“Barikatlardan kapılara: Kıbrıs’ta yeni geçiş kapılar meselesi…”

Sevgül Uludağ

Layık Topcan

“Barikatlar ve yollar kapalı…”

Bu sözler, küçücük bir çocukken beynime kazındı. Mağusa’da yaşıyorduk, babamın görevi nedeniyle. Yıllarca Lefkoşa’ya gelemedik, Baf’taki köyümüz Melatya’ya gidemedik.

Yollar ve barikatlar kapalıydı çünkü!

1968’de Lefkoşa’ya taşındık, babamın Lefkoşa’ya becayiş olması nedeniyle. Barikatlar açılmıştı.

Lokmacı barikatından “öteki tarafa” geçebiliyorduk. Evimiz Ledra Palace yanındaydı, orada da barikat vardı. Oradan da geçebiliyorduk.

1963’ten itibaren barikatlar kentsel imgelerden biri oldu. Sonra 1974 geldi çattı. Savaş yaşandı, ada ikiye bölündü. Tüm barikatlar kapandı.

ANCAK ÖZEL İZİNLE GEÇEBİLİRDİNİZ…

Hastaysanız, Kızıl Haç aracılığıyla özel izinle “öteki tarafa” geçebilirdiniz ya da ara bölgede, Ledra Palace’ta ya da BM kontrolündeki Lefkoşa Havaalanı’nda iki toplumlu toplantılar için özel izinle geçebilirdiniz.

Zaman içinde “Barikatlar”, “kapılara” dönüştü. Barikat, geçici bir engel ya! Kapı, bölünmüşlüğün kalıcılığının altını kalın kalın çiziyor adeta!

Sonra “reciprocal visits” diye bir ilke benimsendi her iki taraftan karşılıklı geçişler için. Özel izin gerekiyordu. Polise bilgi vermek gerekiyordu.

1997’de Lüksemburg Zirvesi’nde Türkiye, Avrupa Birliği genişleme sürecinin dışında tutulmuş, üyeliği için adaylık statüsü verilmemişti.

Türkiye, AB’yle siyasi diyalogu askıya aldı. Ama asıl ceza Kıbrıslılara kesildi! Barikatlar kapandı, karşılıklı geçişler durduruldu.

Artık, İngiliz Üsler bölgesindeki Pile’de ya da yurt dışında bir yerlerde buluşabiliyordu Kıbrıslılar.

29 YIL SONRA AÇILAN KAPILAR…

2002 Kasım’ında Annan Planı düştü kucağımıza. Sokaklara döküldü insanlar, “Kıbrıs’ta Barış” çığlıklarıyla.

Mevsimi gelmişti artık, barışın ve güzel günlerin. Dağın ardındaki maviliklere sürecektik motorları.

Düdüklü tencere fokur fokur kaynıyordu. Havasını almak gerekiyordu, yoksa patlayacaktı!

2003 yılı, Nisan’ın 22’siydi, Roman Polanski’nin muhteşem filmi “Piyanist”i İzlemeye gidecektik sinemaya. Bir dedikodu dolaşıyordu ortalıkta “yarın kapılar açılacak” diye. Doğru muydu bu dedikodu?

Ertesi sabah Ledra Palace barikatına komşu evimizin önü kıyamet gibiydi. Savaştan 29 yıl sonra kapılar gerçekten de açılmıştı.

Sadece Ledra Palace barikatının açılması yetmeyecekti. Lefkoşa’da ikinci kapı, batıda Kermiya bölgesinde açılacaktı. Günler içinde yollar, kavşaklar hazır duruma getirildi ve Kermiya kapısı da açıldı. 2008 Nisan’ında da Lokmacı kapısı açıldı.

Tabii, bunların mümkün olmasının arka planını pek bilmiyor insanlar. Arka planda, iki toplumlu bir proje olarak daha savaşın tozu dumanı, acıları geçmeden 1979 yılında başlatılan Nicosia Master Planı, yani Lefkoşa İmar Planı var.

İşte bu plan sayesinde, barikatların kaldırılmasıyla kentin iki tarafının yolları kolayca birleşebildi.

