Elias Pantelidis’in üç dilde yayımlanmış olan kitabı, 11 Ocak Cuma akşamı Dayanışma Evi’nde tanıtılacak…
Aslen Yalusalı olan ve kalbinde en çok Maraş’ın yer ettiği Elias Pantelidis’in üç dilde yayımlanmış olan kitabını, 11 Ocak 2019 Cuma akşamı saat 19.00’da, Lefkoşa’da, ara bölgedeki Dayanışma Evi’nde tanıtıyoruz…
Türkçesi Khora Yayınları tarafından yayımlanan “Savaş ve Biz” başlıklı bu kitap, barışa adanmış bir kitap…
Khora’nın tanıtım gecesi için yayımladığı sosyal medya paylaşımında “Elias Pantelidis'in kitabı 16 anlatıdan oluşuyor ve savaş mağduru kişilerin biyografilerini içeriyor. Kitapta bir Maronit, bir İngiliz, dört Kıbrıslı Türk ve on Kıbrıslı Elen konuşuyor. Doğum yılları 1939'dan 1959'a kadar uzanan bu kişilerin 1974'e dair anıları, o günkü kadar canlı ve unutulmazdır.
Kitapta anılarını okuyucuyla paylaşan 16 kişinin hepsi de etnik köken, toplumsal cinsiyet, ana dil ve din veya siyasi inançlarından bağımsız olarak Kıbrıs'a derin bir sevgiyle bağlıdır ve burada dile getirilen acı hikayeler, biraz da bu sevginin ürünüdür.
Hepsi de özgür, birleşik, barış dolu ve güvenlik içinde bir Kıbrıs umuyor…”
Tanıtım gecesi saat 19.00’da başlayıp saat 20.00’de sona erecek ve sonrasında düzenlenecek resepsiyonda sohbetler sürdürülecek…
Kitabın tanıtımını Khora Kitap’tan Mustafa Keleşzade’yle birlikte yapacağız. Kitap tanıtımında akademisyen ve yazar Niyazi Kızılyürek ise tanıtım gecesinin koordinasyonunu ve çevirilerini yürütecek.
“Savaş ve Biz” ilk olarak “Laconic Tales” adı altında İngilizce olarak yayımlanmış, ardından Türkçe ve Rumca’ya çevrilmişti.
Kitabın Rumcası’nın tanıtımı geçtiğimiz günlerde Yunanistan’ın başkenti Atina’da gerçekleştirildi. Türkçe tanıtım ise Cuma günü yapılacak.
BASINDAN GÜNCEL…
“Şnofur Lole…”
Lusyen Kopar
Dillerin kardeşliği hüküm sürerdi, dinlerin kardeşliği gelmeden. ‘Gâvur’ değildik o zamanlar, sadece kardeştik. Bir toprakta yaşar, bin nağmeyi paylaşırdık; ne oldu? Oysa ne güzel yaşıyorduk, Ermeni, Süryani, Keldani, Kürt, Türk; Katolik, Gregoryen, Protestan, ayırt etmeden. Medeniyetler başkenti Diyarbakır! Noel arifesinde, bir yakınını kaybetmiş gibi boynun bükük, sokakların viran. Nerede o eski Noel ruhun, nerede kampanaları susmayan kiliselerin... Çocukluğu ve gençliğinin bir bölümü Diyarbakır’da geçen Silva Özyerli’yle 1970’lerin Diyarbakır’ını ve Noel’lerini konuştuk. Silva Hanım, yakında Aras Yayınları’ndan çıkacak kitabı için hazırladığı yemek tariflerinden bazılarını bizimle paylaştı:
“Sıcacık bir avlu, buz gibi bir kilise
70’li yılların başında evimizde ne televizyon, ne buzdolabı vardı. Mutfaklarda tel dolabın hâkimiyet sürdüğü dönemlerdi. Surp Krikor Lusavoriç Ermeni Katolik Kilisesi’nin avlusundaki evlerden birinde oturuyorduk. Bu kilise halk arasında ‘Hoca Usep Kilisesi’ adıyla anılır, çünkü Hosep Kazazyan tarafından yaptırılmıştır. Osmanlı döneminde paşalık unvanı alan Kazazyan, Diyarbakır’ın ileri gelen Ermenilerindenmiş. Evi de bu kilisenin karşısındaydı.
Biz kilisenin avlusundaki evlerde yaşayan altı-yedi aileden biriydik. Avluda amcamlar, halamlar ve akrabadan daha yakın komşularımızla, yaklaşık 35 kişiydik. O kalabalığın içinde büyümek beni zenginleştirdi.
Anadolu’da kilisenin etrafına yerleşmek Hıristiyanlar için bir nevi korunma yoludur. Benim ailem de bu kilisenin kiracısı olmayı tercih etmiş. 1915’ten sonra hiç din adamı atanmamış, içinde ayin yapılmamış olan bu kiliseyi bir nevi sahiplenmişiz.
Kilisenin anahtarı bizim evde dururdu. Her cumartesi akşamüstü kiliseye girip duamızı ederdik. Mayriğim yani annem, o gün saat beş oldu mu, evin en değerli köşesinde duran, kol büyüklüğündeki anahtarı alır, kilisenin kapısını açardı. Avludaki herkes buz gibi kilisenin içine girerdi; mumumuzu, ‘khunk’umuzu yani tütsümüzü yakıp dua ederdik. Aslında aramızda kilisede okunan duaları bilen de yoktu ama herkes içinden geldiği gibi, sessizce dua ederdi.
