“Bana da tecavüz etmeye kalkıştılar... "

Sevgül Uludağ

 “Bana da tecavüz etmeye kalkıştılar... Komşuma tecavüz eden beş asker, kadını balkondan sokağa attılar, aylarca alçıda yaşamak zorunda kaldı...”

KATHİMERİNİ Yazı İşleri Sorumlusu, araştırmacı gazeteci Andreas Paraskos, Maraş’tan “kayıp” yakını Ksenya Hacıbavlu’nun trajedisini kaleme aldı... Ksenya Hanım’ın dramı: Sekiz aylık hamileyken, tecavüzlere tanık olmuş, eşi ve kaynı öldürülmüş, BM Barış Gücü tarafından Stavroz mezarlığına gömülmüşler...

 

KATHİMERİNİ Yazı İşleri Sorumlusu, araştırmacı gazeteci Andreas Paraskos, Maraş’tan “kayıp” yakını Ksenya Hacıbavlu’nun trajedisini kaleme aldı... Ksenya Hanım’ın dramı: Sekiz aylık hamileyken, tecavüzlere tanık olmuş, eşi ve kaynı öldürülmüş, BM Barış Gücü tarafından Stavroz mezarlığına gömülmüşler...

Gazeteci arkadaşımız Andreas Paraskos dün, bu röportajın tam metnini sosyal medyadaki kendi sayfasında yayımladı... Biz de okurlarımız için dün yayınlamış olduğumuz bölüme ilaveten, bugün de, röportajın geriye kalan ayrıntılarını özetle Türkçeleştirmeye çalıştık. Ksenya Hanım bu röportajda, kendisine de tecavüz etmeye kalkıştıklarını, komşusuna beş askerin tecavüz ettiğini ve sonra da kadını üst kattaki balkondan aşağı sokağa atarak belinin sakatlanmasına yol açtıklarını, kadının aylarca alçıda yaşamak zorunda kaldığını aktarıyor...

Paraskos’un 13 Aralık 2020 tarihli haftalık KATHİMERİNİ gazetesinde yayımlanmış olan Maraş’tan “kayıp” yakını Ksenya Hacıbavlu’yla röportajının devamı özetle şöyle:

***  Bayan Ksenya’ya, eşinin ve kaynının Stavroz mezarlığında gömülü olduğu mezara o günlerde gidip gitmediğini soruyoruz ancak yanıtı hayır oluyor... Birleşmiş Milletler Barış Gücü’nden kendisini oraya götürmelerini istemiş fakat reddetmişler çünkü bölge bombalanmış imiş...

***  Bayan Ksenya, 15 gün süreyle Maraş’ta bir apartman dairesinde kısılıp kalmıştı... “Bir gün, üç Türk askeri evi yoklamaya geldiler. Odaya girdiler ve dolabı karıştırdılar. Hiçbir şey bulamadılar. Benden kendilerine Coca Cola vermemi istediler, evde kola yoktu, onlara su verdim... Bunlardan birisinin aklında başka şeyler vardı ve bana tecavüz etmeye çalıştılar. Buna karşı çıktım... Benim sekiz aylık hamile olmam dahi onun için pek bir şey ifade etmiyordu... Elimi alıp kendi vücuduna koydu...” Bayan Ksenya’nın gözleri doluyor, acı içerisinde boğazı düğümleniyor ve konuşamıyor... Ben de susuyorum ve sessizliğin bu kabusu sona erdirmesini bekliyorum...

***  Bana Ksenya derin bir nefes alıp devam ediyor, “Ertesi günü gene geldiler” diyor.
“Aynı insanlar mıydı?” diyorum.
“Başka birisi yoktu...” diyor.

