“Barış, savaştan daha çok cesaret gerektirir…”

Sevgül Uludağ

 

Uluslararası Barış Günü’nde savaşta yakınlarını kaybetmiş olan İsrailli ve Filistinli aileleri bir araya getiren “Aileler Muhiti” Amerikan Senatosu’ndaki senatörlerle birlikte barış sloganları taşıdılar…

İsrail’den ve Filistin’den yakınlarını kaybetmiş olan aileleri yıllardır bir araya getirerek “Düşmanın insani yüzünü” tanımaya çalışan, empati kurmaya çalışan İsrailli ve Filistinli ailelerin oluşturmuş olduğu “Aileler Muhiti” (The Parents Circle) “Biz yeni üyeler istemiyoruz çünkü biz İsrail ve Filistin’de şiddet döngüsünün sona ermesini istiyoruz çünkü bu çatışma, her iki taraftan da masum insanların yaşamlarına maloluyor” diyorlar.

Diyalog toplantıları, barış aktiviteleri ve birbirlerine “kayıpları”nı anlattıkları atölye çalışmaları düzenleyen örgüt, çatışmalarda yakınlarını kaybetmiş olan 600 kadar İsrailli ve Filistinli aileden oluşuyor. Onları birbirine bağlayan ortak nokta, çatışmada bir aile fertlerini kaybetmiş olmak. İntikam yoluna girmek yerine, yeniden yakınlaşma ve barış yolunu seçiyorlar…

Şiddete karşı durarak, propaganda ve karşılıklı suçlamalardan kaçınarak, aileleri bir araya getiren örgüt, kalıp yargıları yıkmaya ve “düşman” addedilen insanların “insani yüzünü” keşfetmeye, derin bir empati oluşturmaya çalışıyor.

Örgüt üyeleri kendi kişisel kayıplarını anlatarak, şiddetten kaçınmaya ve uzlaşmaya çağırıyor başka insanları ve kuşku, korku ve nefret gibi duyguların dönüştürülerek yerini barış ve uzlaşmaya doğru yolalmayı hedefliyor.

 

Buşra Ömer Abu ayaş

Örgütün etkinliklerine katılan Filistinli Buşra Ömer Abu ayaş, şöyle yazıyor özetle:
“Göğsümde taşıdığım küçük fotoğraf oğlum Mahmud’tur… İsrailli askerler tarafından öldürüldüğü zaman Mahmud henüz 18 yaşındaydı…


Yaşadığım Beit Ummar’da bazı insanlar Yahudiler’le toplantılara katıldığım için beni oğlumun kanını satmakla suçluyorlar… Benim onlara cevabım ise, bunu yapmakla halen hayatta olan çocuklarımın kanını satın aldığım şeklinde oluyor. Benim esas amacım çocuklarımı korumaktır, en iyi koruma şekli de barıştır benim inancıma göre…

Ben 40 yaşındayım, tüm yaşamımı Beit Ummar’da geçirdim – bu kent, Beytüllahim ve Hebron arasındadır… Annemle babam da burada doğdular. On çocuktan biriyim ben. Ben henüz beş yaşındayken babam ölmüştü… Onun ölümünden sonra bize tek kalan şey bir toprak parçasıydı, annem burayı ekip biçiyordu, abim de babamın traktörünü kullanarak bu tarlada çalışıyordu.

Bana göre “Yahudi” sözcüğü o zamanlar “ölüm”le eşanlamlıydı. Çocuklar olarak Yahudileri her gördüğümüzde bize ateş edeceklerinden korkuyorduk. İlk korku dolu anılarım yedi yaşımdayken askerlerin okuluma girmesiydi, bir öğrenci eylemi nedeniyle gelmişlerdi ve gözyaşartıcı gaz kullanmışlardı.

Annem maddi sıkıntılardan ötürü kızlarını küçük yaşlardan evlendiriyordu… 14 yaşıma geldiğimde okumayı bırakmış ve bir kuzenimle evlendirilmiştim. Kuzenim Muhammed benden 14 yaş daha büyüktü. Ürdün’de elektrik mühendisliği okumuştu ancak kendi meslek dalında iş bulamadığı için bir dükkan açarak kendi kesip temizlediği tavukları satmaya başlamıştı. Hayatımız zordu ancak evlendikten dört yıl sonra hamile oldum ve Mahmud’u dünyaya getirdim. Bu hayatımdaki ilk sevinç dolu andı…

Köyün tam ortasında, bir caminin yanındaki küçücük bir evde yaşıyorduk, bütün eylemler ve gösteriler de bu civarda yapılıyordu. İkinci İntifada, oğlum Mahmud’un çocukluğunun parçası olmuştu. Her eyleme katılıyordu, ben çok kaygılanıyordum, koşup onu tekrar eve getiriyordum… Ne zaman bir eylem olsa çocukları alıp anneme gidiyordum…

Mahmud üniversite sınavlarına hazırlanmaya başladığında, onun için büyük umutlarım vardı… Onun olgunlaşmasını, ilerlemesini ve bizim yaşamımızı da iyileştirmesini istiyordum. Ona teşvik olsun diye ben de üniversite sınavlarına girmeye karar vermiştim. Böylece kitaplar aldık ve birlikte çalışmaya başladık, birbirimizle yarışıyorduk, bakalım hangimiz daha iyi not alacaktık… Artık üniversite sınavlarına hazırlanıyor ve evden neredeyse hiç çıkmıyordu.

