Maria Şagalli
Kıbrıs’ın güneyinde ve kuzeyinde, son bir haftadan bu yana 15-20 Temmuz 1974’te yani faşist darbe ile 1974’teki savaşla ilgili yaşananlara tepkiler, yorumlar ve duygusal paylaşımlar devam ediyor… Öne çıkan tema ise, “Acıların bayramı olmaz…”
Maria Şagalli de, “Gazeddakıbrıs”ta kaleme aldığı yazısında, “Barışı unutmam” diyor. Maria Şagalli’nin yazısı şöyle:
“Annem ve babam kuzeyden güneye göç etmek zorunda kaldılar. Bana hep sevgi ve acıyla orada bıraktıkları evleri ve güzel anılarını anlatırlardı. Ben de bir çocuğun hayal gücüyle gözlerimi kapatarak onlarla birlikte anlattıkları hikayeleri yaşamaya çalışırdım. Fakat çok önemli bir sorun vardı! Bana yardımcı olacak hiçbir fotoğraf yoktu! Anneme de babama da çok kızardım! Nasıl olur da bir fotoğraf bile yanınıza almadınız? Evet anlıyordum hayatlarını kurtarmaya çalışırken kimsenin aklına fotoğraflar gelmezdi ama yine de insan bir düşünür! Ben aynı hatayı yapmayacaktım. Her 20 Temmuz’da Türk askeri bir daha gelebilir diye, ben önceki akşamdan küçük bir çanta hazırlardım, içine de sevdiğim fotoğrafları, kitaplarımı ve bebeğimi koyardım.
Annem bana gülüp “Maria’cım sakin ol, kimse gelmeyecek” derdi. Defalarca insanların bizim düşmanımızın olmadığını söylemesine rağmen ben yine de hazırlıksız yakalanmayacaktım. Yıllar geçti, annem haklı çıktı, Türkler gelmedi. Bu sefer ben onlara gittim, ta İstanbul’a. Dört sene boyunca eğitim gördüm, “düşmanın” dilini öğrendim, gezdim tozdum, hayatımın en güzel tecrübelerinden birini yaşadım, ailem diyebileceğim arkadaşlar edindim. Hala bölünmüş olmaya devam eden Kıbrıs’a döndüğümde de en sonunda neyi unutmamam ve nasıl bir mücadele vermem gerektiğini keşfettim.
Bu güzel adanın Emperyalizm, Milliyetçilik ve Faşizm ve dar ruhlu köleleri tarafından bölünmesini unutmam.
Yüz binlerce Kıbrıslının yaşadığı acıyı ve uğradıkları haksızlığı unutmam.
Hainlerin ve suçluların hala daha cezalandırılmadığını unutmam.
Bir zamanlar insanların dil ve dine bakılmaksızın bu adada birlikte barış içinde yaşadıklarını unutmam.
Bugüne kadar, barışa karşı yapılan propagandayı ve yaratılan korkuyu ve manipülasyonu unutmam.
“Düşman” dedikleri insanlardan gördüğüm sevgiyi ve desteği unutmam.
Unutamam… Unutmak istemiyorum!
Kıbrıs’ın yeniden birleşmesi ve insanların yeniden birlikte yaşamaları için mücadele ederim.
Milliyetçiliğin sonuçlarının ortadan kalkması için mücadele ederim.
Memleketimizin bölünmesini isteyenlere karşı mücadele ederim.
Adamızda yer alan trajik olaylarda hayatını kaybeden herkesin hayatını feda etmesinin heba olmaması için mücadele ederim.
Yeni nesillerin nefret ve öfke içinde ve düşman konseptiyle büyümemesi için mücadele ederim.
Artık hepimiz milliyetçiliğin sonuçlarına katlanmak için 46 senenin çok uzun bir zaman olduğunu anlamak zorundayız. Bunca sene duyduğumuz öfke, artık memleketimizin ve halkımızın yeniden birleşmesi için mücadele etmemiz için motivasyon haline gelsin, zira sadece bu şekilde onun bölünmesi için savaşanlara somut bir cevap verebiliriz. Öfkemiz sadece her Temmuz ayında benimsenen bir steril duygusallık olarak kalmasın! Barışı unutmayız…
(Gazedda Kıbrıs – Maria Şagalli – 20.7.2020)
“Artık gülmek lazım…”
Can Kaptanoğlu
“Bugün Lokmacı barikatına yürüdüm.
