“Barışı ve Kıbrıslıtürkler’i çok seviyordu...”

Sevgül Uludağ

Kıbrıslı barış aktivisti Panos Harçotis’in ardından...

Kıbrıslı barış aktivisti değerli arkadaşımız Panos Harçotis’in geçtiğimiz günlerde hayatını yitirmesi ardından, onun değerli Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırum dostlarından onun hakkında birkaç satır yazmalarını istedik. Panos’un değerli arkadaşı Keti Ekonomidu da bizi kırmayarak şöyle yazdı:

“Panos Harçotis, çok güzel bir insandı, özgün bir barışçıydı ve kendisi de çok barışçıl bir insandı... Barış amacına tüm kalbiyle inanıyordu ve böylece ideallerini ve inançlarını ileri götürmeye çalışmaktaydı.

Gerçek bir arkadaş olarak, başkalarına yardımcı olmak için elinden gelen, mümkün olan herşeyi yapan birisiydi... Zaman zaman bazılarımızın tartıştığımız veya anlaşmazlığa düştüğümüz hallerde dahi, hatta eğitimlerimiz esnasında, Panos her zaman hepimizi birleştiren bir güç idi...

Müziği ve felsefeyi çok seviyordu... Müzik seçimi son derece kendine özgüydü... Müzikle ilgili olarak o güne kadar hiç duymamış olduğum o kadar çok şey öğrendim ki ondan...

Felsefeye gelince, kendini adamış bir öğrenciydi ve aynı zamanda iyilik öğreticisiydi, bunları da her düzeyde ve her yerde uygulamaktaydı. Türünün tek örneğiydi... Onu gerçekten çok özleyeceğiz...

Onun gücü, kafasındaki huzur idi... Belki bir gün onun derinliğine ulaşabiliriz... Barışı ve Kıbrıslıtürkler’i çok seviyordu...”

Panos’un yakın arkadaşı Eleni Karayorgi ise ondan kısa bir yazı istemimizi geri çevirmeyerek şöyle yazdı:

“Panos’la 1990’lı yılların başlarında tanışmıştım. İki toplumlu barış hareketin genç bir üyesi olarak o günlerde var olan çeşitli gruplara katılmıştım. Kıbrıs Kimliği ile ilgili bir atölye çalışmasında Panos’un eğitmenimiz olması nedeniyle çok şanslıydım. Şanslıydım çünkü sükuneti ve önemli nitelikleri nedeniyle her bir tartışmaya başarılı biçimde rehberlik etmişti. Tartışma nasıl başlarsa başlasın – genellikle anlaşmazlıklarla başıyordu – Panos, her zaman dostane bir ortamda sonuca ulaştırıyordu tartışmaları. 2004’ten sonra onun izini kaybetmiştim. Sonra Facebook aracılığıyla onu tekrar bulmuştum. Ve bu kez, gerçek bir dostu keşfetmenin mutluluğunu yaşıyordum.

Panos bir kültür adamıydı, en sade çiçeği takdirle karşılıyor, bugüne kadar yazılmış olan en karmaşık şiiri bana açıklayabiliyordu...

Hoşçakal arkadaşım... Senin o insan yüreğini ve bilgeliğini özleyeceğiz... Hoşçakal sevgili arkadaşım...”


BAF’TAN HATIRALAR...

“Hep huzursuz bir ülke: Keşke birbirimize hiç zarar vermeseydik...”

