Proje ve vizyon sahibi, değiştirme kararlılığı ve bilgisine sahip, adil ve şeffaf bir yönetime ihtiyacımız var.
Bir de böylesi bir hükümet için "ip üstünde" yürünmeyecek istikrarlı bir zamana!
Elbette hükümete "hazırlıklı" gelmek de gerekiyor.
Ülkenin en temel sorunları biliniyor çünkü...
Eylem planlarını hazırlamak için illaki seçim sonucunu beklemek şart değil.
Sokağın en temel sorunu geçim!
Ülkenin ortak kaynakları ne yazık ki adil paylaşılmıyor.
Yoksulla varlıklı arasındaki uçurum büyüyor.
Bir de "devlet" sorunumuz var tabii!
Eğreti mi eğreti!
Demokrasi ve irade gibi değerler yerlerde sürünüyor.
Kıbrıs’ın kalıcı bölünmesi ve Kıbrıslı Türklerin dünyasız bırakılması, ilhak politikalarının bir yurdu yutması gibi bir gerçeklik de karşımızda duruyor.
* * *
"Geçim" demiştik, değil mi?
"Vergi, fon, harç" diyerek hepimiz ödemeye yapıyoruz ve bu para Maliye'deki "ortak kasa"da toplanıyor!
Ama o "ortak kasa" tüm toplum için kullanılmıyor.
Ne parayı alırken adalet var, ne de harcarken!
* * *
Kamusal kaynaklarla verilen hizmetlerin kalitesi giderek düşüyor.
Dünyada “en gelişmiş ülkeler”e bakınız, göreceksiniz, en önemli değişim süreçleri sağlık ve eğitimle başlamıştır.
Hele sağlık!
Çünkü istisnasız her bir insanı ilgilendiriyor ve doğumdan ölüme en temel ihtiyaç olarak toplumu kapsıyor.
İşte o nedenle her yurttaşa, günün her anında erişebileceği, ücretsiz ve güler yüzlü sağlık hizmeti sunmak en temel ihtiyaç olarak ortaya çıkıyor.
Sağlığın kamudan özele kaçırıldığı gerçeğine gözlerimizi kapatıyoruz oysa!
Ne yazık ki hastanelerde “sıkıştırılmış saatlerde” hizmet veriliyor, o da, eğer altyapı, malzeme, ilaç varsa!
Bir koşuşturmadır gidiyor; hastaneden özele, özelden nöbete, nöbetten kliniğe; bir yokluktur tükenmek bilmiyor.
* * *
Eğitim farklı mı?
Ülkenin çocukları bölündükçe bölünüyor!
Pek çok aile çocuğun özelde okutmak için “borçlanıyor” artık!
Kamu okulların her biri başka model!
Bir kolej çılgınlığı var, sormayınız!
* * *
Ülkenin onca çürümüşlüğü içinde dünyadan ve iradeden ırak bir yapıda elbette dönüşüm çok kolay değil, çünkü, hepimiz, bir başkasını örnekleyerek kendi pozisyonumuzu korumaya çalışıyoruz.
Ama önceliği en geniş kitlelerin hayatını etkileyen kimi “kemikleşmiş” sorunlardan başlatmak zorundayız!
“Baş ağrıtacak” meseleleri ertelemek yerine öncelemeliyiz özüyle!
Çünkü…
Başımız daha çok ağrıyor git gide…
Yerel fırsatlar, sancılar
Yerel yönetim seçimlerine dair gündem hareketlendi, hem de yılgınlığın hayatımızı kuşattığı bir zamanda…
Cumhuriyetçi Türk Partisi cesur davrandı, adaylarını açıklamaya başladı.
Özellikle Mağusa adayı Dr. Süleyman Uluçay ile de çıtayı yüksek tuttu.
Dr. Süleyman Uluçay, hem uzlaşmacı kimliği, hem de bilgeliği ve yurt sevgisiyle kent için büyük şans gerçekten…
* * *
Yerel yönetimler sol kültürün işidir.
Bunu yaşayarak gördük.
Bir dönem biz Mağusa’ya, o efsane festivallere, Girne’den kalkar giderdik, adeta bir Avrupa ülkesine yolculuğa çıkar gibi sevinçle…
Gazimağusa Belediyesi şimdi kentine yıllarca hizmet etmiş emekli çalışanına ikramiyesini ödeyemeyecek noktaya geldi, altyapı yatırımları epeydir durdu, işçiler borçla ödeniyor.
* * *
Lefkoşa’nın yıkımını anımsayınız ne olur, “Cemal başkan bizim çocuğu da işe al” sözleri arasında bir belediyeye ve kente nasıl kıyıldığını acıyla deneyimledik… Yanı başında Gönyeli bir cazibe merkezine dönüşürken…
Lefkoşa demişken!
