“Barışa ve demokrasinin ilerlemesine katkıda bulunan Kıbrıslırum ve Kıbrıslıtürkler için ödül...”

Sevgül Uludağ

Kıbrıs’ta barış ve demokrasinin ilerlemesine katkıda bulunan Kıbrıslırumlar’la Kıbrıslıtürkleri ölümlerinden sonra takdir etmek için yeni bir ödül açıklandı...

‘Demokrasi İçin Oksijen’ isimli sivil toplum örgütü, bu yeni ödülün Kıbrıs’ta demokrasi ve barışın ilerlemesine önemli katkılarda bulunan bireyleri ölümlerinden sonra takdir etmek amacını taşıyan yeni bir girişim olduğunu duyurdu.

KIBRISLITÜRK VE KIBRISLIRUM ADAYLAR...

“Demokrasi için Oksijen” örgütünün barış ve demokrasinin ilerlemesine katkıda bulunan adayları şöyle sıralandı:

***  30 yıl boyunca Lefkoşa Belediye Başkanı olarak görev yapan ve şehrin kanalizasyon sistemini iyileştirmek için bir dizi gayrı resmi anlaşma yoluyla Mustafa Akıncı ile iş birliği yapan Lellos Demetriadis.

***  1997’den beri uzlaşmayı teşvik etmek için Kıbrıslırum ve Kıbrıslıtürkleri bir araya getiren Kıbrıs’ta Barış Korosu’nu kuran ve yönetmiş olan Lena Melanidu.

***  Siyasi çatışmaya barışçıl bir çözüm getirmeye çalışan, Kıbrıs siyasi yaşamında öncü ve oldukça etkili bir isim olan, iki toplumlu görüşmeler sırasında Kıbrıslırum müzakere ekibine katılan ilk kadın Stella Suliodi.

***  Uzun yıllar Dışişleri Bakanlığında “Kayıp Şahıslar Dairesi”ni yöneten, hayatını 1955-59, 1963-64 ve 1974 çatışmalarında “kayıp” edilenlerin akıbetini ortaya çıkarmaya adamış olan ve hem Kıbrıslıtürkler’in, hem de Kıbrıslırumlar’ın derin saygısını kazanmış olan Ksenofon Kallis.

***  Kıbrıslıtürk Özker Özgür. Eğitimci, siyasetçi, hayatını toplumların birliği, barış ve federal bir çözüme adamış Kıbrıs’taki barış mücadelesinde etkili bir lider.

***  Tuncer Bağışkan, Kıbrıs’ta arkeolojik araştırmalar ve kazılar yürütmüş, 2011 ve 2019’da Kıbrıs’taki Kayıp Şahıslar Komitesi’nden yetkilileri olası gömü yerlerine yönlendirmiş ve bazı Kıbrıslırumlar’dan geride kalanların bulunmasını sağlamış olan araştırmacı, yazar ve arkeolog.

***  Kıbrıs sağlık hizmetlerinde öncü bir isim olan, ebe ve hemşirelik personeli direktörü olarak görev yapan, 1960 yılında Kıbrıs Cumhuriyeti'nin kurulmasından sonra Lefkoşa Genel Hastanesi’nde ilk Kıbrıslıtürk başhemşire olan Türkan Aziz.

*** Kıbrıslıtürk toplumunda önemli bir isim olan, yaklaşık 60 yıl boyunca Lefkoşa'da gazete bayii olarak çalışmış, geçiş noktaları kapalıyken bile gazete alışverişi yaparak Kıbrıs’ın kuzey ve güneyi arasında iletişimi kolaylaştıran iş kadını, insanlarla sıcak ilişkileriyle tanınan Vedia Barut.

30 EYLÜL’E KADAR OY VERİLEBİLECEK...

Ödül kazananlar, 3 Ekim’de saat 19.30’da Lefkoşa Eski Belediye Binası Bahçesi’nde gerçekleşecek olan Kıbrıs Forumu'nun Ağ Oluşturma Etkinliği’nde açıklanacak.

“Demokrasi için Oksijen” örgütü halkı, kendi internet sayfasında bir Kıbrıslırum ve bir Kıbrıslıtürk için oy kullanarak bu sürece katılmaya davet etti. Oylama 30 Eylül’e kadar yapılabilecek.

