Bulutlar yavaş yavaş parçalanıyor, gök maviliği daha da açık seçik şimdi.
Gecenin içinde, hafif bir sürtünüyor pencerelere, dinginleşen kış rüzgarlarının yerine.
Bahar çiçekleri selama kalkıyor bahçelerde ve kırlarda.
Ağaç yapraklarına bir renk geliyor, güneşin ışığı dolanıyor dinginleşmiş meydanlarda.
***
Dokunamadığımız bir bahar var şimdi pencerelerimizin dışında devinen.
Ve pencelerin berisinde kıvranan huzursuz bedenler.
Seslerimiz karışamıyor kuş cıvıltılarına, gözlerimiz gök bakışlarına, renklerimiz çiçek renklerine...
Anlaşılan o ki, bir bahar da böyle kayıp gidecek sokak sessizliklerinde.
***
Ve sokak sessizliklerinin, huzursuz pencere önlerinin ve kaybedilen baharın öğrettiği bir şeyler olması lazım bize.
***
“Her şey belirsiz” diyenler var. Daha önce her şey çok mu belirliydi?
Özel sektörde çalışan birinin iş güvencesi, trafiğe çıktığımızda kaza yapıp yapmayacağımız, hükümetin 5 yıl sürüp sürmeyeceği, Kıbrıs sorununun ne olacağı...
Öyle değil mi ki, Kıbrıslı Türkler yıllar yılıdır bir belirsizlik eşiğinde salınıp durmakta.
***
“Artık normale dönelim” diyenler var. Daha önce yaşadığımız normalin ne olduğunu sorgulamıyoruz ama?
Belki de başımıza gelen felaketlerin sebebini 'normallerde' aramımız lazım.
Ve normalleştirdiklerimizde...
Mesela bu kadar borcu; mesela sağlığın özelleştirilmesini; mesela kamusal tüm hakların yerine özel çıkarların ikame edilmesini; mesela devletin hayatlarımızı kolaylaştırıcı değil de tam tersi hayatlarımızın üzerine çöken bir kabus olmasını; mesela niteliksiz yöneticiler seçmeyi; mesela bilginin ve eğitimin para ile satılmasını; mesela eşitsizlikleri; mesela ganimet kültürünün getirdiği hazıra konmacılığı; mesela kktc kültürünün getirdiği yalandan zenginlikleri; mesela birilerinin 5 bin-8 bin TL'ye itiraz etmesini ama başka birilerinin 1500 TL'ye razı olmasını beklemeyi; mesela çalışanlardan kesinti yapılırken, milyarderlere dokunulmamasını; mesela olmayan bir devleti varmış gibi benimsemeyi; mesela -mış gibi yapmayı normalleştirmeyi.
***
Ama bakın, virüs ne de kolayca çökertiyor tüm -mış gibi yerlerimizden bizi.
Tüm normallerimizden nasıl da dökülüyoruz. Eşitiz ve belirsiz bir biçimde.
***
Şimdi eski normale dönmeyi arzulayanlar var... Bir de yeni normali tasarlayanlar.
Eski normali arzulamıyorum, gelecek olan normali de…
Çünkü, içinde kaybolup benliğimi unutacağım, yeni bir yığın eşitizliler ve adaletsizliklerle sınırları çekilen bir normal istemiyorum.
Ezilenler için tüm normallerin olağan üstü haller olduğunu; tüm yaşamın zaten bir felaket olarak tasarlandığını biliyoruz.
***
Ve her felaket anında ortaya çıktığı gibi yine ortaya çıkan 'hayırseverlik' ve 'iyilik severlik' 'kahramanlarını' görüyoruz.
İnsani duygularlarla, iyi niyetle, yardımlaşma güdüsüyle veya sadece vicdan rahatlamak için... Belki de hepsi.
Uçağına atlayıp ilaç getirenler, sermayesinden bir tutam bağış yapanlar veya yardımlaşma kampanyası başlatanlar.
Ve ardından bu iyilik severliği bir halkla ilişkiler kampanyasına dönüştürenler.
Aslında tam da 'hayırseverlik' eylemleri, içselleştirdiğimiz ve normalleştirdiğimiz eşitsizlikleri gözler önüne sermekte.
Bir tarafta muhtaçlar, diğer tarafta bolluk içinde olanlar.
Nasıl da 'normalin' her gün tekrar eden bir felaket olduğunu gözler önüne seriyor bu 'hayırseverlik'.
Nasıl da zenginliğin ve kaynakların eşit ve adil dağıtılmadığını...
'Hayırseverliğin' aynı zamanda eşitsizlikleri kabul ettirme gibi tehlikeli bir tarafı da var.
Bir tarafta birileri kahramanlaştırılırken, diğer tarafta diğerlerinin payına 'şükretmek' düşüyor.
Yeni Robin Hood'lara mı ihtiyacımız var, yoksa Robin Hood'lara gerek olmayacak bir düzene mi?
Gelin eski ve yeni normali bir de böyle düşünelim...
***
İşte bundan dolayı sokak sessizliklerinin, huzursuz pencere önlerinin ve kaybedilen baharın öğrettiği bir şeyler olması lazım bize.
Şimdi sesimiz karışamıyor bahar cıvıltısına.
Kayıp gidiyor pencere ötesinden, kapılar berisinden...
Ama biz yine baharda geliriz değil mi?