Ulus IRKAD

İki sene önce Baf’a davet edilmiş ve oradaki kitap fuarına katılmıştım. Beni Lefkoşa’daki Yeşil Hat’tan İbrahim Aziz abi almış ve yaklaşık bir buçuk iki saatlik bir yolculuktan sonra Baf’a varmıştık. Şunu açıkça koyalım; sanmayın ki Kıbrıs Sorunu’nda mazlum gibi gösterilsek bile bizim de payımız yoktur. Kimse bize sırf Rumlar enosis istedi diye gidip de “ökziliyari polis” olup bunu engellememizi şart koşmamıştı. Bunu muhakkak kendi liderliğimizden insanlar istemişti. Veya Türkiye bu talepte bulunmuş ve bize TMT kurulmadan önce bu hareketi önlemek için bunun uygun olacağını nasihatlemişti. Bir zamanlar 12 Eylül 1980 Darbesi’nde Barış Davası’nda yargılanan Türkiye’nin eski Orta Doğu Büyükelçilerinden Mahmut Dikerdem, 1980 öncesi yazmış olduğu “Orta Doğu’da Devrim Yılları” adlı kitabında Kıbrıs’taki bu olayı da ele almakta ve Kıbrıslıtürklerin niye kendi kurtuluşlarını veya özgürlüklerini talep edecekleri yerde bu tip engellemelere gitmelerini eleştirmektedir. Bunu da unutmayalım “Bize ölüler de lazımdır” diyen Kıbrıslıtürk liderleri mevcuttu ve kasten veya bilinçli olarak toplumu bu yöne itmekteydiler. Aksine barış ve diyalog isteyen lider veya aydınlar ise toplumdan izole edilmekteydiler. Hatta daha sonraları bu liderlerden biri bazı yerleri bilinçli olarak bombalattığını ve toplumlararası çatışmaya neden olduğunu kendisi de kabul etmiştir. Bazı Türkiyeli komutanlar ise bilinçli olarak camileri bombaladıklarını ve iki toplumu çatışma ortamına sürüklediklerini kabul etmişlerdir. Halbuki tarih kitaplarında bu tip provokasyon veya olayları Rumları suçlayarak onların yaptığını öne sürülmektedir ki daha sonraları bu olayların böyle gelişmediğini de bilmekteyiz. Bu tip olaylarda Psikolojik Harp veya Asimetrik Harp tekniklerini uyguladıklarını gene birçok yeraltı örgüt üyesi Kıbrıslıtürk kabul etmektedir.

Evet, İbrahim Aziz abi ile Baf’a gitmiş ve o gece yüzlerce kişilik bir kalabalığa konuşma yapmıştım (İbrahim abi de çok iyi bildiği Yunancası ile konuşmalar yaptı hatta benim yaptığım konuşmaları çevirdi, kendisine teşekkür ederim). Çok ilginçtir, mensubu olduğum karma bir mahalleden o gece davetliler arasında milliyetçi fanatik diye bilinen bir ailenin mensupları da vardır. Tam onlardan bahsetmiştim ki bir uğultu duyulur. Kalabalığı teskin ediyorum ve hemen karşımızda oturan bu aile ile de bizim ailenin çok güzel ilişkileri olduğunu, babamın tüm bahçe işlerini bu ailenin bazı mensuplarının yaptığını, hatta savaş sırasında bile bu aileden hiç zarar görmediğimizi de kalabalığa anlatıyorum. Herkes beni ilgi ile dinledi. Konuşmamı yaptıktan sonra o aile dahil, 1962 yılı öncesi Kıbrıslırum komşularım yanıma gelip benimle ilgilendiler ve onlarla konuştum. Herkes beni 44 yıl sonra Baf’ta görmekten çok memnun oldu.

Ertesi sabah ise aynı kitap salonunda bir yuvarlak masa toplantısı olur ve bana 9 Mart 1964 olaylarını onlara nasıl anlatacağımı sorarlar. Onlara kendi yanlışlarımızı da onların yanlışlarını da anlattım ve “Keşke” dedim, “Bu tip toplantıları 1963-64 öncesi olaylardan önce de yapsak ve hiç birbirimizi öldürmesek, birbirimize zarar vermeseydik” dedim. Bu konuşmamdan sonra herkes benim bu görüşlerimi onayladı ve eski komşularım ve de hemşehrilerimle aramdaki diyalog daha da gelişti.Bu arada kitap fuarındaki bazı kitapların 1963-64 olayları sırasında Kıbrıslırumların yaptıkları yanlışlardan mütevellit olduğunu ve hemşehrilerimin o olaylardaki yanlışlarını eleştirdiklerini de bana hediye ettikleri bu kitaplardan çevirerek öğrendim ve çok da memnun oldum. Şunu da açıklıkla yazayım; Baf’ta da Kıbrıslırum hemşehrilerim kendi yanlışlarını kabul etmekte ve eleştirmektedirler. Onlar da büyük bir özeleştiri içine girmişlerdir.

Aslında hiç bir şey geç kalmamıştır. Bundan sonra yapılacak benzer yanlışların benzer sonuçları olmaması için diyaloğa ve de birbirimizi anlamaya önem verirsek, toplumlarımız arasındaki temas ve ilişkiler düzelecek, barışla elbette tekrar birleşmeye tüm zamanlardan da daha yakın olacağız.