Ocak 2008’de bir akşam Beit Ummar’dan iki genç, Gush Etzion Yahudi Yerleşim Yerine sızdılar, bir terör saldırısı düzenlemek için yaptılar bunu: orada bulunan askerler her ikisini de vurup öldürdü. Ertesi sabah İsrail ordusu kentimize girdi, bu saldırıyı düzenleyenlerin evlerini yıkacaklardı. Mahmud da bir grup gençle birlikte bu evlerin yıkılmasını önlemek için gösteri yapmaya gitti. Ona gitmemesi için yalvardım ama beni dinlemiyordu…

Gösteri başlayınca Mahmud, kendinden küçük iki kardeşini eve getirdi ve tekrar dışarı çıktı, ona yalvarmalarım fayda etmiyordu. Kısa süre sonra yoğun atış sesleri duydum. Mahmud’un başının dertte olduğunu düşünerek Mahmud’un babası evden çıkıp onu aramaya girişti. Mahmud’u yaralı olarak bir ambulansa bindirmeye çalışırken gördü, arkadaşları onu ambulansa bindiriyordu. Midesinden yaralanmıştı ancak şarapnel parçaları kalbine de saplanmıştı. Onbeş dakika sonra gözlerini açtı, babasına baktı ve öldü…

İnsanlar bana Mahmud’un yaralandığını söylüyordu ancak konuşma şekillerinden onun öldüğünü anladım hemen ve düşüp bayıldım. Evden çıktıktan bir saat içerisinde öldürülmüş ve gömülmüştü… O gün tüm mutluluğumun ve tüm umutlarımın benden çalındığını hissettim.

Bugün iki oğluma bakıyorum, Mahmud’un küçük kardeşlerine. 16 yaşındaki Sayed beni dinlemiyor, İsrail ordusunun kente geldiğini her duyuşunda derhal evden çıkıp gidiyor ve onun için kaygılanıyorum. Bir keresinde onu kovaladım ve “Gösteri yapmaya devam etmekte ısrarlıysan o zaman ben de seninle gelip gösteriye katılacağım, en azından ölürsek birlikte ölelim” demiştim…

Daha şimdiden taş atma suçuyla tutuklanmış ve bir ay hapiste yatmış ve 3 bin Şekel para cezasına çarptırılmış bulunuyor. Yakın geçmişte ona yine taş atma suçuyla dava okudular, Ofer hapishanesinde birbuçuk ay mahkumiyet aldı. Ben onu ziyaret edemiyorum çünkü İsrail’e girişimiz yasaktır. Eşim oğlumuz her mahkemeye çıkışında sürekli ağlıyordu, bu yüzden mahkemelere artık onsuz gidiyorum.

Son mahkeme bir hafta önceydi. Mahkemelerin girişindeki asker bana göğsümdeki fotoğrafın tutuklu birine ait olup olmadığını sordu. “Hayır” dedim, “o, ordu tarafından öldürüldü…”

Asker fotoğrafı benden alarak ayakkabısının içine koydu… O anda o askeri parçalayabilirdim ancak yeğenimle birlikteydim ve ona da zarar verebileceklerinden çekinerek olay çıkarmadım.

Arkadaşlarımdan biri beni Aileler Muhiti – Aileler Forumu’ndan Ruby Demlin’le tanıştırdı. Ruby bana aramızdaki savaş nedeniyle öldürülmüş olan oğlunu anlattı. O oğlunu anlatırken, onda kendimi gördüm…

Forumun toplantılarına katılmaya başladım ve böylece pek çok Yahudi’yle tanıştım. Her zaman bütün Yahudiler’in kötü olduklarına inanıyordum ancak onlarla tanıştıktan sonra bazılarının iyi, bazılarının kötü olduklarını anladım… Ayrıca aralarında barış isteyen ve barış için ellerinden gelen her şeyi yapanlar olduğunu da gördüm.

Toplantılarda birbirimizi kucaklıyoruz, hatta birbirimizin evlerini de ziyaret ediyoruz. İki kez İsrail’e özel giriş izni alarak Ruby’nin Tel Aviv’deki evini ziyarete gittim. Sanki de bambaşka bir dünyadaydım… Yalnızca açık deniz değildi bu, sokaklardaki özgürlük duygusuydu da…

Tel Aviv, bizim bildiğimiz yaşamla kıyaslandığında doğal olarak kıskançlık yaratıyor… İsrail’deki refahın kaynağı hem Yahudiler’in çalışkanlığından kaynaklanıyor, hem de biz Filistinliler’in soyulmuş olmamıza da dayanıyor.

Öldürülmüş olan oğlum Mahmud’u da sayarsak sekiz çocuğum oldu – hepimiz tek bir odacıkta kalıyoruz. Evlatlarımın eğitim görme olanağına kavuşmasını istiyorum, hayatlarını kazanma olanakları olmasını istiyorum, benim gibi acı çekmelerini istemiyorum. Benim büyük düşüm aslında çok basittir: Evden çıktıkları zaman güven içinde olacaklarını hissetmek istiyorum…”

 

(Türkçesi: Sevgül Uludağ)