1974’te savaş esnasında henüz birkaç aylık bir bebek olan Birgül Kılıç Yıldırım için Pelargon marka südü bulup getiren Kıbrıslırum’un “kayıp” yakını Andreas Efstatiu olduğu ortaya çıktı… Efstatiu, “kayıplar”la ilgili çalışmalarımızda yıllardır bize yardım ediyor ve dokuz yıl önce, 9-11-12-13 Temmuz 2011 tarihlerinde bu sayfalarda onunla yaptığımız röportajımızda, kendisi gerçekten de bir Kıbrıslıtürk askerle Kanlıdere’nin içinde buluşarak bu Kıbrıslıtürk’ün küçük bebeği için süt getirdiğinden söz etmişti… Dün telefonda konuştuğumuz Andreas Efstatiu, “Barikatlar açılır açılmaz, o günlerde benimle birlikte olan arkadaşım Pambos’u da yanıma alarak geleceğim ki birlikte Mehmet Bey’i ziyaret edelim, o günlerde süt getirdiğim bebeği yani kızı Birgül Hanım’la tanışabilelim… Çok mutluyum” diye konuştu…
DEREBOYU’NUN İKİ YAKASINDAN ASKERLER DERENİN İÇİNDE BULUŞUYORDU…
1974’te savaşta ve savaş sonrasında Dereboyu’nun iki karşı tarafında konuşlanmış bazı Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırum askerler, ortalık yatıştığı zaman derenin içine inerek bir araya geliyorlar ve birbirlerine sigara, şamişi gibi şeyler veriyorlardı… Andreas Efstatiu da o günlerde geçtiğimiz günlerde bu sayfalarda yer vermiş olduğumuz Mehmet Hulusi’yle bir araya gelmekteydi ve Mehmet Hulusi, henüz dört-beş aylık bebeği için Pelargon marka süt getirmesini istemişti Andreas Efstatiu’dan…
“Gidip bir eczaneden bulup getirmiştim… Bana iki katı para vermeye çalışmıştı Mehmet Bey ama ben kabul etmemiştim ama o ısrar etmiş ve iki kutu daha getirmemi istemişti… Gidip südü bulup getirmiştim… Bebeğinin bu südü içmesi lazımdı ama savaşın yarattığı o kaos içerisinde, bu südü bulamıyorlardı… Birkaç kez bu südü getirdiğimi hatırlarım… Hatta bu bebek südünün içinde bir de plastik ölçü kaşığı vardı… Eczacı bana nasıl kullanılması gerektiğini de tarif etmişti” diyor Andreas Efstatiu… “Biz üç kişiydik, ben, arkadaşım Babmos Galoyero ve arkadaşım İlias Pissaridis… Arkadaşım Bambos da Mehmet Bey’e tereyağı getirdiydi, Mehmet Bey de ona şamişi getirdiydi…” diye anlatıyor…
“BARİKATLAR AÇILIR AÇILMAZ BULUŞACAĞIZ…”
“Barikatlar açılır açılmaz” diye konuşuyor Andreas Efstatiu, “arkadaşım Bambos’u da yanıma alıp geleceğim, birlikte gideriz ve Mehmet Bey’i neredeyse ziyaret ederiz, süt getirdiğim kızı Birgül Hanım’la da tanışırız” diyor Andreas Efstatiu…
Birgül Kılıç Yıldırım’ın öyküsünü bu sayfalarda yayımlamıştık ve internette de yaygın biçimde paylaşmıştık: Birgül Hanım, küçük bir bebekken kendisine süt getiren Kıbrıslırum askeri arıyordu, “Annemle babam hep minnet duyuyor ona ama ben onu bulup teşekkür etmek istiyorum” diyordu…
İNSANİ ÖYKÜ HERKESİ ETKİLEMİŞTİ…
Bu etkileyici ve insani öykü, bir anda internette yaygın biçimde paylaşılmaya başlamıştı… Aynı şekilde Birgül Hanım’a yardım eden Panikos Stiliyanu da bu öyküyü çok yaygın biçimde gruplarda paylaşıyordu. Mustafa Billur da bizim sayfamızda yayımlanan fotoğrafları alarak, Panikos Stilyanu’nun çağrısıyla birleştirerek internette paylaşmış ve bu durum en nihayet CITY PRESS adlı Sigma TV’ye ait internet haber sitesinin dikkatini çekmişti… Onlar da Birgül Hanım’ın 1974’te kendisi için süt getiren Kıbrıslırum’u aradığını haberleştirerek, sayfamızda yer alan fotoğrafları da kullanarak bu Kıbrıslırum’u arayışı sürdürmüşlerdi…
