Barış Önel: Asrın Stratejisi ve Su Meselesi

Gençler Yazıyor

Barış Önel
barisonel91@gmail.com

 


Kıbrıslı Türkler’in aylardır gündemini meşgul eden bir mesele, Türkiye’den adaya su getirilmesi. “Asrın Projesi” olarak nitelendirilen ve hiç şüphesiz Kıbrıs’ın genelinde bir çok değişime ve gelişime sebep olabilecek bu proje, aynı zamanda bir çok felakete de sebep olabilir nitelikte.. Peki suyu neden biz yönetmeliyiz?

Türkiye-Kuzey Kıbrıs İlişkileri’ne Giriş

Suyun Kıbrıs’a getirilmesindeki önemi anlamak adına, öncelikle işin teknik kısmı olan ve Ortadoğu siyasetinin politik ilişkilerini anlamak için elzem olan “Yumuşak Güç” ve “Sert Güç” kavramlarını incelemek gerekir. “Yumuşak Güç”, bir ülkenin bir başka ülkeye kendi çıkarlarından hareketle istediği bir politika ve/veya tutumu karşı ülkenin kamuoyunun gönüllerini kazanarak uygulamaya koydurabilmektir. “Yumuşak Güç’te” önemli olan unsur, bir diğer ülkede kendi çıkarlarınıza yönelik kamuoyu yaratmaktır. 1. Cumhurbaşkanı Rauf Raif Denktaş görevde iken TC ile olan ilişkiler genel minvalde bu düzeyde yürütülmüş ve tabiri caizse Sn. Denktaş kendi rızası ile TC’nin Kuzey Kıbrıs’taki çıkarlarını korumak için bir “yumuşak güç aracına” dönüştürülmüştür. Sn. Denktaş’ın özellikle 2000 yılından önce daha milliyetçi bir çizgiye sahip olan Kıbrıslı Türk’lere hitap ettiği gerçeğinden hareketle, uzun bir süre TC-Kuzey Kıbrıs ilişkileri de bu yönde gelişmiş oldu.

2000’lerin başından itibaren siyasal bir dönüşüme şahit olan Kıbrıslı Türkler, AKP  hükümetleri ile olan ilişkilerinde alışık olmadıkları bir baskı ile karşı karşıya kaldı.  Annan Planı döneminin sonrasında AKP hükümetleri “Sert Güç” kullanımına ağırlık verdi. “Sert Güç” kavramı, bir ülkenin bir başka ülkeye baskı veya tehdit ile, kamuoyuna rağmen yaptırdığı icraatlar olarak değerlendirilir. AKP hükümetlerinin bu tavrı, daha önce samimi bir havada seyreden Kıbrıslı Türkler ile Türkiye hükümetlerinin ilişkisini bir anda buza çevirdi. İradelerine yönelik hareketlere seyirci kalmayan Kıbrıslı Türkler, gerek örgütlü gerekse örgütsüz olarak bir şekilde günlük hayatlarında bu sürece isyan etmeye başladılar. Öyle ki, bu sürecin sonunda yurdundan umudunu kesip sandıkları boykot edenler de oldu, “Türkiye ne derse o olur, artık buradan bir şey olacağı yok” deyip, göç yollarına düşenler de. Bu ilişki düzeyi ve Türkiye’den kontrolsüz olarak Kıbrıs’a göç eden TC vatandaşları nedeniyle sosyolojik ve psikolojik olarak çeşitli travmalar geçiren ve halen daha birçoğunun içinde olan Kıbrıslı Türkler, şu anda bir isyan halinde.

Suyun yönetiminin kimde olacağının önemi, burada yatıyor. Kıbrıslı Türkler’in iradesinin yok sayılabileceği bir yönetim şekli kabul edilemez. Kıbrıslı Türkler’in dayatmalara ve ekonomik anlamda güçsüzlüğünün bir siyasi araç olarak kullanılmasına karşı, isyanları var!