***  Sersemlemiş biçimde donup kalıyorum... Sesinde bir ısrar var Bayan Ksenya’nın, sanki bir defasında herşeyi anlatıp kurtulmak ister gibi bunlardan... Ve devam ediyor: “Ve başka bir gün, başkaları geldi” diyor... “Eve girdiklerini görünce, yere düştüm... Dört yaşındaki oğlum üstüme kapaklandı ve ellerini bacaklarımın arasına koyarak ağlamaya başladı, Türkler’e dönerek “Babamı öldürdüler, annemi de öldürmeyin, onu çok severim” diyordu... Rumca bilen Türkler’den birisi oğluma dönerek “Babanı kim öldürdü? Türkler mi? İngilizler mi?” dedi. Tanrı çocuğumu aydınlatmış olmalı ki babasını İngilizler’in öldürdüğünü söyledi...” Bu olay yaşandıktan sonra Bayan Ksenya ve çocukları Aşağı Derinya’ya götürülerek oradaki Kıbrıslırum askeri birliğine teslim edilmiş, onlar da Bayan Ksenya’yı Ormidya’ya götürmüşler...

***  “Sana iki şey daha anlatmak istiyorum” diyor Bayan Ksenya... “Bunlardan birisi, komşum olan bir kadının hikayesidir. Türkler’in elinde çok acı çekti bu komşum. Altı asker giderek onun evini yokladılar, beşi ona tecavüz etti... Onu kapıp balkondan sokağa attılar...”

Ölmüş müydü komşusu olan bu kadın? “Hayır, ölmedi... Ama çok acı çekti... Daha sonra öğrendiğime göre, omuriliğinde kırıklar vardı ve çok uzun süre alçıda yaşamak zorundaydı... Hamile kalmış olduğu için de ikide birde bu alçıyı kırıp ona yeni alçı yapmak zorunda kalıyorlardı...”

***  “İkincisi de” diyor, “bana kocamın kemiklerini lütfen geri versinler...”

Ormidya’da ikinci kızını dünyaya getiren Bayan Ksenya, dört yaşındaki oğlu Thomas, iki yaşındaki oğlu Marios ve yeni dünyaya gelmiş olan Konstantina adlı bebeğiyle bu bölgeye yerleştirilmiş tüm diğer göçmenler gibi çadırda yaşamaya başlamış... Kızı Maria, Larnaka’da akrabalarının yanında kalmaktaymış... Bayan Ksenya şöyle anlatıyor: “Bir gece çok şiddetli bir rüzgar çıktı, çadır zaten eğikti, neredeyse yıkılmak üzereydi ve küçük Thomas yüksek sesle ağlamaya başlamıştı... Çadırdan dışarı çıkarak bağırmaya başlamıştı: “Yardım et baba! Thomas’ına acımıyor musun? Bak çadır üstümüze yıkıldı! Baba, yardım et...” Etraftaki çadırlarda bulunanlar bu sözler üstüne ağlamaya başalyıp Thomas’ı teselli etmeye çalıştılardı...”

Küçük Thomas, 1974’ün o trajik yazında gördükleri ve yaşadıklarıyla, kanlı yaraya parmağını basıyordu henüz küçük yaştan...”

(KATHİMERİNİ – Andreas Paraskos – 13.12.2020 – Özetle derleyip Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).

 


BASINDAN GÜNCEL...

Analist Ozinyan, ateşkes ihlali ardından Karabağ konusunu değerlendirdi: “Asıl soru, ateşkes ihlali kime yarıyor?”

Pınar TARCAN

Ermenistan ve Azerbaycan arasında uzun süren bir 2020 savaşının ardından 9 Kasım'da ilan edilen ateşkes hafta sonu bozuldu.

Amerikan Ermeni Asamblesi'nin Doğu ve Kafkas Uzmanı olan Alin Ozinian bianet'in sorularını yanıtlarken, asıl sorunun "Ateşkesin bozulmasının kime yarayacağı olduğunu" söylüyor.

 

***  Ateşkesin bozulmasıyla ilgili taraflar birbirini suçluyor..  Hata ateşkes maddelerinde mi?

Evet taraflar birbirlerini suçluyorlar 9 Kasım'da ilan edilen ateşkesin ihlaliyle ilgili. Hadrut yakınlarındaki sınır hattının devamı hareketlendi.

Ermenistan, Azerbaycan'ın bu bölgeye girip daha çok toprak almaya çalıştığını söylüyor, Azerbaycan ise Ermenistan'ın bölgeden çekilmekte direndiğini söylüyor.

