında sorun yaptığımız her şeyin insanın karanlığı, kendi ve başkaları ile kurduğu ilişkide gizli olduğunu saptamıştım. Yani bütün güzel politik projeler insanlık durumlarına çarptıkları için paramparça oluyorlar. İnsan denen yaratığın hem geçmişten devraldığı karanlık hem de bugün bombardımana tabii tutulduğu yanlışların yanı sıra toplum mühendisliği ve algı yönetimi ile tutsak edildiği paradigma esas sorun.

Geçmişte beyinin sorumlu olduğu düşünülen pek çok hastalığın aslında sindirim sistemi ile ilgili olduğu saptanmaya başlandı ya günümüzde, toplum da tam böyle durumda işte… Dolaşımdaki toksinlerin, bilgi kirlenmesinin yarattığı hastalıklardan mustarip.

Son günlerde şehrin en parlak, en gurur verici gençlerinin, şehrin ve ülkenin umudu olarak görülen kuşağın bir arkadaşlarının ihaneti üzerine yaşadıkları derin düş kırıklığını hissedebiliyorum.

Bunu anlamanın yolu daha çok da edebiyattan geçiyor. Anlamak bağışlamak değildir. Ayrıca bağışlamamaktır bizi daha iyiye götürecek olan. Anlamak önemlidir yine de: İnsanın karanlığını, bastırılmış arzuyu, cinsel varoluşlarımızın girdaplarını, ruhun pespayeliğini, irade ile arzunun savaşını, bedenin ve tenin başkaları üzerindeki tehditkâr yönelimini…

Ve kesinlikle mağdurdan yana olunacaktır. Mağdurların zalimlere, zalimlerin mağdurlara dönüşebileceğini gözardı etmeden.

Her şey insana dairdir. Bağışlanmaz olan başkalarına verilen zarardır. Özellikle de çocuklar söz konusu olduğunda yaşadığımız infial son derece doğrudur. Başkalarına zarar vermediği, başkalarının hayatını karartmadığı sürece herkes kendi özel alanı ile baş başa kalabilir.

Bence anlamaya, analiz etmeye çalışmalı, birbirimizle konuşup gerekirse birbirimizin omuzunda ağlayabilmeliyiz. Kalem kıran yargıç olmak en kolayıdır. Önemli olan bütün detayları ile analiz edip adil bir yargıya ulaşabilmektir.

Hepimiz çok kırgınız. Başlayan yangın üzerimize sıçrıyor bizleri de yakıyor çünkü. Bağışlamıyoruz… Kesinlikle bağışlamıyoruz…Yalnızca  insan denen yaratığı daha iyi anlayabilmek istiyoruz.