Nihayetinde Haralambos (Bambos) Galoyero, bu siteye bir açıklamada bulunarak südü getirenin Andreas Efstatiu olduğunu açıklıyor ve kendisi ile İlias Pissaridis’in o günlerde Dereboyu’nda görevli bazı Kıbrıslıtürk askerlerle derenin içinde buluştuklarını aktarıyor…
Biz de Bambos Galoyero’yu aradık, kendisinin Larnaka’da yaşadığını söyledi bize… Andreas Efstatiu’yu da aramış ve Birgül Hanım’ın kendisini aradığını söylemiş…
DOKUZ SENE ÖNCEKİ RÖPORTAJDA BAHSETMİŞTİ…
Aslında Andreas Efstatiu, 1974’te bu bölgedeyken bazı Kıbrıslıtürk askerlerle derenin içinde buluştuklarını dokuz sene önce kendisiyle yapmış olduğumuz röportajda belirtmiş ve o dönem derenin içinde çekilen fotoğrafları da bize vermişti, biz de bunları yayınlamıştık… Fotoğrafta bulunan şahıslardan birisinin Mehmet Cengiz olduğunu, okurlarımızın yardımlarıyla bulmuştuk… Efstatiu bize bir Kıbrıslıtürk’ün bebeği için süt getirdiğini yine dokuz sene önceki bu röportajda anlatmıştı ve biz de bu röportajı 9, 11, 12 ve 13 Temmuz 2011 tarihlerinde bu sayfalarda yayınlamıştık…
Birgül Hanım, “O dönem babamın hastalığıyla uğraşıyorduk ve fark etmedik bunu” diyor bana dün konuştuğumuz zaman… O da çok mutlu… Eşi Cemal Yıldırım, bu konuda bir belgesel film hazırlıyor ve bu etkileyici ve insani öyküyü, filmcilik becerileriyle ölümsüzleştirmeyi hedefliyor…
“Barikatlar açıldığında, Andreas Efstatiu’yla buluştuğumuzda, onunla da çekimler yapacağız inşallah” diyor Birgül Hanım ve babasının bu habere yani Andreas Efstatiu’nun bulunmuş olması haberine çok sevineceğini söylüyor…
RÖPORTAJDA NELER YAZMIŞTIK?
Andreas Efstatiu bir “kayıp” yakını… Aynı zamanda tanıştığımız günden bu yana bize “kayıplar”la ilgili olarak canla başla yardım etmiş çok değerli bir arkadaşımız… Onunla dokuz yıl önce yapmış olduğumuz röportajı bir kez daha iktibas etmek istiyoruz bu sayfalara ki herkes onun ne kadar büyük bir insani yüreğe sahip olduğunu görebilsin, kavrayabilsin… Andreas Efstatiu ile Mehmet Hulusi’nin dostlukları herkese örnek olsun…
9-11-12-13 Temmuz 2011 tarihlerinde bu sayfalarda yer alan röportajımızda şöyle demiştik:
“…*** Kardeşi Petros Ortaköy’de “kayıp” edilen Andreas Efsthatiu anlatıyor...
Ortaköylü Kıbrıslırum çocuğun öyküsü...
Andreas Efstathiu’yla tanışıncaya kadar bir zamanlar Lefkoşa’nın Ortaköy bölgesinde Kıbrıslırumlar’ın yaşadığını bilmiyordum... Toplumsal belleğimiz öyle bir dezenfekte edilmiş ki, bir zamanlar bu adacıkta çokkültürlü bir yaşam olduğuna dair tüm izler silinmiş... Andreas Efsthatiu’nun ailesi Ortaköy’de yaşıyormuş, Andreas’ın çocukluğu da Ortaköy’de geçmiş – ta 1963 yılı sonlarına kadar Ortaköy’de yaşayan Kıbrıslırumlar varmış... Bu konulara meraklı Girneli bir okuruma, “Kıbrıslırumlar Ortaköy’de de yaşıyormuş” dediğimde, “Neçin? Bilmezdin? Dolfin diye bir eğlence yeri vardı, sanırım Türk Alayı’nın Ortaköy’deki gazinosunun yerindeydi bu Dolfin Kulübü” diyor... “O bölgede Kıbrıslırumlar’a ait mallar vardır...”