(YENİÇAĞ – Ulus IRKAD – 22.11.2020)


BİR KİTAP...

“MİT görevlileri, kontrgerillayı araştırırken öldürülen Savcı Doğan Öz'ü ansiklopedi satıcısı kimliğiyle ziyaret ederdi"

Ali Kemal ERDEM

Doğan Öz cinayeti, Türkiye'yi 12 Eylül 1980 darbesine götüren kanlı süreçteki en önemli cinayetlerden biriydi.

Ankara'da Cumhuriyet Savcısı olarak görev yapan Öz, henüz 44 yaşındayken evinden çıktığı sırada aracının içinde uğradığı silahlı saldırı sonucu 24 Mart 1978'de yaşamını yitirdi.

Ölümünün ardından başlatılan soruşturma sonunda tetiği çeken kişi olduğu iddiasıyla ülkücü İbrahim Çiftçi tutuklandı.

Cinayeti işlediğini itiraf eden Çiftçi, dört kez idama mahkum olması dört kere de bu kararın bozulmasının ardından 1985 yılında beraat etti.

Doğan Öz'ü farklı kılan sadece baktığı dosyalar değil, Türkiye'de birçok faili meçhul olayın ardındaki güç olarak görülen ve "Kontrgerilla" adlı devlet içinde örgütlenmeye çalışan illegal yapılanmaya dair hazırladığı rapordu.

Bu örgüte dair bilgileri dönemin Başbakanı Bülent Ecevit'e de götüren Öz'ün baktığı son dosya sol görüşlü Levent Özyörük adlı öğrencinin kız arkadaşıyla el ele yürürken öldürülmesinin ardından saldırganın kaçtığı ve ülkücü öğrencilerin yoğun olarak kaldığı Site Yurdu'nda arama yapması oldu.

Yaptığı arama sırasında bir dolapta cinayette kullanılan silahı bulan Öz'e bu olaydan sonra yoğun tehditler geldi.

Hatta dönemin bazı MHP milletvekilleri bizzat TBMM'den Öz'ü ülkücü öğrencilere komplo kurmakla suçlayıp, hesap vereceğini söyleyerek tehdit ettiler.

Bu olaydan günler sonra Doğan Öz suikasta uğradı.

O günlerde kamuoyunda büyük tepkilere neden olan cinayetin unutulan yönleri ve bir döneme damgasını vuran Doğan Öz'e dair az bilinenler yıllar sonra bir kitaba konu oldu.

Gazeteci Berivan Tapan, Tekin Yayınevi'nden çıkan Savcı Doğan Öz'ü Vurdular - Bir Kontrgerilla Cinayeti kitabında Doğan Öz'ün yaşam hikayesini ve cinayetinin perde arkasındaki olayları araladı.

Tapan, kitabına dair sorularımızı yanıtladı.

 

***  Kitabı yazmaya nasıl karar verdiniz?

Cumhuriyet gazetesinde "12 Eylül'e Doğru Beş Cinayet" adlı hazırladığımız yazı dizisindeki cinayetlerden biri de Doğan Öz suikastıydı. Doğan Öz cinayetinin de Abdi İpekçi cinayeti kadar önemli olmakla birlikte yeterince kamuoyu tarafından bilinmediğini, görmezden gelindiğini fark ettim. Bir şeyler yapmak gerektiğini düşünerek bu olayı araştırmaya başladım. Zaten yazı dizisi kapsamında eşi ve kızıyla görüşmüştüm. Yeniden irtibata geçerek cinayeti derinlemesine yeniden incelemeye başladım. Kitap kapsamında Öz'ün memleketi Afyon, ailesinin yaşadığı İzmir ve yaşamını yitirdiği Ankara'ya defalarca giderek tanıklarla görüştüm, yüzlerce sayfalık mahkeme kayıtlarını okudum. Eski CHP Genel Başkanı ve gazeteci Altan Öymen de kronolojik bir şekilde cinayete kadar gelen süreci anlattığı önsöz yazısıyla bana destek oldu.