Kapalı olduğunu evet bilirdim, ama bir görmek istedim.
Avrupa'nın bölünmüş son başkenti, bu adanın kalbi Lefkoşa'nın damarlarından biri gibi gelir bana hep o barikat.
Ya da kalbin sağ ve sol duvarının bir kavşağı…
Her neyse ne…
Uzaktan baktım, baktım, baktım.
Hiçbir şey düşünmedim.
Ne düşünebilirdim ki?
Noel'de yaşlı bir Kıbrıslırum teyzenin, ev yapımı kurabiyelerini ve ayaküstü yaptığımız sohbetimizi mi?
Yağmurlu bir günde, barikattan geçip yol boyu yarı ıslak, yarı kuru gezmelerimizi mi?
Neyi düşünebilir, neyi özleyebilirdim?
Özlemeye hakkım bile yoktu memleketimin diğer yarısını.
Bir anda karşıda bir hareketlilik gördüm.
Birkaç kişi de karşı barikatın yanına gelmiş, aralarından biri bana doğru bakıyordu.
Uzak kaldığı için gözlerinin nereye dönük olduğunu anlamadım ama gerçekten el sallamak, selam vermek istedim.
Sonra her zamanki gibi, "Ya ters bir tepki alırsam" düşüncesi ağır bastı..
Sonuçta haberlere, okul kitaplarına, siyasetçilerin bir bölümüne kulak verirsek, onlar "düşman"dı...
Kafalarımızın üzerinde jetler uçmuş, güneyden aşırı milliyetçiler Ledra Palace barikatına yürümüş, Birleşmiş Milletler helikopteri gözlem uçuşu yapmak durumunda kalmış, gerginliklerle dolu 20 Temmuz’dan tam iki gün sonrası bugün.
Hala nefret ekilen bu topraklarda, neyi hasat edebiliriz diye düşündüm…
Fakat bir an kafamda her şey önemini yitirdi.
Elimi havaya kaldırdım, selam verdim ve karşıya gözlerimi kenetledim.
Birkaç saniye geçti. Bir yıl gibiydi…
Karşı barikattaki kişi, aynı benim gibi elini havaya kaldırdı ve selam verdi.
Yanındaki arkadaşını/kardeşini/belki de yeğenini, bağını bilmediğim kişiye de seslendi.
O da elini kaldırdı, selam verdi.
İki parmağımı gökyüzüne kaldırıp, başparmağımı yüzük ve serçe parmaklarımın önüne kenetleyip, gülümseyebildiğimce gülümsedim.
Onlar da gülümsüyordu.
O anı sadece yaşayarak hissedebilirsiniz.
Sırtımı döndüğümde yanımdakilere "Gidelim, yoksa ağlayacam" dedim, ama ağlamadım.
Kıbrıs benim yerime yıllarca zaten ağlamış..
Artık gülmek lazım.
Çok iyi olmak ve çok gülmek lazım…”
“15 Temmuz ile 20 Temmuz arasında, Baf’ta neler yaşanmıştı?”
Ulus Irkad
Bence vatandaşların çoğuna Makarios'a darbe yapılacak ve bir haftada Kıbrıs'ın siyasal coğrafyası değişecek denseydi kimse buna inanmazdı. Ama öyle oldu. Makarios'a bir darbe yapıldı binlerce insan öldü veya öldürüldü ve sonuçta rüyamızda bile görmediğimiz bir değişimle karşılaştık. Hala daha da arzu etmediğimiz olaylar devam ediyor. Birilerinin 1974 yılı öncesinde yapamadığını gene birileri bu defa da başka yerlerden yapmaya çalışmakta ve Kıbrıslıtürkler’e yaşamı cehennem haline getirmeye çalışmakta. Kıbrıslıtürkler’i hazmedemeyen bazı diktatör sevdalılar bir kin ve garez içinde çeşitli kollardan çoğalttığı saldırısını şimdilerde en doruk noktalara çekmiş durumda. İlla ki Kuzey Kıbrıs'ı cehennem haline getirecek bize. Bunları bugün hatırlamamak ve söylememek eksik kalırdı diye düşünüyorum.