Oy vermek için internet adresi şöyle:

https://docs.google.com/forms/d/e/1FAIpQLSewhrV1v0WyOjtgB66a7TXKIoJCySBah4NpI_WvcHKaob1gFg/viewform?fbclid=IwY2xjawFaE2BleHRuA2FlbQIxMAABHbkZIOG7T4i7jH_U4AkC3NZTCBwEyykxq0pUHXk_b9aPIFfl9Eew3J8ZOw_aem_vKsf9CX9ebVNg_6n67F7Wg

(Kaynak: “Oxygen for Democracy” internet sitesi ve KHA).


***  BASINDAN GÜNCEL...

Birleşmiş Milletler: “Gazzeliler, iki günde bir yemek yiyor...”

Birleşmiş Milletler (BM) Yakın Doğu'daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı (UNRWA), İsrail saldırılarıyla yerinden edilen Filistinlilerin sayısının 2 milyona ulaştığı Gazze'de halkın gıda ihtiyacına ilişkin açıklama yapıldı.

UNRWA, insan hakları örgütü Norveç Mülteci Konseyi (NRC) ve diğer kuruluşların verilerine göre, ihtiyaç duyulan gıda yardımının yüzde 83'ünün Gazze Şeridi'ne ulaştırılamadığını belirtti, "Gazze'de insanlar ortalama her iki günde bir öğün yemek yiyor" dedi.

UNRWA ve ortaklarının düzenledikleri aktivitelerde yetersiz beslenmenin etkilerini azaltmak için çocuklara yüksek enerjili bisküviler dağıttığı kaydedildi.

ÇOCUKLARDA YETERSİZ BESLENME...

İsrail'in kısıtlamaları nedeniyle Gazze'de birçok kişi gıda, su, hijyen malzemesi ve barınacak yer gibi temel ihtiyaçlara erişim sağlayamıyor.

Gazze'deki hükümetin Medya Ofisi verilerine göre, bölgede açlık sebebiyle 36 Filistinli hayatını kaybetti, 3 bin 500 çocuk yetersiz beslenme ve gıda eksikliği nedeniyle ölüm riskiyle karşı karşıya.

Gıda Krizine Karşı Küresel Ağ'ın hazırladığı Küresel Gıda Krizi Raporu'nda, İsrail saldırıları altındaki Gazze Şeridi'nin, Küresel Gıda Krizleri Raporu tarihindeki "en şiddetli gıda krizi çeken yer" olarak kalmaya devam ettiği belirtilmişti.

BM Gıda Hakkı Özel Raportörü Michael Fakhri de İsrail'i, 12. ayına giren Gazze Şeridi'ndeki saldırılarında, Filistinlilere karşı "açlık kampanyası" yürütmekle suçlayarak, Gazze'deki Filistinlilerin, Aralık 2023 itibarıyla kıtlık ve felaket düzeyinde açlık çeken dünya nüfusunun yüzde 80'ini oluşturduğunu vurgulamıştı.

İsrail'in 7 Ekim 2023'ten bu yana Gazze Şeridi'ne düzenlediği saldırılarda en az 16 bin 795’i çocuk, 11 bin 378’i kadın olmak üzere 41 bin 272 Filistinli öldü, 95 bin 551 kişi yaralandı.

(BİANET.ORG – 20.9.2024)


***  BASINDAN GÜNCEL...

“Savaşın doğası değişiyor, savaş kendini dönüştüren bir organizma gibi...”

"Son birkaç gündür Lübnan’daki çağrı cihazları üzerinden gelişen bir saldırı dalgasını izliyoruz. Her açıdan ilginç bir durum olduğu gerçek. Olayın biçimi, tam da savaşın dönüşen doğası için muazzam doneler veriyor...”

Özgür Amed/BİANET

1) Sun Tzu’nun ‘Savaş Sanatı’ her ne kadar bir manifesto niteliğinde olsa da bu aralar işi zor.

Çünkü 21. Yüzyıl ile birlikte Sun Tzu’nun ‘taktikleri/öngörüleri’ tahtından sallanıyor.

Bu sallantının sebebi basit: Savaşın doğası değişiyor. Savaş, kendini sürekli yenileyen, dönüştüren bir organizma olarak önümüzde duruyor.

Tzu’ya göre bir savaşta yapılabilecek en kötü şey, şehirlere saldırmaktır. Bir şehre saldırmak, bir şehir içinde savaşı yürütmek onun literatüründe olmaması gereken bir olaydır. Savaş, şehirde yaşanmaz, yaşanmamalıdır!

Tzu neden savaşın şehirlere sıçramasından yana değildi?

Bir şehir savaşına denk mi gelmişti yoksa savaşın genel doğasından yola çıkarak fırlatılmış bir tahayyül müydü?