***  Kitapla birlikte neyi fark ettiniz?

Aslında herkesin bir şekilde Doğan Öz'ü tanıdığını fark ettim. Öyle ki günümüzdeki gençlerin de Doğan Öz'ün en azından adını biliyor olması benim için mutluluk verici oldu. Kitabın ilgi çekmesine neden olan ise bence Öz'ün o gün tespit ettiği ve kontrgerilla örgütlenmesinde yer aldığı ortaya çıkan isimlerin halen sahnede olmaları… Bu kişiler halen çeşitli söylemleriyle, kendilerini hatırlattıkları için Öz'ün tespitleri de güncelliğini koruyor ve insanların ilgisini çekiyor. Öz'ün tespit ettiği derin devlet şekil değiştirse bile halen faal. İtalya'da gladyo ile yaşanan yüzleşme Türkiye'de gerçekleşmediği için bugün bile insanlar, yıllar önce yaşanan kontrgerilla cinayetlerini okumak, bilmek istiyor.

***  Ailesinin günümüzdeki görüşleri neler? Doğan Öz için 'Keşke olayların üzerine gitmeseydi' diyorlar mı?

Hayır, eşi Sezen Hanım, tam tersine yaşanan bu acı olaya karşın "yapılması gereken buydu" diyor. Bir eş olarak Doğan Öz'ün tehditler almasından endişe ediyor o dönem elbette ama onun karşısında değil yanında durmayı tercih ediyor ne olursa olsun. Zaten Doğan Öz'ü durdurabilecek biri de yok aslında. Kararlı bir şekilde, yaşanan haksızlıkların giderilmesi için var gücüyle çalışan bir savcı var karşısında. Ayrıca Sezen Hanım da mücadeleci bir insan ve "Ben de Doğan'ın yaptıklarını yapardım, onun gibi adaletin peşinden giderdim" diyor.

Tabii ki otoriter rejimler sadece bireyleri değil ailelerini de cezalandırıyor. Öz ailesinin yaşadıkları yalnızca Doğan Öz'ün kaybıyla da sınırlı değil.

Büyük oğlu Turan da 12 Eylül döneminde okuduğu ODTÜ'de gözaltına alınarak işkence görüyor. Ona işkence yapan geçtiğimiz günlerde ölen "ünlü işkenceci" Raci Tetik. Bu kişi Turan'ı sorgularken, "Babanın neden öldüğünü biliyor musun?" diyerek Öz'ün oğlu olduğundan haberdar olduğunu da gösteriyor.

***  Doğan Öz cinayetinden yargılanan İbrahim Çiftçi'nin idam kararı her defasında başka bir mahkeme tarafından dönüyor. Aile bu konuyla ilgili ne düşünüyor?

Öz ailesinin adalet arayışının sürmekle birlikte asla olaya bir intikam duygusuyla yaklaşmıyor.  Doğan Öz, idamlara karşı mücadele eden ve hatta bu yüzden de soruşturma geçiren bir savcı olduğu için ailesi de aslında verilen idam kararlarından memnun değil. Evet, sanığın cezasını çekmesini istiyorlar ama idam edilmesine karşı çıkıyorlar.

***  Öz'ü hangi dosyalar hedef haline getirdi?

Öz'ün öldürülen solcu öğrenci Levent Özyörük'ün katilini bulmak için Site öğrenci yurduna girmesinin ardından bizzat TBMM kürsülerinden tehdit ediliyor. Bu son nokta oluyor. Öz, meslek hayatı boyunca hep üzerine gidilmeye korkulan dosyaların peşine düşüyor. Örneğin Alevilere yönelik düşmanlığı körükleyen bir kitabı soruşturması, Demirel'le ilgili bir yolsuzluk iddiasını soruşturması veya Sabahattin Ali cinayetini araştırması hep onun düşmanlarını da artıran dosyalar.

***  Kitapta MİT'in Öz'ü nasıl takip ettiğine dair bir iddia da var.  Nedir bu biraz açar mısınız?

Doğan Öz'ün okumaya olan büyük ilgisini bilmeyen yoktu. Milli İstihbarat Teşkilatı da dahil… Bazı MİT görevlileri, arada bir Okyanus Ansiklopedisi satıcısı kimliğiyle ziyaretine gelirdi. Doğan da karşısındaki satıcının kim olduğunu bilse de ona kendi içtiği gibi sadece kahve ikram ederdi. Zaten odasına kim gelse onu rahat ettirmek ister, karşısındakini dikkatlice dinlerdi..