Geçen sefer savaşın başında da bölgede olmadığımız, asker olmadığımız için o bölgede çok uzun süredir, Ermenistan'ın ve uluslararası kamuoyunun talebi gereği kamera sistemi olmadığı için kimin ilk ateşi açtığıyla ilgili iki tarafın iddiaları tek dayanağımız.

Ama şunu söyleyebiliriz, kimin ihlal ettiğinden ziyade Rus barış gücü geniş çaplı bir çatışma yaşanmadığını açıkladı. Ateşkesin ilk ihlal edildiği anı tahmin etmek güç, yaralılar ölüler oldu ama barış gücü zamanında orada değildi.

Ateşkesin yapılması kime yarıyor? sorusundan yola çıkacak olursak ateşkesin kimin tarafından ihlal edildiğini de tahmin etmeniz gerekiyor.

Ben savaşın başından itibaren kişisel olarak Azerbaycan'ın ihlal eden taraf olduğunu biliyorum ki ondan sonra da planlı programlı bir savaş başladı.

Ama son olayda bunu bu kadar net söylemek kolay değil. Eğer o gece çok yoğun bir çatışma olsaydı bunu Azerbaycan başlattı denilebilirdi, ama değil.

Azerbaycan Savunma Bakanlığı ateşkes ihlalini duyurduğunu açıkladıktan sonra Aliyev "Bu sefer onları tamamen yok edeceğiz" diye bir açıklamada bulundu.

Bu soykırımvari bir cümle, eğer böyle bir planı varsa ateşkesi Azerbaycan tarafının bozmuş olması olası.

 

***  Azerbaycan'daki kutlamalar ateşkesin bozulmasını psikolojik olarak tetiklemiş olabilir mi?

Azerbaycan'daki kutlamaların psikolojik olarak etkileyeceğini sanmıyorum. Çünkü bu ateşkesin bozulması bununla ilintili değil. Savaşın seyri tamamen Aliyev ve Erdoğan'ın söylemleriyle ilgili.

Halk bazındaki bir motivasyonun savaşı etkileyeceğini düşünmüyorum.

Hayır hata ateşkes maddelerinde değil. Sorun burada güçlerin planlarını bilememekten kaynaklanıyor bence.

Ermenistan'a gözdağı olabilir bu ateşkesin ihlali. Belki aldıkları rövanş yeterli değil.

 

***  Ateşkes sonrası Ermenistan'daki protesto dalgasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ateşkes sonrası Ermenistan'daki protesto dalgaları. Ermenistan çok üzgün tabii ki, Düşünmediği çapta bir yenilgi yaşıyor. Buradaki mevzu bahis toprak kaybı değil, can kaybı.

Hemen hemen herkesin evinde bir ölü var.

Noel öncesi olmasına karşın hiçbir evde bunun coşkusu yok. Ermenistan'daki protestoları ben halk hareketi olarak değerlendirmiyorum.

Paşinyan'ın istifasını protestoların çok büyük bir kısmındaki dışındakiler evet istiyor. Çünkü büyük bir yenilgi, Paşinyan aslında bu istifayı sunarak kendi ününü de düzeltebilir, seçimlere yeniden gidileceğini ilan edebilir.

Seçimlerde de yeniden kazanabilir. Yönetimde rüşvet alanlar vs. hep önceki yönetimler, kadrolar. Ben bu sokaklardaki dalganın yapay olduğunu anlamakla birlikte, bu eski kadroların Ermenistan halkı tarafından artık istenmediği de ortada.

(BİANET.ORG – Pınar TARCAN – 15.12.2020)

 


 

“Karabağ: Kimileri için sürgün, kimileri için eve dönüş...”

'Kasım ayı başında Rusya nezdinde imzalanan ateşkes Karabağ için yeni bir dönüm noktası oldu. The Guardian'dan Michael Safi, bölgede hem Ermeniler hem de Azeriler ile görüşerek hikayeyi iki taraftan dinledi. GUARDIAN’daki yazıyı, bianet çevirisiyle aktarıyoruz:

"Haftalar süren bombardıman, Irina Safaryan'ın anne babasını Karabağ'ın güneyindeki Hadrut kasabasındaki sığınaklarından çıkartmadı. Ermeni aile, Azerbaycan askerleri binaya ulaştığında sürgünü kabul etti.

