“Ben de isterim” demekle olmuyor bu işler.
Eğer öyle olsaydı herkes “barış güvercini” olurdu bu dünyada…
Pır pır uçan, bembeyaz bir güvercin…
Ağzında da yeşil zeytin dalı…
Amerika Birleşik Devletleri mesela, “dünya barış yıldızı” olmalıydı lafa bakarsanız…
İşe gelince mesele, dünyanın “en büyük silah üreticisi ve satıcısı!..”
Dünyanın her bir yerinde olup-bitenle ilgileniyor üstelik Washington…
Süper devlet ya…
Hem BM Güvenlik Konseyi daimi üyesi…
Bu yüzden yedi kıtaya “barış mesajı” dağıtıp duruyor Amerika…
Bir yandan mesaj dağıtıyor, diğer yandan silah!..
**
“Barış” meselesi konjonktüreldir global siyasette…
O bölgede “barış” gerekiyorsa yapılır, “savaş” lazımsa çıkarılır!..
Dünyanın gidişatına yön verenlerin çıkarı neyse o…
Peki ya “o bölge” halkları?
Onların dediği-diyeceği, yaptığı-yapacağı yok mu?
Kritik soru bu zaten…
Tepeden inme her dayatmaya “eyvallah” çekiyorsa eğer “iç dinamik”ler, o zaman vay o bölgenin konjonktürüne!..
Hem de ne vay…
**
“Barış” algısı görecelidir bir de…
Her “barış” “gerçek barış” değildir yani…
Öyle olsa Ortadoğu’da Filistin-İsrail çatışması imzalanan “barış antlaşması”yla tarihe havale edilirdi.
Irak’a barış ortamı gelirdi.
Afrika’da kabile çatışmalarının, Hindistan’da etnik didişmelerin sonu gelirdi.
Adına “barış” denilen nice girişim, günün sonunda barış getirmedi. İnsanlar ölmekten, sürülmekten, sakat kalmaktan kurtulamadı.
Neden?
Öyle buyurdu Zerdüşt de ondan!..
Yiyecek ekmek bulamayan insanların silah ve mermi bulup birbirini öldürmesi nasıl izah edilebilir ki?
Bakkallarda “okka hesabı” mühimmat satılan fakir ülkelerin durumunu hangi aklı selim teori açıklayabilir ki?
**
Lafla peynir gemisi yol alabilseydi eğer, “barış” çoktan gelirdi Kıbrıs’a…
Öyle ya!..
Herkes “barış”tan söz etmiyor mu?
Yok, sadece gerçek barış gönüllüleri değil…
Aklınıza kim geliyorsa, “barış” istemez mi hepsi de?
Kuzeyde de…
Güneyde de…
Sorun bakalım UBP’ye “savaş isterim” der mi?
Demez…
“Çözüm isterim, amma” der…
Güneydeki “barış isteriz amma”cılar da ekstrası…
Hepimiz barışçıyız yani…
Ama barış yok orta yerde her nedense!..
**
“Barış” bir kültürdür oysa…
“Öteki”nin ezilmediği…
Horlanmadığı…
Dışlanmadığı…
Yok sayılmadığı…
“Azınlık” olanın tepelenmediği…
Yok edilmediği…
Saygı gördüğü…
“Ben” yerine “biz”in öne çıktığı…
“Kazanmak ve yok etmek” yerine “üretmek ve beraber tüketmek”tir barış…
Sevgidir.
Kardeşliktir.
Yürektedir yani iş…
**
Zaten bu yüzden değil midir Kıbrıs’ta “barış” mücadelesi koşullar ne olursa olsun hep “en önemli hedef” olageldi…
Konjonktür uygun olmadı bu coğrafyada barış için, belli…
Dış güçler “barış” için son noktayı koymadı bugüne kadar…
Ama kabul edelim ki, “iç dinamikler” de eline almadı inisiyatifi bütünüyle…
2004 dönemini saymazsak eğer, hiçbir zaman “kalıcı barış” için ayaklanmadı Kıbrıs’ta yaşayanlar…
Referandumda da “tek taraflı” olunca, “baddos” oldu gene iş…
Ama umut orada işte…
O yüreklerde…
Barışa inanan, içselleştiren, kültürünün baş tacı yapanlar var ya…
Her 1 Eylül’de “Kıbrıs’ta barış engellenemez” diyenler…
Umut onlar işte…
(Dünya Barış Günü nedeniyle ‘Barış Ateşi’ni erkenden yakıyoruz. Perşembeden itibaren ‘Barış Ateşi’ özel yayınları Kanal SİM’de… Evet, bu ateş hiç sönmeyecek)