***  Cinayetten önce herhangi bir ihbar olmuyor mu? Ya da şüpheli durum?

Oluyor. Saat tam 07.30'da Ankara Emniyet Müdürlüğü' aranıyor. Arayan kişi "Karşı kaldırımda ve caddede tuhaf davranışları olan birkaç genç var. Buralarda bir yerleri gözetliyorlar. Bir olay çıkabilir, lütfen ilgilenebilir misiniz?" diyor. Onu sıkılarak dinleyen polisin cevabı ise "Gocunduğunuz bir şey mi var acaba?" oluyor. Vatandaş aldığı cevap karşısında hiçbir şey söylemeden ahizeyi kapatıyor. Ve bu konuşmanın üstünden bir saat geçmeden arayan kişinin tam da tarif ettiği yerde Doğan Öz kurşunlanarak öldürüldü.

***  Peki Doğan Öz, olaydan önce bir saldırı bekliyor mu?

Öz, meslek hayatı boyunca sürekli tehditlere maruz kalmıştı. Ancak Site Yurdu'ndaki aramadan sonra bu tehditler had safhaya ulaşmıştı. Öldürülmeden tam on gün önce eşine "Nöbetim sırasında beni öldüreceklermiş. Önce sis bombası atıp, sonra da beni makineli ile tarayacaklarmış" demişti.

***  Öz'ün öldürülmesinin ardından faillerin yakalanması sürecinde de bilerek veya bilmeyerek birçok ihmaller olduğunu belirtiliyorsun. Bir örnek verir misin?

Öz, cinayetine karışanlardan biri de Hüseyin Kocabaş adlı kişiydi. Bu kişinin önce Balıkesir'e ardından İzmir'e kaçmış. Kocabaş'ı yakalamak için gönderilen polis ekibi ise Kuşadası'nda deniz girmekten başka bir şey yapmadan geri dönmüşlerdi. Kocabaş ise aylar sonra İzmir'den döndüğü Ankara'da afişleme yaparken tesadüfen yakalanmıştı.

***  Kitapta cinayetin tanıklarından birine dair de ilginç bir iddiada bulunuyorsun. Nedir bu iddia?

İbrahim Çiftçi'nin yakalanmasının ardından aralarında Hayati Erdoğan adlı bir kapıcının da olduğu bazı görgü tanıkları tarafından teşhis edilmişti.

Görgü tanıkları arasında o dönem ODTÜ'de öğretim görevlisi olarak Ziya Aktaş da vardı. Kapıcı Erdoğan, ateş edenin kesinlikle Çiftçi olduğunu söylerken Aktaş, duruşma aşamasında çelişkili ifadeler vermişti.

Mahkeme sürerken 1981 yılında Aktaş, burslu olarak ABD'ye gitti. 1983 yılında Türkiye'ye döndüğünde teşhisi yapmadı.

Sonradan Ecevit döneminde DSP Milletvekili de olan Aktaş'ın duruşmada çekimser kalmasının nedeni sonradan anlaşıldı.

Bu neden mahkeme sürerken Aktaş çiftinin aracına bomba konulmasıydı.

***  Duruşmada kimi zaman trajikomik denecek olaylarda yaşandı mı?

Yaşanmaz olur mu? Aktaş'ın ilk ifadesinde teşhis ettiği Çiftçi'yi duruşmada teşhis etmemişti. Bunu şöyle bir gerekçeye bağladı: Olay yerinde gördüğüm şahıs daha uzun boylu, yakışıklı, suratında herhangi bir iz yoktur.

Avukatları da bu ifadeden yola çıkarak Çiftçi'nin yakışıklı olmadığını ispata girişen bir savunma geliştiriyorlar.  Savunmada şöyle diyorlar:

"Cezaevinde tutuklu bulunan müvekkilimizin ne kadar yakışıklı olduğunu şu gerekçeyle izah etmemiz mümkündür. Mamak Askeri Ceza ve Tutukevi'nden bulunan tutuklu kadınlar, yanlarında bulunan küçük çocukları ağladığında çocuklarını susturmak içi müvekkilimiz İbrahim Çiftçi ile korkutmaktadır. Müvekkilimizin dosyada resmi de bulunmaktadır. Ayrıca ne kadar yaşlı olduğunun merak edilmesi halinde, cezaevinde veya halen devam etmekte olan diğer davada duruşmaya çıktığında görülebilir."

(INDEPENDENT TÜRKÇE – Ali Kemal ERDEM – 28.11.2020)