Uluslararası tanınmış bir belediyeden ve bölünmüş bir şehirden söz ediyoruz.
Kıbrıs’ın barışa susamışlığı içinde -en az- Başbakanlık kadar önemserim, başkent belediyesini…
Üzülüyorum çünkü başkent için gereksiz bir polemik var.
CTP aday mı çıkartmalı yoksa mevcut başkanla son seçimde olduğu gibi “ittifak” mı yapmalı?
Öyle “dayatma” ile olmuyor bu işler, hele de yarım asırlık bir siyasi harekete…
Ne partilere, ne tabana “dayatma” kabul görmüyor.
Aday çıkartması da son derece doğal CTP’nin - ki geçmişte Lefkoşa Belediyesi’ni yönetti - ittifak kararı alması da… (Unutuyoruz bazen, o dillere destan Kıbrıs Tiyatro Festivali, Girne-Mağusa-Lefkoşa belediyelerinin ortaklığında başladı, her üç kent de CTP yönetimindeydi.)
Sorun şu.
Tüm bunları rövanş diliyle konuşmanın, incitici olmanın ve sataşma üzerinden siyaset örmenin vakti değildir.
Anahtar sözcük “saygı” olmalıdır.
Önceki seçimde CTP’nin Harmancı’ya desteğini “etkisiz” göstermeye çalışmak, dayanışmacı duyguları köreltiyor. CTP, Haziran 2022’de Lefkoşa’da kendi adayıyla seçime girecekse eğer dört yıl önceki işbirliği, ittifak ve ortak başarı yine de ortadan kaybolmuyor.
Bunu “inkar” ya da “küçümsemek” fazlaca kibirli duruyor.
Buna karşın CTP de “kendi adayı ile seçime gireceğini” bir ötekini “alt etmek” edasıyla sunarsa, itici oluyor.
Sol didişmelere değil gelecek vizyonunu anlatmaya ihtiyaç var, kentleri ve hayatı kazanmaya…
Unutulmasın, seçimler geçecek ve toplumsal varoluş kavgası verenler, barışa ve demokrasiye yürekten sarılanlar, özgür bir gelecek inşası için ter dökenler yan yana yürüyecek yine…
* * *
Seçimden söz açılmışken…
“Yerel”den önce “Genel Seçimler” var.
Keşke “karma oy”u kaldıracak bir iradeyi gösterebilse bu Meclis!
* * *
Yeni sene içimiz dışımız seçim olacak.
“Sandığa gitmenin bir anlamı kaldı mı kalmadı mı” sınayacağız yeniden…
Panayır yeri!
Tatar, Rum tarafının Kıbrıs Cumhuriyeti'ni “işgal” ettiğini söylüyor.
Şikayetçi!
Kıbrıs Cumhuriyeti'nin "işgali" sona ererse oraya geri dönecek mi?
...
"İşgalci" diyor Tatar.
Anastasiadis de Türkiye için aynı ifadeyi kullanıyor.
"İşgalci."
Toprağı işgal etti diye!
...
Anastasiadis, "gel" dedi, "Kıbrıs Cumhuriyeti'ne geri dön."
Samimi değildi.
Yine de dedi.
Tatar da “gel, toprağına geri al” diyecek mi acaba?
...
Tatar diyor ki...
“Verilen tapular hak hukuktur, geri dönüşü yoktur.”
Daha bitmedi!
Daha neler diyor Tatar, okuyalım…
"Egemen olduğum için çözüm iki devletin iş birliğiyle olacaktır. Bu iki devletin iş birliğiyle oturup kapsamlı görüşmelere geçildiğinde toprak, mülkiyet, garantörlük görüşülecek...”
İyi de hangi temelde senin egemenliğini tanıyacak, sonrasında toprak, mülkiyet, garantörlük görüşülecekse eğer...
Hem verilen tapulardan geri dönüş yoksa toprak ve mülkiyet görüşmesi ne olacak?
Altı üstünü tutmayan, üstü altını bir yığın laf!
Ne hukukla bağdaşıyor, ne dünyayla…
Ne Birleşmiş Milletler kararlarına uyuyor, ne garanti anlaşmasına!
"Kürekçi" der gülerdik geçmişte, her seçimde aday o tatlı insana, çok daha tutarlıydı galiba!
Üç bölgeli harita sunmuştu ya...
Daha anlaşılırdı.
Panayır yerine döndü Saray!
Cumhurbaşkanı Ersin Tatar, Türk Ajansı Kıbrıs’ı ziyaret etti, ajans müdürünün masasına oturdu, anlattı.