İşin şehircilik ve planlama bölümü önemli yani. Siyasiler bazı yeni kapıların açılması konusunda irade koyabilirler.

Ancak, nerede, hangi esaslara göre, nasıl bir kapı açılacağı, sadece askeri veya siyasal bir kararla sınırlı kalmamalıdır.

Aksi takdirde, yaşamın kolaylaştırılması iddiası ile açılacak herhangi bir kapı, yaşamı daha da zorlaştırabilir

VE GÜNDEMDE YENİ KAPILAR…

Son New York görüşmesinde BM Genel Sekreteri Guterres, Kıbrıslı liderlere yeni geçiş kapıları açılması yönünde misyon yükledi. Bazıları ‘sınırlarımızın delik deşik edileceği’ paranoyası ile pek de haz etmiyor yeni geçiş kapılarının açılmasını.

Aynı endişeler Bostancı, Pirgo-Limnidi, Lokmacı, Aplıç, Derinya kapıları için de belirtilmişti, yıllarca!

Ne oldu? Lokmacı kapısı açıldı, öngörüldüğü gibi Lefkoşa Surlariçi ekonomisi canlandı, arzu edildiği gibi olmasa da.

Aplıç ve Derinya kapıları da açıldı. İnsanların adanın güneyinden kuzeyine, doğusundan batısına erişimleri kolaylaştı, nispeten de olsa!

Ne var ki, bu geçiş kapıları yeterli sayıda değil. Adanın, iş, istihdam, eğlence, dinlence, sağlık, turizm, ticaret ve benzeri yönlerden çekim noktaları arasındaki hareketleri kolaylaştırıcı olabilecek, sınır bölgelerinde ekonomik ve sosyal canlanmayı da sağlayabilecek konumlarda açılmalı yeni geçiş kapıları.

Sadece askeri ve siyasi hassasiyetlerle açılacak yeni geçiş kapıları, hiç hesaplanmamış sonuçlar doğurabilir. O yüzden de plancılara ve ilgili teknik insanlara da kulak verilmeli.

2015 Ülkesel Fizik Planı, mevcut geçiş kapıları yanı sıra bazı yeni geçiş kapıları konusunda da politikalar içeriyor. Ancak, bu planın detaylarının pek bilinmediğini düşünüyorum.

Baksanıza Ülkesel Fizik Planı’na! Kıbrıs’ın her iki tarafında da görev yapan şehir ve bölge plancıları ile, ilgili teknik meslek gruplarının bir araya gelmesine, bu kapıların nerede, hangi esaslara göre nasıl açılabileceğine dair çalışma yapılmasına olanak sağlasanıza!

Daha akılcı, bilimsel ve sürdürülebilir olmaz mı böyle bir tutum?

LURUCİNA, ÇAĞLAYAN MAĞUSA KAPISI, MİA MİLYA…

Örneğin, Lurucinalıların dört gözle beklediği bir durum var: Köylerinin kolayca ulaşılabilir olması!

Oradan bir geçiş kapısı açılması, sınırın her iki tarafı arasındaki geçişlere olanak sağlayacağı için Lefkoşa’nın üzerindeki yükü azaltacak, aynı zamanda köyün ve bölgenin ekonomik yönden canlanmasının önünü açacaktır!

Gelelim Lefkoşa’ya: Sadece bir kapı var araçların geçişi için. Bir taraftan öteki tarafa geçmek uzun kuyruklarda sabır gerektiriyor. Külliye projesi hatırına oralarda yollar, kaldırımlar, kavşaklar elden geçiriliyor.

Yine de yeterli değil bir kapı, araçlarla, özellikle büyük ticari araçlarla geçişler için. Yeşil Hat Tüzüğü var neyse ki; ticareti, ihracatı kolaylaştırıyor.

Bunun için ulaşımı da kolaylaştırmak gerekmez mi? İşte bu yüzden de Mia Milia yani Haspolat’tan da bir geçiş kapısı çok yerinde olur.