“Asrın Stratejisi”

Bahsedilen güç politikaları ile Türkiye Cumhuriyeti aslında “Asrın Projesine” değil, “asrın stratejisine” imza atmış bulunuyor. Suyun Kıbrıs’a gelmesi, çözüm olsa da olmasa da Türkiye Cumhuriyeti’nin işine yarıyor, çünkü adada bir çözüm olması halinde adanın tümünü, sağladığı stratejik öneme sahip yeraltı kaynağı ile tehdit edebilecek bir pozisyona gelecek. Kıbrıslıların gündelik yaşantılarındaki kalitenin yükselmesinden, üreticinin de bir numaralı dayanağı olacak olan ve ekonomik planların var olan değil, gönderilecek olan suyun da hesaba katılarak düzenleneceğini hesap edersek gelen su, birleşik bir Kıbrıs’ın tahakküm altına alınmasına yol açabilir. Bunun haricinde, adayı bir köprü olarak da kullanabilecek olan Türkiye Cumhuriyeti, yaptığı sistemin aynısını devam ettirerek Mısır’a ve İsrail’e de erişip su ve suyun ötesinde doğalgaz ile petrol hatları ortaya çıkarabilecek. Bu noktada hem ticari, hem de politik anlamda Türkiye Cumhuriyeti’nin elini güçlendiren bu su hattı, bir çok şeye de gebedir.

Peki çözüm olmazsa?  Suyun yönetiminin Kıbrıslı Türkler’de olmadığı bir çözümsüzlüğün arefesinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin Kıbrıs’a daha da fazla müdahale edebilirliğini göreceğiz. “De-jure” (hukuki olarak) olmasa bile “De-Facto” (gerçekte) olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasal çıkarları doğrultusunda yönetilmeye başlanan bir KKTC ile karşı karşıya kalacağız. Dolayısıyla, Kıbrıslı Türklerin Kıbrıs’ın Kuzeyinde iradelerinin yansıması daha da zorlaşacak. Göçler daha da fazlalaşacak. Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasi, ekonomik ve askeri anlamda çıkarları korunurken, Kıbrıslı Türkler kendi yurtlarından yabancılaştırılacak.

Yani..

Suyun Kıbrıslı Türkler tarafından yönetilmesi, zaruridir. Çünkü bir başka ülkenin kontrolünde olan bir yeraltı kaynağı ile yapılacak olan herhangi bir ekonomik program, o ülkenin tüm çıkarlarını gözetmek zorundadır. Türkiye Cumhuriyeti ile Rusya arasındaki kriz sonucunda ortaya çıkan doğalgaz açığı, Katar ve Irak’tan sağlandı. Fakat ambargolar altında yaşayan Kıbrıslı Türkler’in bu veya buna benzer bir seçenekleri yok. Türkiye Cumhuriyeti’nin çıkarlarını gözetmeyen her adım, Kıbrıslı Türkler’in yüzüne “vanayı kapatırım” tehdidi olarak geri dönecektir. Halihazırda sağlıklı olmayan ve Kıbrıslı Türklerin rahatsız olduğu bu ilişki düzeyinin şiddetlenerek devam etmesi, toplumsal travmalarımızı ve yaralarımızı daha da derinleştirecektir. İşte bu yüzdendir ki, ekonomik olarak bağımsız olmayan Kuzey Kıbrıs’ta suyun yönetiminin Türkiye Cumhuriyeti tarafından yönetilmesi, toplumsal intiharımız olacaktır. Bu yüzdendir ki, vakit, samimiyetimizin sınanması vaktidir. Gerek sendikaların, gerek sivil toplum örgütlerinin, gerekse tüm sol partilerin su konusunda Kıbrıslı Türkler’in çıkarlarını ve geleceklerini gözetmek adına elini taşın altına koyma vaktidir. Bu işin sonunda, ak koyun kara koyun belli olacak ve Kıbrıslı Türkler bir kez daha şahit olacak. Bir maaş daha almak mı önemli, yoksa 40 yıl daha bağlı olmamak mı.. Ernesto Che Guevara’nın da dediği gibi;
“Dizlerimin üzerinde yaşamaktansa, ayaklarımın üzerinde ölmeyi tercih ederim.”