Barış Böyle Kurulur!

Niyazi Kızılyürek

 

 

İkinci Dünya Savaşı sonrasıydı. Nazi Almanya’sı diz çökmüş, Almanya ikiye bölünmüştü. Yeni kurulan Federal Batı Almanya küçük bir ülke sayılıyordu. Egemenlik hakları sınırlıydı.

Fransız kamuoyu, ezeli düşmanları Almanların daha büyük bedeller ödemesini istiyordu. Nefret duyguları hat safhadaydı. Kimi savaş tazminatı istiyor, kimi de Ruhr bölgesinin zenginliklerine ortak olmayı talep ediyordu.

Fakat kamuoyunun bu eğilimlerine rağmen, Fransız dışişleri bakanlığında birileri, Avrupa’da kalıcı barışı sağlamak için harıl harıl çalışıyor, düşünce üretiyorlardı. Başta Jean Monnet olmak üzere, dışişleri bakanı Robert Schuman’ın bütün ekipleri, bakanın gözetimi altında Avrupa Birliği’nin kuruluşuna giden yolda bir dönem noktası olacak bir metin hazırlıyorlardı. Tarihe, “Schuman Deklarasyonu” olarak geçecek metni, bakan Schuman 9 Mayıs 1950 tarihinde düzenlediği bir basın toplantısıyla kamuoyuna duyurdu.

 

Avrupa Birliği’nin kuruluşuna giden yolda bir dönem noktası olacak ve tarihe, “Schuman Deklarasyonu” olarak geçecek metni, bakan Schuman 9 Mayıs 1950 tarihinde düzenlediği bir basın toplantısı ile duyurdu.

“Dünya barışı, onu tehdit eden tehlikelerin büyüklüğü kadar büyük yaratıcılık göstermeden güvence altına alınamaz!”

Schuman basın toplantısına bu sözlerle başlamıştı. Devamında, Avrupalı ulusların barışa kavuşması için Almanya-Fransa çekişmesinin son bulması gerektiğine vurgu yapıyordu ve yaratıcı önerisini yapıyordu. Buna göre, Almanya ve Fransa’nın çelik ve kömür üretimi yetkili bir yüksek mercii tarafından denetlenecek, bu anlaşmaya katılmak isteyen diğer Avrupa ülkelerine de kapı açık olacaktı.

Schuman, ortak çıkarlar etrafında karşılıklı bağımlılık ilişkisi oluşturulmadan barışa erişmenin mümkün olmayacağını söylüyor ve bunun, barışı korumanın gereği olan Avrupa Federasyonu’nun oluşumunda somut bir adım olduğunu vurguluyordu.

Kamuoyu böyle bir açılıma hazır değildi. Nitekim basın toplantısında bir gazeteci, “yani bu, boşluğa atılmış bir adım mı” diye tepki gösterdiğinde, Schuman başını sallamakla yetinmişti.

Yaralarını sarmaya çalışan Federal Almanya öneriyi kabul etti ve Avrupa Birliğine dönük büyük yolculuk da başlamış oldu.

Aslında Avrupa’nın birliği fikri eskilere dayanıyordu. Avrupalı entelektüel ve düşünürlerin her zaman gündemindeydi. Örneğin Victor Hugo, Yürütmenin, Yargının ve Yasamanın ayrı ayrı Fransa, İngiltere ve Almanya’da olacağı Birleşik Avrupa’dan söz ediyordu. Nietzsche ise Avrupa’yı “Asya’nın küçük yarım adası” olarak tanımlıyor ve birleşmesini savunuyordu. Avrupa içinde ayrı ayrı “anavatancılık oynamayı” bir kenara bırakıp, ulus-üstü bir milli bilincin gelişmesinden bahsediyor, buna “anavatan olarak Yeni Avrupa bilinci” diyordu.

Aydınlar kadar, bazı politikacı ve ülkeler de zaman zaman Birleşik Avrupa fikrinden söz ederlerdi. Fakat ilk somut adım Schuman ve Monnet’den geldi. Elbette, koşullar da buna uygundu.

Yine de Robert Schuman’ın kimliği ve kişiliğinin önemi yadsınamaz.

Schuman, 29 Nisan 1886 tarihinde Lüksemburg’da Fransız asıllı biri olarak dünyaya geldi. Almanya 1870 yılında Alsas-Loren bölgesini Fransızlardan aldığı için, Alman vatandaşı olarak yaşıyordu. Alman üniversitelerinde okudu ve Birinci Dünya Savaşında Alman ordusuna katıldı. İkinci Dünya Savaşında Fransa Alsas-Loren bölgesini Almanlardan geri alınca, Schuman hayatına Fransa’nın yurttaşı olarak devam etti ve dışişleri bakanı koltuğunda oturup Avrupa Birliğinin kurucu babaları arasında yer aldı. 1962 yılında politik yaşamdan ayrıldı ve köyüne çekildi. 1963 yılında orada öldü.

Görüleceği gibi, Robert Schuman aslında hayatını hem Fransız hem de Alman olarak yaşadı. Bu iki ülke arasında barışın mimarı olması tesadüf olmasa gerektir.

Kuşkusuz, barış için hepimizin “çift-kimlikli” olması gerekmez. Fakat empati yaparak ötekini anlamaya çalışmadan da barış kurulamaz!

Cesaret olmadan, kamuoyu baskısına yeni düşerek veya bir sonraki seçimi düşünerek de barış olmaz. Robert Schuman’ın bize öğrettikleri bunlardır...