Savaşı, öncesi ve sonrası ile gerçek bir yıkım peyzajı içinde tanıyan herkes onun dehşetini bilir. Tzu’nun da böylesi bir dehşetin anatomisine vakıf olduğu kabul edilebilir. Bu çerçeve, kendisi açısından zor bir tahayyül olmasa gerek diye düşünüyorum.

Savaşın gözler önünde anlatı ve soyutluktan gerçeğe, somuta uzanışı tanık(lık) açısından bir çıkmazdır.

Bu bakımdan Sun Tzu demode mi oluyor sorusu ortada duruyor. Çok değil, son bir yılda olup bitenleri görse ne düşünürdü rahmetli?

2) Son birkaç gündür Lübnan’daki çağrı cihazları üzerinden gelişen bir saldırı dalgasını izliyoruz. Her açıdan ilginç bir durum olduğu gerçek. Olayın biçimi, tam da savaşın dönüşen doğası için muazzam doneler veriyor.

Achille Mbembe’nin “İşgalin, esir almanın, boyun eğdirmenin aksiyomları hakkında enine boyuna düşünmek için ürkütücü bir tatbikat” dediği bir saldırı var karşımızda. Fakat bir yandan da yeni bir şey yok ortada, çok daha beter süreçlerin yaşandığı sır değil.

Gazze içerisine Deleuze felsefesini askeri alana uygulayarak giren İsrail, şu an hangi düşünürü alet ediyor savaş konseptine elbette bilinmez. Fakat bildiğimiz tek şey dönüşen savaş grameri, sahici bir şiddet alanından başka bir şey değil.

3) Neo-savaş çağında yeni aktörlere tanık oluyoruz. Tiktok, hackerler vs. 1991 Körfez Savaşını hatırlayalım. CNN Muhabiri Peter Arnett’in 16 saatlik kesintisiz Bağdat yayını ve savaşı tüm evlerin içine sokması bir döneme damga vuran, savaşın nasıl dönüştürülebileceğine dair mühim bir faaliyetti.

Ukrayna işgalinin hemen başlarında Rusya “askeri başarı gelene kadar sürecek bu operasyonlar” diyordu.

Dünyanın gözü önünde gerçekleşen ve özü itibariyle ‘halklar’ dışında kimsenin zarar görmediği savaş, içinden geçtiğimiz hız çağının önemli bir “Hibrit Savaş” örneği oldu, olmaya devam ediyor.

Şehirlerin kuşatıldığı, zamana yayılan, psikolojik üstünlüğe, enformasyona dayalı bir güncellik üzerinden düşünüldüğü zaman yıllardır süren bir savaşta tam olarak ne olduğunu doğru dürüst bilmememizin hazin görüntüsü de ortaya çıkar. 21.Yüzyıl’ın başlangıcında, teknolojinin meta evrenlerde yeni yaşamlar vaat ettiği bir aralıkta bile en ufak bir bilgi sahibi olamıyoruz. Çünkü bu tekel alanı, bugün savaşın kazanılıp ya da kaybedildiği bir alandır.

Bu cephe üzerinden başka bir şeye dikkat çekmek istiyorum. Ukrayna-Rusya Savaşı’nda, işgalin başladığı 24 Şubat 2022’de Ukrayna hükümeti ilginç bir çağrı yaptı.

Daha doğrusu ilk çağrısı insanlara savaşa katılın şeklinde değildi, ilk olarak ülkedeki hackerlere çağrı yapıldı. Bu çağrıda ulusal altyapı sistemlerinin korunmasında kendilerine yardımcı olunması talep edildi. İlk ayın sonunda resmi olarak 400 binden fazla hackerin sanal savaşa katıldığı ve yer aldığı açıklandı!

Bugün de yüzbinlerce hacker “cephede” savaşıyor, iki tarafta da. Bu açıdan Lübnan’daki görüntülerin benzeri önümüzdeki süreçte daha fazla görünebilir. Çünkü bu duruma özce karşı gelecek kimse yok.

Sanal savaşın görülmediği ama kıran kırana yürüdüğü mecraların başında TikTok da geliyor. Lübnan’daki görüntülerin çoğu bu alandan geldi. İlginç bir şekilde kıyasıya “savaşın” ve duygu sosyolojisinin en fazla karşılık bulduğu yer de tiktok! “Tiktok savaş çağına” girildi yorumlarının yapılmasının bir nedeni de bu!