Lefkoşa’da temcit pilavı gibi habire Mağusa Kapısı’nın açılmasından söz ediliyor. Açılsın, mutlaka açılsın!

Lakin kentin doğusundaki Çağlayan-Mağusa Kapısı yönünde bir kapı açılması Kermiya-Metehan’daki araç geçişini azaltmaya yetmeyecek ki, kaldı ki bir de şehir içi trafiğini kilitleyecek. Kentin her iki tarafında da.

Çağlayan-Mağusa Kapısı, kentin batısındaki Ledra Palace kapısı ile eşdeğer konumda ve niteliktedir. Her ikisi de surların hemen dışında, kent merkezindedir.

Her ikisinde de araçlara, özellikle büyük araçlara geçiş hakkı verilmesi, kentin güneyinde de kuzeyinde de sıkıntı yaratacaktır.

Lefkoşa’nın batısındaki Kermiya-Metehan kapısına eşdeğerde olabilecek kapı için en uygun yer, kentin doğusundaki Kaymaklı bölgesidir!

Bu bölgede bir geçiş kapısı açılması, araçla geçişlerdeki tıkanıklığı epeyce hafifletecektir.

KORKMAYIN İNSANLARIN TEMASINDAN…

Evet, anlıyorum bu öyle kolayca gerçekleştirilebilecek bir karar değildir. Ehil personel, eğitim, güvenlik önlemleri ve benzeri birçok önlem almayı, düzenleme yapmayı, altyapı ve üst yapı hazırlığını gerektiriyor.

Bunlar ciddi miktarlarda parayı gerektiriyor! Siyasi niyet ve irade varsa gerisi sadece bir takvimleme işidir.

Korkmayın insanların temasından, birlikte iş yapmasından, çocukların, gençlerin, kadınların, meslek insanlarının buluşmasından…

(YENİÇAĞ & Özgür Gazete – Layık TOPCAN – 30.11.2024)


***  GİDENLERİN ARDINDAN…

“Ercan Turgut, henüz 19’unda gencecik bir fidandı…”

AKEL Türkçe sayfasında, Türkiye’de öğrenim görürken faşistler tarafından öldürülen Kıbrıslı gençlerden biri olan Ercan Turgut’la ilgili “Ercan Turgut ve Kıbrıslıtürk tüm demokrasi şehitlerini saygıyla anıyoruz” başlığı altında yer alan yazıda, Ercan Turgut’un kızkardeşi Aycan Saraçoğlu’nun bir şiirine yer veriliyor. Yazıda şöyle deniliyor:

“Gencecik bir fidandın,

Henüz on dokuzunda”

Türkiye’de 1976-1980 yılları arasında faşistler tarafından öldürülen altı Kıbrıslı gençten biri olan ÖDTÜ öğrencisi ve Kıbrıslılar Öğrenim ve Gençlik Federasyonu (KÖGEF) üyesi Ercan Turgut Ankara’da insanlık düşmanı gerici güçlerin saldırısına uğradı, demir sopalarla dövülerek ağır yaralı olarak hastaneye kaldırıldı, ancak kurtarılamadı. Ercan Turgut 23 Kasım 1978 tarihinde henüz 19 yaşındayken yaşama veda etti.

Kız kardeşi Aycan Saraçoğlu’nun şiirinde dediği gibi:

Ercan Turgut abime

MEKTUP

Gencecik bir fidandın,

Henüz on dokuzunda.

Çok uzun zaman oldu.

Şakalarını özlüyorum bugün.

Birlikte, keyifle yedirdiğimiz

Güvercinler, tavşanlar geliyor aklıma.

Özlüyorum yetiştirdiğimiz pembe güllerimizi.

Zeytin toplarken

ağaç dalına astığımız

radyodan gelen şarkılar hala aklımda.

Sadece ben değilim.

Annemin yüreğindeki acı dinmedi hiç.

Babam sana hasret göçtü gitti.

Kardeşlerinin buruk tebessümünde oldun hep.

Abi, kocaman bir Ercan’lar ordumuz var şimdi.

Ercan’larımız büyüdüler.

