Herkesin herkesle savaştığı, herkesin herkesi öldürdüğü bu coğrafyada Türkler ve Kürtler çok savaştılar, çok öldürdüler, çok öldüler…
On yıllara dayanan, kuşaktan kuşağa aktarılan, kan davasına dönüşen bir savaşta akıl, yerini acıyla yoğurulmuş ve nefrete dönüşmüş duygulara bırakır. Hangi tarafa sorarsanız, o taraf kendi acılarını, kendi kayıplarını dillendirir. “Kaynaşmış, bütünleşmiş bir toplum” retoriği daha 1924’te devlet eliyle çökertilmişse de, bu coğrafyanın kadim halkları birbirleriyle iç içe geçen yaşam nakışını ustalıkla kuşaktan kuşağa aktardıklarından, tüm yapılanlara, tüm yaşananlara rağmen birbirlerinin boğazlarına sarılmamayı başardılar. Evet, çok öldüler, çok öldürdüler ama birbirlerine aşık da oldular, birbirlerinin düğünlerinde halay da çektiler, birbirlerinin yaralarını da sardılar, birbirlerinin yasını da tuttular.
Geride bıraktığımız 30 yılda sayısını artık kimsenin bilmediği, kimsenin hatırlamadığı, yuvarlayarak telaffuz eder hale geldiği binlerce, onbinlerce evladının kanını döktü bu coğrafya. Evlatların kanı, anaların babaların gözyaşıyla yıkandı. Kan kurudu, gözyaşları kurudu…
Sayısız kez ilan edilen ateşkesler, kırılgan çatışmasızlık halleri işe yaramadı. Bir biçimde yeniden devreye giren silahlara uzanmakta hayli aceleci davranan eller, barış umutlarını her seferinde kovup dağıtmayı başardılar.
Şimdi hayli kırılgan bir çatışmasızlık ortamında evladını askere gönderen analar, babalar; evladı dağa çıkmış analar, babalar azıcık da olsa soluklanabiliyorlar. Ama herkes, kırılgan çatışmasızlığın kalıcı ve sürdürülebilir bir çözüme, barışa dönüşmediği sürece her an birilerinin tetiği çekip, ülkeyi yeniden kanlı bir çatışma ortamına sürükleyeceğini biliyor.
Devletin ve devletin resmi anlayışını savunanların argümanı, PKK’nin silah bırakması ve “düz ovada siyaset yaparak” sorunun çözümüne katkı sunması yönündeydi yıllardır. Denendi bu. Ülke hafızasına “uğursuz 90’lar” olarak kazınan yıllarda Kürt siyasetçiler TBMM’ye girdiler ve “düz ovada siyasetin” öncülüğünü yapmaya çalıştılar. Fakat “silahlar değil siyaset konuşsun” yaklaşımı daha oracıkta tıkandı. Kürt milletvekilleri saçlarından sürüklenerek TBMM den çıkarılıp cezaevine kondular ve ardından çok ama çok kanlı bir dönem başladı. Faili meçhul cinayetlerle dolu bu karanlık dönemin kurbanları, zaman zaman ortaya çıkarılan toplu mezarlarda yatarken, failleri hâlâ hesap vermedi.
Geldik 2015’e… Kürt siyasetinin bir uzantısı olarak kurulan HDP, daha ilk kurulduğu günden itibaren “Türkiyelileş” baskısıyla karşılaştı. Devletin ve devletin resmi anlayışını savunanlar, HDP’nin Türkiyelileşme dozunu hiçbir zaman yeterli görmediler. Darbe döneminde, sırf sol ve Kürt siyaseti parlamentoya girmesin diye konan %10 barajı devletin ve devleti savunanların yegane güvencesiydi… HDP kurulduğu günden itibaren sadece Kürtlerin değil, bu coğrafyada yaşayan Türklerin, Ermenilerin, Süryanilerin, Ezidilerin, Lazların, Çerkeslerin omuz omuza aynı saflarda buluştuğu bir parti olma hedefini koydu önüne…
Küçümseyen ve o büyük %10 barajına duyulan güvenden kaynaklanan küstah bakışlar altında kadınların, erkeklerin, lgbti bireylerin, çevrecilerin, işçilerin, küçük esnafın, sosyalistlerin, dindarların, dinsizlerin soluk alabildiği bir alan yaratmayı hedefledi. “Ama bunlar aslında siyaset yapmak istemiyorlar”, “Bunlar silah bırakmayacaklar”, “Bunlar aslında AKP ile anlaşacaklar, danışıklı dövüş bu” suçlamalarına rağmen… Başardı da… 7 Haziran seçimlerinde %10 barajı yerle bir edilerek, Türkiye’nin dört bir yanından aldığı oylarla 80 milletvekilini parlamentoya sokmayı başardı HDP.
Devletin ve devleti savunanların dili değişmedi. Tüm önyargılara, tüm engellemelere rağmen, ülkenin en köklü partilerinden biri olan MHP ile aynı sayıda milletvekili çıkarmayı başaran HDP’nin karşısına dikilen “Türkiyelileş!” söylemi daha da kabalaşarak, daha da küstahlaşarak devam ediyor.
Oylarını %45 oranında artırarak Adana, Adıyaman, Ağrı, Ankara, Antalya, Ardahan, Batman, Bingöl, Bitlis, Bursa, Diyarbakır, Erzurum, Gaziantep, Hakkari, Iğdır, İstanbul, İzmir, Kars, Kocaeli, Mardin, Mersin, Muş, Siirt, Şanlıurfa, Şırnak, Tunceli, Van olmak üzere toplam 27 ilde 80 milletvekili çıkardı HDP… “Aşamaz ki” denilen, dünyanın hiçbir demokrasisinde örneği olmayan %10 barajını aşmakla kalmayıp %13 oy aldı. Sadece Kürtlerin değil, tüm Türkiye’nin partisi olduğunu; silahlı mücadele değil siyaset içerisinde demokrasi mücadelesi verme kararlılığını defalarca sözüyle dillendirdi, oyuyla kanıtladı. “Siyaset yap” diyorsanız, işte siyaset yapıyor HDP… Üstelik en birleştirici, en barışçıl üslubuyla…
Şimdi bir yandan Suriye cangılına sokulmak istenen, bir yandan da içeride yeni bir çatışma ortamına sürüklenmek istendiği anlaşılan Türkiye yeni bir sınavla karşı karşıya. Barış, Cumhuriyet tarihimizin hiçbir döneminde bu kadar yakıcı, bu kadar acil bir talebe dönüşmemişti. Zira şakası yok bu sefer. Kendimizi aynı anda Suriye cangılında ve aynı anda kanlı ve dipsiz bir iç savaş sarmalında bulmamız, hepimizin vereceği karara bağlı.
Bölgesinde ve topraklarında barışa ve çözüme karar vermeyen bir Türkiye, Kıbrıs’ta da barış ve çözüm kararlılığı gösteremez. Bölgede ve Türkiye’de kalıcı ve sürdürülebilir bir barış ve çözüm atmosferi yaratılamazsa, Kıbrıs’ta da yaratılamaz.
İktidarı kaybetme endişesiyle gözü kararmış AKP, milliyetçilikle gözü körleşmiş MHP ile el ele verdiğinde Türkiye’yi ve bölgeyi bekleyecek tek gelecek kanlı bir uçurum. Ne yazık ki artık o uçurumun kıyısındayız…
Şimdi ya yurtta ve bölgede barışı gırtlağımız paralanana kadar seslendireceğiz ya da uçuruma doğru koşan sürünün peşine takılacağız. Ortası yok artık…