Bundan 46 yıl önce, 13 Temmuz 1974 günü Larnaka Deniz Festivali'nde, Baf Rintler Topluluğu ile birlikte bulunuyordum. Mağusalı müzisyenlerden Kurultay Akbay ve Metin İrfan'ı o gece tanıdım. Bu arkadaşlarım benim akranımdılar. Bir de o gece Ahmet Tekbıyık adlı bir arkadaşımla da tanışacaktım ama Ahmet 1974 olaylarından sonra Mağusa'da öldürülecekti (Harekat sonrasında Maraş'a asker olarak girerken bir şekilde bir arkadaşının kurşunlarına hedef olacaktı). Ahmet çok güzel sesli Namık Kemal Lisesi'nin Çağrışımlar Topluluğu'nun solisti, Türkiye'de topluluğun Lİselerarası Müzik yarışmasında birinci gelmesinde önemli rolü olmuştu. Festival son defa yarışmasız olmuştu o sene. Gene Rintler hakkında yazayım; Rintler o sene beste dalında Kıbrıs Birincisi gelerek babamın bestelediği şarklılarla, Kıbrıs'ı darbeden birkaç hafta önce tüm Kıbrıs'ı temsilen İzmir Alsancak Stadyumunda temsil edecekti. Larnaka Festivali'nin müzik gösterisinden sonra, geceyarısından sonra Baf'a dönerken Kalavason'da yemek yemek için durduğumuzda Kalavason'un yol üstündeki lokanta sahibi ihtiyar Kıbrıslırum adam bir iç savaş kopabileceğini ve acil yolumuza devam etmemizi istemişti. Daha sonraları bu adamın ne kadar haklı olduğunu anlayacaktık. 14 Temmuz 1974 günü Baf Kral Mezarlarında denize girecektik ama 15 Temmuz 1974 Pazartesi uyandığımızda gene bir şeyler yoktu da mahallemizden bir anda üç-dört tane güzel İngiliz kızları geçmişti. Delikanlılıktan onları takip etmek istemiş ve peşlerine düşmüştük kardeşim Hamza ile. Meğer kızlar başlayan iç savaş dolayısıyla kurtulmak için Türk Bölgesi'ne gelmişlerdi. Küçük kardeşim Hamza'yla İngiliz kızlarının peşine düştük ama bir de Baf Rum tarafına geçmeye karar verdiğimizde çarşıda Kıbrıslırumlar’ın telaş içinde olduğunu, radyolardan Yunan Milli marşlarının çalındığını duyacak ve anormal şeylerin olduğunu anlayacaktık. Hemen Türk tarafına dönelim dedik ve karşımızda Poli şöförü rahmetli Beyaz Dayı’yı bulacaktık; bize;
-Be çocuklar kaçın da Makarios'a darbe oldu bizi vuracaklar diyordu. Sonra Türk tarafına geçtiğimizde karşımızda mevzilenen mücahitleri görüp olayın ciddileştiğini anlayacaktık. Ben eve gittikten sonra annemle haberleri dinleyecek ve Makarios'a darbe yapıldığını anlayacaktım.
Kıbrıslırum Radyosu devamlı marşlarla şu anonsu yapmaktaydı:
- Makariios ine nekros, Makarios ine nekros(Makarios öldü! Makarios öldü!)
Tekrar evden çıkıp Mutallo'ya gittiğimde dairelerden çıkan memurların da Makarios'a darbe yapıldığını konuştuklarını görerek eve geldim. Mücahitler bizim mahaleye kadar gelmişler, bizim evi de karakol durumuna getirmişlerdi. Mevzilerine ulaşmak için bizim evi kullanıyorlardı çünkü evimiz tam da Rum çarşısının yanında, sınırdaydı. Annem yemek yapıp mücahitlere de yemek vermekteydi. Bu arada Mutallo'ya giderken karşımda Beyaz Dayı'yı gene bulmuş ve bana ;
-Ne yapacayık be çocuk? Acaba öldürecekler bizi? diye sormuştu, Beyaz Dayı.
Ama korkunun ecele faydası olmaz derler ya, bu amcamız daha 20 Temmuz 1974 günü Girne'ye çıkarma yapılırken, Poli kasabasında ilk vurulan insanlar arasında olacaktı. Ona rahmetle diyorum.
