BAŞA GELEN ÇEKİLMEZ

Neşe Yaşın

Hayatımızın bazı anları, bazı davranışlarımız, kararlarımız için çok derin pişmanlıklar duyarız ya, geriye dönebilsek daha farklı yaşayabilir miydik o anları, yoksa bir hatanın, bir kararın kaderi çok daha önceden mi çiziliyor? O hata bir sürecin sonucu mu yoksa? Neden böyle yaptım, neden böyle dedim diye kendimizi parçalarken aslında o an için değil de bizi o ana taşıyan süreç için yas tutmalıyız bence.

Her şey bir anda olmuş gibi dursa da uzun zamana yayılan bir varoluş meselesiyle bağlantılı aslında olan biten. Böyle biriyizdir sonuçta; bir ruh sakarı, gerginlikle hatalar yapan, elindekini düşürüp kıran, yanlış kapılara yönelen, önüne bakmayıp düşen biri…  

Hayatımızı ören sadece kendi kararlarımız değil. Bizi oluşturan hikâye ne kadar kendi irademizle var; mesele bu. Hasbelkader içine doğduğumuz ülkeler, aileler, bazı rastlantı zincirleri filan söz konusu. Bunlara rağmen yaptıklarımızla övünebilir, yapamadıklarımız için kederlenebilir, yanlış yaptıklarımız için yas tutabiliriz elbette.

Bazı insanları küçümsüyor, acımasızca eleştiriyor, bir kaşık suda boğmak istiyoruz ya, bunun nedeni onlar değil de bizim hayatla olan bazı meselelerimiz aslında. İçimizde hemen kalemi kırmaya hazır yargıçlar var. Hassas adalet terazileri için uğraşmak yorucu çünkü. Çuvaldızı kendimize batırmayı unutuyoruz kimi zaman.

Başkalarıyla, ötekilerle ilişkimizi belirleyen en önemli faktör korku. Bizden farklı olandan ürküyoruz. Başkaları bize zarar verecek diye ölesiye korkuyoruz ve nefrete tercüme ediyoruz bu korkuları. Bazen de sadece uzak durmak istiyoruz bazı insanlardan. Bizi üzme potansiyelleri çok yüksek çünkü. Kimi insanlarla daha sıkı bir iletişimden uzak durmamızın bir nedeni de bizi aşağıya doğru çekmeleri aslında. Şu veya bu nedenle hiç de iyi gelmiyorlar bize.

Hep yalnızsın canın sıkılmıyor mu derler ya; bazen başkalarıylayken canı sıkılıyor insanın. Tek başınalık çok daha keyifli olabiliyor. Sana hiçbir şey katmayan, yalnızca enerjini düşüren insanlarla geçirilen zaman heba olmuş bir zaman sayılmaz mı? Bazen de seni uçuracak birileri çıkıyor karşına. Böyle tatlı tesadüfler de var hayatta. Ruhuna hiç hitap etmeyen ortamlarda bile bir hayat dersi var elbet ama iklimini bulmuş çiçekler gibi coşarsın uygun ortamı, uygun kişiyi bulduğunda.

Toplumsal hayat kiminle ilişkide olacağın konusunda bir seçme hakkı vermiyor sana.  Bıraksalar asla tercih etmeyeceğin pek çok insanla muhatap olmak zorundasın. Onlar da seni seçmezlerdi zaten. Bir katlanma, hoş tutma, köprüyü geçene kadar ayıya dayı deme durumu ile karşı karşıya kalınıyor böylece. Bazen ayı kendini gerçekten dayı sanıyor ama yapacak bir şey yok. Ayılarla da empati kurup onlar için de yas tutan bir insansan işin daha zor zaten.

Kimi zaman nurlu bir ruh hali içinde buluyorum kendimi. Saftirik bir sevgi pıtırcığı hali değil kastettiğim. Herkese sevgiyle bakayım, ah biz zavallı insancıklar, her birimizin birer hazin hikayesi var gibi bir önsözle hareket etme durumu. Bazen sihirli bir oluşum yaratıyor bu. Gülümseyişler bile karşıdakini gülümseten bir refleks oluşturur ya; onun gibi bir şey. Taşıdığın ışık bir aydınlığa sebep veriyor sonuçta. Bu ışıkla ihya etmiş oluyorsun başkalarını da. En kötüsü sen yorulup ışığını kestiğinde düş kırıklığı yaşayıp inkâr etmeleri seni. Hayranlık içindeyken bir anda yüz çevirmeleri.

Belleğin acıtan yerlerinde dolanıyorum zaman zaman. Keşke öyle yapmasaydım, keşke öyle demeseydim, keşke o kapıyı açmasaydımın bir çözümü yok. Geçmişe dönsek aynı hataları yeniden yapardık en kötüsü. O hatalar bir zincirin halkası çünkü.

Eskiden beni en çok üzen potansiyelimi gerçekleştirmemiş olduğuma inanmamdı. Daha iyisini, çok çok daha iyisini yapabileceğime öyle çok inandırmıştım ki kendimi. Bir yandan da günah keçileri buluyordum başarısızlıklarım için. Şimdi düşününce kendi sorumluluğumu bir miktar azımsadığımı fark ediyorum. Daha iyisini yapabilirdim elbet ve önemli oranda da suçlusu benim bunun, yine de tek suçlu değil elbet.

İnsanın aynadaki görüntüsü ile kendine dair imgesi tutmuyor bazen. İçinde bir prenses dolanırken sefil bir Kibritçi Kız gibi ölmeye yatabiliyorsun. Prenses değilsin, tamam anladık da hiç mi gayret etmez, mağdur rolünü benimseyip kendini yok eder insan?

Başına ne gelirse gelsin ayağa kalkabilir yine de kişi. Her yeni sabaha her şeye rağmen dünyayı güzelleştirebilirim diye uyanmak mümkün. Geride hatalarla dolu geçmişlerimiz bile olsa; güneş doğmuş ya üstümüze, öylesine sürprizli, öylesine mucizevi bir şey ki hayat.