Safaryan, 'Evlerimize en fazla üç veya dört gün içinde dönmeyi bekliyorduk' diyor. Aile bu sebeple fotoğraf albümlerini bile geride bırakıyor.

Güney Kafkasya topraklarında yaşanan çatışmalar, bu ay Hadrut'un Azerbaycan kontrolüne geçmeşiyle sona erdi. Safaryan, "Hiç kimse topraklarını, evlerini terk etmeyi beklemiyordu" diyor.

Ermeni göçü, aralarında Azeri Hagigat Hajiyeva'nın da bulunduğu, Sovyet sonrası cumhuriyetler arasında 600 bin Azerinin Karabağ üzerindeki savaştan kaçtığı otuz yıl öncesinin bir başka örneğini yansıtıyor.

O da 1992'de sürgün edildiğinde, Hadrut'a 100 km'den daha yakın olan memleketi Şuşa'yı kısa süreliğine terk ettiğine de inanıyordu.

Hajiyeva, "Şuşa'dan ayrıldığımızda her şeyin sakinleşeceğini ve geri döneceğimizi düşünüyorduk" diyor ve ekliyor:

"Şehrin Ermeni işgalinden sonra ailem [Azerbaycan'ın başkenti] Bakü'ye yerleşti, ama biz yine de 'Yakında döneceğiz' diye düşündük. Bu asla olmadı."

 

Sığınakta doğdular

Altı haftalık Karabağ savaşında Azerbaycan'ın Ermenistan'a karşı kazandığı zafer, on binlerce Ermeni sakini, birer mülteciye dönüştürdü.

28 yaşındaki Safaryan, bir 'savaş kuşağının' bir parçası olduğunu söylüyor.

Hem o hem de kız kardeşi, iki ülke arasındaki 1988-1994 ihtilafında annesinin zamanının çoğunu geçirdiği yeraltı sığınağında doğdu. Bittiğinde, Azeri nüfusunun çoğu Karabağ'dan çıkarılmıştı ve Ermenilerin Artsakh dedikleri bölgedeki zaferi, çocukken duyduğu hikayelerle hafızasına işlendi.

"Filmler, belgeseller izliyordum, savaş ve Artsakh'ın kurtuluşu hakkında kitaplar okuyordum" diyor.

Azerbaycan bir gün Karabağ'ı geri alacağına yemin etmişti, ancak Safaryan dağlar ve Ermeni yiğitliği masalları ile kendini korunmuş hissederek büyüdü.

"Coğrafi olarak Hadrut çok iyi korunuyor ve alınması neredeyse imkansızdı" diyor ve ekliyor: "Korunuyor olma duygusu beni hiç terk etmedi. Bu son savaşta bile askerlerimizin kazanmak için her şeyi yapacağından yüzde 100 emindim."

 

Sovyetler dağılmaya başlayınca

1990'ların Karabağ savaşı, onlarca yıllık Sovyet kontrolü tarafından kontrol altında tutulan milliyetçi duyguların tırmanışıydı.

Safaryan, "Ermeniler ve Azeriler birlikte yaşıyorlardı ama güven yoktu" diyor. "Komşularımız vardı, belki de arkadaşlarımız vardı, ama bu güvenilir bir şekilde bir arada yaşamak değildi."

Bakü'deki evinde konuşan 72 yaşındaki Hajiyeva, SSCB'nin sallanmaya başlamasıyla bölgedeki Ermenilerin protestolar düzenlediğini hatırlıyor:

"Ermeni komşuma neyi protesto ettiklerini sordum ve daha fazla tiyatro ve sinema istediklerini söyledi. Daha sonra bunun Ermenistan ile birleşme çağrısı olduğunu öğrendik."

 

'Tüm şehir bombalanıyordu'

Bu yıl 27 Eylül sabahı, Ermeni bölgesel yönetiminde çalışan Irina Safaryan, Stepanakert'teki evinin yakınında patlamaların sesiyle uyandı: "Penceremi açtım ve tüm şehrin bombalandığını gördüm."