Bu kilisenin çanı 1915’ten sonra hiç çalmamış, biz sesini hiç duymadık. Diyarbakır mimarisine uygun, malzemesi, çinileri, vaftiz havuzunun bulunduğu muazzam güzellikteki bölmesiyle, çok değerli, çok özel bir yapıydı. Bu yapının hafızama en çok kazınan özelliği ise, yazın da kışın da soğuk, buz gibi olmasıydı. Mumumuzu yakar, kilisenin içindeki rüzgâr gelip mumumuzu söndürmesin diye başında beklerdik. Şimdi, kilise neden buz gibiydi diye düşündüğümde, “çünkü insan yoktu, papaz yoktu” diyorum. Kiliseyi insanlar ısıtır aslında. O soğukluk kimsesizliğin, cemaatsizliğin soğukluğuydu.
50 metre ilerimizde de Ermeni Protestan Kilisesi vardı. Mezhepler önemli değildi Diyarbakır’da; ‘gâvur’, ‘fılle’ yani Hıristiyan olmak yeterliydi birlik olmamız için. Dolayısıyla Süryanilerle, Keldanilerle evlilikler çok kolay kabul edilirdi.
Her pazar günü de, hiç aksatmadan, en güzel kıyafetlerimizi giyer, Surp Giragos Kilisesi’ndeki ayine katılırdık. O zamanlar kilisenin papazı Der Giragos’tu. Daha sonra gelen Barak Beyleryan, o kilisenin son papazı oldu.
Diyarbakır’da yılbaşı: Lole
Biz Diyarbakırlılar, yılbaşına ‘Lole’ deriz. Yılbaşı gecesi ‘Lole Gecesi’dir bizim için. Lole ile Noel arasında, fonetik ses uyumu dışında bir bağlantı var mıdır, yok mudur, bilmiyorum ama düşünmeden de edemiyorum; acaba ‘Lole’ mi zaman içinde evrilerek ‘Noel’ olmuş, yoksa ‘Noel’ adı bizim oralara gelene kadar ‘Lole’ye mi dönüşmüş? Bildiğim tek şey, Lole’nin bizde yılbaşı demek olduğu.
Ve mumlar, rengârenk mumlar... Üçü ortada olmak üzere, yedi renkli mumun büyük bir özenle yerleştirildiği bakır sinimizin yılbaşı mumları... Bu sofrada, başta nar olmak üzere, portakal, mandalina ve elma gibi her meyve doğal birer şamdana dönüşürdü.
Yılbaşında perhiz yemekleri
Ermeni Apostolik Kilisesi’nde, Dzınunt (Kutsal Doğuş ve Beliriş) Bayramı’ndan önceki bir hafta, oruç ve perhiz (Bahk) dönemidir. Büyüklerimiz bu orucu tutar, perhizi uygulardı, dolayısıyla yılbaşında da perhiz yemekleri yenirdi. Sonraları bu oruca yılbaşından sonra başlayanlar çoğaldı.
Perhizli yılbaşı kutlamalarının ana yemeği, zeytinyağlı, sumaklı kuru biber, patlıcan, kabak dolmalarıydı. Sofralarda, Diyarbakır kabağından yapılmış etsiz meftune veya sumakla pişirilen kuru patlıcanlı meftune de olurdu. Bu yemeklerde etin yerini soğan alır, lezzet soğanla verilir. Diyarbakır mutfağının pilavları şehriyesiz olur ama oruç döneminde pilav pişecekse, tadı tel şehriyeyle verilir. Kuru üzümün haşlanıp bakır süzgeçten geçirilmesiyle hazırlanan, yoğun ‘karaş’ kompostosu veya gün kurusundan yapılan ‘eşpabiye’ kompostosu da bu sofrayı süsler. Ayrıca, Bahk tutanlar için, Diyarbakır’ın aşuresi diyebileceğimiz bir tatlı yapılırdı. Aşurelik buğday kaynatılır, yazdan kurutulmuş akbandır otuyla rayihalandırılır, üzerine pekmez dökülerek yenirdi.
Sonraları, Bahk’a yılbaşının ardından başlar olduk. Yılbaşı haftası, babam kesilmiş hindi alırdı. Mayriğim onu yolar, defalarca yıkar, içini temizler, kanını iyice akıttıktan sonra tuzlar, kara gömer ve üzerine ‘mükebbe’ dediğimiz hasır sepeti örterdi. Karın altına gömülen hindi kartlığını kaybedip yumuşar, kömür ateşinde pişirilirdi.
Lole gecesinin olmazsa olmaz yemeklerinden biri de ‘miçugov küfte’ yani içli köftedir. Lole için hazırlanan içli köfte diğerlerinden çok daha zengin olmalı, dış harcı yani bulguru mutlaka etle yoğurulmalıydı.
Lole gecesinin sabırsızlıkla beklenen en özel yemeğinin içli köfte olduğunu da belirtmeliyim. Çünkü senede bir kez yapılır, yılbaşına özel bir ritüelin gerçekleşmesine sahne olurdu bu yemek.
Mayriğim, içli köfteyi yaparken iç harcına çeyrek altın koyar, harcı hünerli elleriyle açtığı bulgur oyuğuna doldururdu. İçinde altının olduğu köfte kimin tabağına konacak, senenin şanslısı kim olacak diye bekler dururduk.
Lole gecesi yemekler yendikten sonra bilumum kuruyemiş, meyveler, renk renk helvalar, pestil, ceviz, pekmezle yapılmış kesme, tarçın ve karanfilli paluza (paluze), tel tel halva, cevizli sucuk, kilerde yılbaşı için saklanan kış kavunu ve karpuzu ortaya çıkardı.”
(Şnofur Lole: Diyarbakır Ermenicesinde “Yeni Yıl kutlu olsun”)
(AGOS – Lusyen KOPAR – 4.1.2019)