Evet, 46 yıl önce bugün sokağımda mücahitler toplanmış hazırlık yapmakta, torbalar kum ve toprakla doldurulup mevziler yapılmaktaydı. Bu arada etrafımızda da acımasız bir iç-sivil savaş sürmekte, çek silahları ve maşinganlar acımaksızın Makarioscu ve EOKA B'ciler arasında ateş etmekteydi. Yüzlerce Kıbrıslırum vatandaşımızın öldüğü söylenmekteydi. Sabahleyin erken kalkmış, herhalde öğlene doğru saat 11:00 sularında evde oturmuş, abonesi olduğum ve derslerimden dolayı da bayağı evde birikmiş "Yeni Ortam" ve "Cumhuriyet" Gazetelerimle, elimdeki Yılmaz Güney'e ait "Boynu Bükük Öldüler" ve "Bir Pencere Camı, bir soba ve bir parça ekmek istiyoruz" romanlarını okumaya başlamıştım. Ansızın evimizin avlusuna elinde otomatik silahla gelen bir sınıf arkadaşımla karşılaştım. Hasan Fadıl...
-Sen daha neden duruyorsun, git de sana da silah verecekler ve seni 33. bölükten bekliyorlar, durum ciddi, savaş çıkacak, seferi, 17 yaşında bizim akran silah tutanlara ihtiyaç var, dedi…
Heyecanlamıştım. 1963-64 çatışmalarından beri savaş sözünü daha sonraları çekilip de enklav bölgelerinde kaldığımız Baf Türk kantonunda artık duymamıştım. Ama özgürlükler bakımdan kısıtlı ve 12 Mart 1971 yılındaki Türkiye Darbesi ile adeta muhalif sözcüklerinin kapandığı Kıbrıs Türk Bölgelerinde, muhaliflere karşı kısıtlama ve tehditlerin dışında bir çatışma ile karşılaşmamıştım. Tüm buyruk Sancaktarlarındı aslında. Yasama, Yürütme ve yargı da adeta onlardı. Küçük yaşımda okumaya başladığım için o onyedi yaşımda da muhalif-sol düşünmekte ve o zamanki birikimimle hem sol kesimleri, hem Deniz Gezmişleri, hem de Ecevit'in sosyal demokrat görüşlerini desteklemekte, Ecevit'in Türkiye'ye demokrasi getireceğine inanmaktaydım. Kıbrıs'ta da olaylar olmuş, 1968 yılında KTÖS-Kıbrıs Türk Öğretmenler Sendikası'na karşı Lefkoşa'da Bayrakraktarlık önlem almış ve Genelkurulda Yönetim Kurulu tümüyle tutuklanmıştı. O dönemde bazı yöneticiler, Arif Hasan Tahsin ve bildiğim kadarıyla Turgut Afşaroğlu hapisteydi.
1973 yılında, Cuhuriyetçi Türk Partisi Başkanı Berberoğlu Denktaş'a karşı aday olunca, Cumhuriyetçi Türk Partisi'ne karşı da anti demokratik, Türkiye 12 Mart Cuntasına uygun şekilde kısıtlamalar ve yasaklamalar başlamıştı. CTP partisi bugünkü gibi değil, daha mücadeleci ve de sol ideolojinin daha etkin ve ağırlıklı olduğu bir partiydi. Yeğenim İlker Kılıç (Kısa bir müddet önce Londr'da öldü) seçimler ve parti kuruluşu sırasında etkin olduğundan, tehdit edilerek, adadan ayrılmıştı. Babam KTÖS yöneticileri tutuklandığından dolayı Halkın Sesi'nde başka bir isimle yönetimi eleştiren şiirler yazmaktaydı.
Evet çevremizde şu anda darbeden ötürü Kıbrıslırum vatandaşlarımız da zorluklar içindeydi. Cunta'nın darbesi, dolayısıyla vurulanların öykülerini dinlemekteydik. Bazı yerlerde Türk Bölgelerine sığınan muhaliflerin gene Sancaktarların eliyle tekrar Cuntacılara geri verildiklerini duymaktaydık. Rum Bölgelerinde acımasız vuruşmalar oluyordu. Rum Milli Muhafızları darbeden yanaydı ama polislerin geneli Makarioscuydu. "EOKA B" örgütü de darbeden yanaydı.
DEVAM EDECEK