4) Hatırlanacak olursa 11 Eylül sonrası yaşamın, siyasetin, ekonominin güvenlikleştirilmesi fikri hayat buldu. Çünkü yeni bir “güvenlik çağının” kapılarını araladı bu olay.

Newcastle Üniversitesi’nde şehir ve toplum profesörü olarak çalışan Stephen Graham, işte bu dönüşen güvenlik siyaseti üzerine kafa yoran önemli toplum bilimcilerinden biri. “Şehir”, “Terörizm” ve “Savaş” temaları özellikle çalıştığı alanlar. Savaş ve iktidar çelişkilerinin artık şehirlere kaydığını iddia ediyor.

PEKİ NEDEN ŞEHİR?

Pek çok sebep söylenebilir ama demografi yeterli bir göstergedir.

Sadece 1957 ve 2007 yılları arasında dünya kent nüfusu dörde katlandı. 2007'de dünyada yaşayan 6.7 milyar kişinin (şimdi yaklaşık 8 milyar) yarısı şehirli olarak sınıflandırılabilirdi. Homo Sapiens mensubu kentliler hızla baskın bir tür halini aldı şehir nüfusunun toplamda ilk olarak 1 milyar kişiye ulaşması, M.Ö 8000’den 1960'a kadar neredeyse 10.000 yıl almıştı; oysa bu nüfusun 3 milyardan 4 milyara çıkması için ise sadece 15 yıl yetti. Bugün ise çok daha hızlı artıyor.

Graham, özellikle batılı askeriye ve güvenlik güçlerinin, bütün kentsel alanları gölge düşmanların sızdığı çatışma bölgeleri olarak nasıl algıladığını detaylıca anlatıyor.

Temel tezi, girişte değindiğimiz konuya yani, Sun Tzu’nun korktuğu şeye işaret ediyor: Kuşatılan Şehirler…

Kendisine göre kentli yurttaşların sürekli olarak takip edilmesi, gözetlenip kaydedilmesi ve denetlenmesi gereken bireyler haline getirilmesidir esas mesele!

Graham “Artık günümüz savaş hali açık arazi ormanlık alan ya da çöllerden ziyade gitgide süpermarketlerde, kule binalarında, metro tünellerinde ve endüstriyel bölgelerde cereyan eder” diyor. E.Weizman da benzer fikirdedir ve ona göre savaş şehrin giriş noktasında başlar.

Graham, yeni askeri kentçiliğe dair geniş anlamda düşünmeyi salık veriyor. Çünkü yeni askeri kentçiliğin temelinde altyapılarının yanı sıra şehirlerin komünal ve özel mekanlarını sivil nüfusu ile birlikte hedef ve tehdit kaynağı olarak yorumlayan bir paradigma kayması yatmaktadır. Hayatın her adımında güvenlik üzerine yapılan militarize tartışmaların sürünerek ilerleyen ve fırsat kollayan kaynaşmasına yol açıyor bunlar.

Kentleri askerileştirme fikri, merkezidir. Takip ve hedefin tespiti militarize tekniklerle gündelik yaşamın içinden çıkarılması da hakeza bir o kadar merkezi bir yoğunlaşmadır.

Bu yoğunlaşma yüksek teknoloji ile harmanlanıyor ve bizler bunu CCTV, insansız hava araçları, öldürücü olmayan silahlar, paralel mevzilenme, veri madenciliği ve biyometrik gözetleme gibi durumlar olarak görüyoruz.

Lübnan’da patlayan çağrı cihazlarının simülasyonu mutlaka daha önce yapılmıştır. İlk defa denenen bir girişim değildir. Çünkü yeni askeri endüstri böyle çalışır. Irak savaşı başlamadan önce hepsinin bir video oyunu olarak defalarca test edildiğini hatırlatıyor Graham…

Kentlerin “ölüm dünyalarına” açıldığı bu süreçte sorumluluk, hukuk, suç gibi durumları tartışmak zor. Her yeni silah, her dönüşen gramer kendi yaratıcısına da dönecektir. Foucault, kendi mekânından çok uzakta uygulanan her sömürü pratiğinin bumerang gibi etkisinin sahibine de olacağını ifade etmektedir. Ya sokakta ya şehirde ya da güvenilir herhangi bir yerde.

5) Son olarak Lübnan’daki çağrı cihazları üzerinden saldırı meselesini ve ötesini daha iyi anlamak açısından zihin açıcı “Zero Days (2016)” belgeseline bakılması iyi olur.

Böylece şu an olan bitenin okyanusta damla olduğu da görülebilir.

(BİANET.ORG – Özgür AMED – 20.9.2024)