Hadrut'a ilk saldırılar, ailesinin evinin yakınındaki askeri bölgelerdeydi. "Ailem yeni uyanmıştı ve savaşın başladığını anladılar."

Ailesi sonraki haftaları kızlarının doğduğu aynı sığınakta geçirdi. Safaryan, "Bazı günler güneşi görmek veya temiz hava almak için dışarı çıkamıyorlardı bile" diyor ve ekliyor: "Çok kötü günlerdi, çok zor günlerdi."

Kasabanın Azeri askerleri tarafından işgal edilmesinden iki gün önce, Ekim ortasında Hadrut'tan tahliye edildiler.

Türk ve İsrail drone teknolojisi de dahil olmak üzere petrol zenginliğinden kaynaklanan askeri harcamalardaki artış, çatışmanın kararlı bir şekilde Azerbaycan'ın lehine dönmesine yardımcı oldu.

"Büyüdüğümüz ve oynadığımız tüm sokak Azeriler tarafından yakıldı" diyor Safaryan. "Çocukluğumdan hiçbir şey bırakmadılar. Oradan gelenler bize her şeyi yaktıklarını söylediler."

Karabağ'ın Ermeni hükümeti tarafından öldürüldükleri açıklanan 1.170'den fazla asker arasında oynayarak büyüdüğü birkaç çocukluk arkadaşı da  vardı.

Safaryan'ın ebeveynleri şimdi Erivan'da büyükanne ve büyükbabasıyla kalıyor. "Onlar sadece duruyor" diyor. "Ne yapacağımızı anlamaya çalışıyoruz."

 

'Kendimizi aşağılanmış hissettik'

Hajiyeva, 1994'ten sonra Karabağ'dan ilk savaşta yerlerinden edilen Azerilerin durumunun Azerbaycan'da milli bir dava haline geldiğini, sürülme duygusunun asla azalmadığını söylüyor:

"Bazı insanlar, şehrinizi neden terk ettiniz diyordu. Bizi bir nevi suçluyorlardı. Şehrimizi terk etmek zorunda kaldığımız için kendimizi aşağılanmış hissettik."

25 yaşındaki torunu Süleyman, ailenin kaçmasından sonra dünyaya geldi, ancak Şuşa'daki hayatlarının hikayelerini dinleyerek büyüdü.

Aile evinin kaderini uydu haritalarını ve şehirden çevrimiçi olarak yayınlanan videoları kullanarak takip etti. "Ev işgalden sağ çıktı" diyor Hajiyeva: "Şehrimde neler olup bittiğini görmek için Şuşalı bazı Ermenileri sosyal medyada takip ettim."

Şehre taşınmanın gerçekliği sandığından daha karmaşık olabilir. "Şimdi arkadaşlarım, işim, hayatımdaki her şey Bakü'de" diyor. "Ama her zaman Şuşa'ya döndüğümde yeni hayatıma sıfırdan başlayacağıma kendimi hazırlamıştım."

 

'Döndüğümüzde toprağı öpeceğiz'

Hajiyeva, bunca yıl sonra, döneceklerine inancını kaybetmiş olduğunu ve yine de geri döneceğini söylüyor. "Şuşa'nın kurtarıldığını duyduğumda saatlerce ağladım" diyor ve ekliyor: "Bu duyguyu kelimelerle anlatmak imkansız. Oradaki toprağı öpeceğiz."

Şimdi Ermenistan'da sınırın ötesindeki Safaryan gibi mülteciler evlerine dönmek için beklemeye başladılar. Safaryan, "Artık kimse değilmişim gibi hissediyorum" dedi.

'Yaşadığım ve uğruna savaştığım her şey - Hadrut'ta ve Artsakh'daki her köy ve şehirde büyük projeler için planlar yapıyordu- sona erdi ve şimdi hiçbir şey yok. Ne savaşacak ne de uğruna yaşayacak."

(GUARDIAN’dan aktaran BİANET.ORG – Aralık 2020)