Andreas, Ortaköy’de bir Kıbrıslıtürk arabacıya yardım ediyormuş – bu arabacının adını hatırlamıyor – arabacının iki atı varmış... Küçük Andreas da, bu atlara bakıyormuş... At sevgisi işte ta o zamandan yüreğinde yer etmiş ve bütün hayatı boyunca at sevgisi devam etmiş, her zaman atları olmuş – hatta şimdi at yarışlarında da bir atı bulunuyor...
Andreas Efstatiu, bir zamanlar Kıbrıs’ın “motocross” şampiyonuymuş... Evinde gururla sergilediği kupaları da var... O dönem lakabı “Alkapon” imiş – motosiklet şampiyonluğundan kalma bir lakap bu... Eşiyle de tanışıyoruz, eşi bir terzi ama diktiği giysileri kendi dizayn ediyor... Kızı ve oğluyla da tanışıyoruz – oğlu da bir sporcu, bir futbolcu... Kızı ise gıda uzmanı – bu alanda doktorasını yapmış, Baf bölgesinde bir lisede “Ev Ekonomisi” dersleri veriyor ama aynı zamanda Lefkoşa’da bir üniversitede de hocalık yapıyor...
Andreas Efstathiu, RİK televizyonunun “Biz-Emiz” ekibi tarafından yaşamım ve “kayıplar”la ilgili çalışmalarıma ilişkin çekilen iki bölümlük belgeseli izledikten sonra aramıştı beni...
“İyi bir iş yaptığına inanıyorum” demişti...
O da bir “kayıp” yakınıydı...
Kardeşi 1964 yılında Ortaköy’de “kayıp” edilmişti...
Andreas Efsthatiu, 1974’te ikinci harekattan sonra, güneydeki İngiliz Elçiliği binası yakınlarında askerliğini yaparken, Eylül 1974’te pek çok Kıbrıslıtürk’le karşılaşmıştı...
“Derenin iki yanındaydık, dereye iner ve buluşurduk” diyordu...
O günlerde çektikleri fotoğrafları da saklıyordu ve fotoğraflardaki Kıbrıslıtürkler’i bulmak istiyordu...
Bir tanesinin adı Mustafa imiş.... Bir diğerinin adı ya Ahmet, ya da Mehmet imiş... Sesi çok güzelmiş, şarkı söylermiş, Andreas, “İstemem babacığım istemem adlı şarkıyı söylerdi bize” diye anlatıyor... Bu arkadaşlarını aramış, özellikle şarkı söyleyen arkadaşı Ahmet veya Mehmet’i... Fakat ona Mehmet’in göç ettiğini söylemişler... Ben de bu konuda ufak bir araştırma yapıyorum ve Andreas’ın sözünü ettiği arkadaşının Mehmet Cengiz adlı bir Mağusalı veya Mağusa’da yaşayan bir kişi olabileceğini öğreniyorum ama bu kesin değil... Belki onları buluşturup, o savaş sonrası günlerde Kanlıdere’de buluşan iki arkadaşın onlar olup olmadığını anlamak lazım... Zaten bu sayfalarda yayımlayacağımız fotoğraflarda görülenlerin de kimler olduğunu hatırlayanlar mutlaka çıkacak...
1974’ün Ağustos ayında birbirini öldürmek üzere ellerinde silah mevzilerinde birbirine karşı cepheleşen Kıbrıslılar, bir ay sonra savaş bittiği zaman yani 1974’ün Eylül ayında, yine dostça geçinmeye başlamışlar. Birlikte yemişler, içmişler... Bu da adalıların, Kıbrıslılar’ın, Kıbrıs kültürünün bir karakteristiği, bir özelliği olsa gerek...
“Bir tanesine çocuğu için süt götürürdüm” diye hatırlıyor Andreas, “sigara götürürdüm... Ama Türk askerleriyle böyle bir muhabbet mümkün değildi. Asla yanaşmazdı bize Türk askerleri...”
Andreas’la Şato Statüs’te buluşuyoruz ve konuşuyoruz... Baf’a bazı olası gömü yerleri görmeye gittiğimiz zaman Yeroşibu’ya, evine gidiyoruz, eşi ve evlatçıklarıyla da tanışıyoruz...