Senin yerine, onlar büyüdüler.

Senin yaşını geride bıraktılar.

Evlendiler, Baba oldular.

Gençlere her sarılışımda

sen de geliyorsun aklıma her defasında.

Damat bile olamadın.

Bir çift dudak öptün mü,

onu da bilmiyorum.

Memleketi sorarsan abi?

Bağrı hala

Bölük, pörçük.

Toplum dersen

Akşam üçtük,

bugün iki.

Yarın dört olmak için uğraşıyoruz.

Bense barışa, umuda

sevda şiirleri yazıyor…

İki aşkı bir kalbe sığdırıyorum.

Yazdıklarımı da bir şişeye sığdırıp

uzak denizlere atıyorum.

Bulup okuyanlar olsun diye.

Aycan Turgut Saraçoğlu

15 Şubat 2013 – 29 Haziran 2015 / Londra”


***  GİDENLERİN ARDINDAN…

“Sessizce aramızdan ayrılan Türkmen arkadaşımızın ardından…”

Ulus Irkad

Türkmen Vartuğ’u ne zaman tanımıştım? Sanırım 1975 yılında Mağusa’ya geldikten sonra. Hatırladığım kadarıyla Canbulat Lisesi’nde okumuş sonra askerlik yapmış ve Belediye’de çalışmaya başlamıştı. Aslında Limasol’dandı. Anne tarafının Baf-Hirsofulu olduğunu ve benim hanımla da akraba olduklarını kendisi söylemişti bana. Bizimkiler de biliyordu bunu. Hanım da bana doğrulatmıştı bu bilgiyi… Ama daha önce de kayınımla Belediye karşısındaki kafeteryadan tanışıyorlardı. Limasollu olup da onu tanımayan yoktu. Belediye’de çalışanlar da muhakkak halkla haşır neşir olduklarından genellikle tanınırlar.

Türkmen saf, dürüst sessiz bir insandı. Daha genç yaşlarda Mağusa’ya yerleşmiş ve burada kalmıştı. Hiçbir insanı incittiği veya fena söz söylediği de duyulmadı Türkmen’in. Evdimli doktor olarak bilinen manevi babası da doktorluğuyla geçiniyordu ve o da annesiyle birlikte Limasol’dan gelmişti (Doktor aslında Mağusalıydı.) Doktor Evdimli’yi Mağusa’da şakalarıyla tanımayan yoktu. Bir müddet benim de doktorluğumu yapmıştı. Hatta sinüzitime teşhisi de o koymuştu.

SAZLIKÖY…

Türkmen’i gördüğümde hep aileden konuşurduk. Benim gibi esmerdi o da. Afrika kökenlilerin nerelerde bulunabilecekleri ve bir kısmının Limasol, Piskobu, Baf-Poli Hırsofu, Mesarya’da Sinde ve Vadili’de bulunduklarını ama gene büyük bir kısmının Sazlıköy’de bulunduklarını konuşurduk. Benim, ikisi de Kaleburnulu kardeş olan dedelerimin anneleri de oralıydı ve anlatılanlara göre babası esmer olmasına rağmen anneleri beyaz tenli olduklarından iki dedem de beyaz tenliydiler. Kaleburnu’ndaki ve Sazlıköy’deki Mercanların akrabaları olduklarını söylerlerdi ki sonraları bazılarıyla tanışmıştım. Türkmen, benim hanımdan taraf Poli Hırsofulu olduğundan akrabaydı ve onun annesinin akrabaları da oradan gelmekteydi.

Geçmiş senelerde çok nadir olarak buluşmuştuk onunla. Son zamanlarda görmüyordum Türkmen’i. Geçen hafta sosyal medyada ansızın fotoğrafını ve ölüm ilanını gördüm.

Sessizce ayrıldı Türkmen aramızdan. Hem de öylesine sessizce…Tüm Limassol ve Mağusa’daki anılarını çok gerilerde bırakarak…

Ona hoşçakal demekten başka ne gelir ki elimizden… Hoşçakal Türkmen. Elbet bir gün buluşana kadar…