Annesi Yanulla, Andreas’a her zaman “İnsanlarla iyi geçineceksin” dermiş... Ortaköy’de yaşadıkları zamanda, ezan okunduğunu duyduğu zaman annesi yaptığı işi bırakırmış, ezanın bitmesini beklermiş – Kıbrıslıtürkler’e bu denli saygılıymış... 1974’te savaş günlerinde oğlu askere gideceği zaman, “Hiçbir zaman başkalarını öldürmeyeceksin” diye öğüt verirmiş oğluna... Çok iyi yürekli, çok insancıl bir kadınmış... Andreas, annesini büyük bir sevgiyle anıyor... Onun önerdiği şekilde yani barışçıl biçimde, kimseye incitmeden, dostluklar kurarak, arkadaşlıklar kurarak hayatını sürdürmeye çalışıyor...
Kardeşi 1966 veya 1967’de Ortaköy’den “kayıp” olan Andreas Efsthatiu, bizimle tanışıncaya kadar onu resmi “Kayıplar Listesi”ne kaydetmemişti. Ancak tanıştıktan sonra kardeşini “Kayıplar Listesi”ne koydurmak üzere DNA örneği verip, Kayıplar Komitesi’ne başvuru yaptı... Bu da sevindirici bir şey çünkü 47 yıldır “kayıtsız kayıp” olan kardeşi, bundan sonra hiç olmazsa kayıt altına alınmış bir “kayıp” olacak – herhangi bir zamanda ondan geride kalanlar bulunursa, hiç olmazsa eşleşebileceği DNA örnekleri, Genetik Laboratuvarı’nda bulunacak...
Ortaköylü Andreas Efsthatiu’yla yaptığımız röportaj şöyle:
SORU: Andreas bize biraz ailenden söz eder misin?
ANDREAS EFSTHATİU: Trahona’da (Kızılbaş) doğdum, 1955’te. Babamın iki evliliği olmuştu – ilk eşinden beş, ikinci eşinden yedi çocuğu vardı. Ben ikinci eşinden olan evlatlarındanım. Babam KEM’de çalışırdı, bu bir otobüs şirketiydi. Orada işçiydi babam... Babamın adı Morfu, annemin adı Yanulla. KEM’de çalıştığı için Lefkoşa’daydı...
SORU: Bana Ortaköy’de yaşadığınızı söylemiştin... Ortaköy’den neler hatırlıyorsun?
ANDREAS EFSTHATİU: Ortaköy’de yaşıyorduk, Kıbrıslırumlar azınlıktaydı ama Kıbrıslıtürkler’le birlikte yaşıyorduk... Çok iyi ilişkilerimiz vardı Kıbrıslıtürkler’le... Annemin çok iyi arkadaşları vardı Kıbrıslıtürkler arasında, işi olduğunda kızkardeşimi bir Kıbrıslıtürk arkadaşına bırakırdı – o Kıbrıslıtürk arkadaşı da bazan çocuklarını bize bırakırdı – birbirlerinin çocuklarına bakarlardı yani...
1962’de hatırlıyorum, derenin yakınında bir arkadaşımız vardı – bir şey olmuştu ve ölmüştü bu arkadaşımız, Kıbrıslıtürk’tü... Sanırım derede boğulmuştu... Onların evine gitmiştik başsağlığına. Çok iyi arkadaştık bu çocukla, çok küçük yaşta ölmüştü... Onu nasıl yıkadıklarını, nasıl gömdüklerini falan hatırlıyorum...
En iyi arkadaşım bir Kıbrıslıtürk arabacıydı... Bu arabacının atları vardı, ben derenin yanına gider, onun atlarına bakar, atlarına binerdim. Ona yardım ederdim... Ancak 2003’ten sonra barikatlar açılıp da onu aradığımda, onun vefat ettiğini öğrendim. Gidip evini de buldum... Kızı şimdi bizim evde yaşıyor... Kızının eşinin adı Talat’tır. Ortaköy’ün ortasında bir kahvehane vardır, büyük bir ağaç vardır o kahvehanede... Bu kahvehane, Talat’a aittir. Ortaköy’de herşeyi çok net hatırlarım, bu yüzden oraya gittiğimde tak-tak-tak herşeyi gider kolaylıkla bulurum...
Lefkoşa’nın içini avucumun içi gibi bilirim, her sokağı, her caddeyi... Eskilerden hatırladığım bir Kıbrıslıtürk ayrancı vardı mesela, “Bikşaşis” derdik kendisine, çok güzel ayran yapardı Surlariçi’nde... Gene Ayasofya (Selimiye) yakınlarında birisinden gidip şiş kebap alırdık, çok güzel kebap yaparlardı orada...
DEVAM EDECEK