Ek bütünlemeye ihtiyaç duyulması eğitimde işlerin iyi gitmediğinin en önemli işaretidir.
Pandemiyle başlayan eğitim kayıpları, pandeminin ortadan kalmasından sonraki yıllarda katmerlenerek büyüdü. Çocuklarımız sahip olması gereken becerileri, aynı yaş grubundaki başka ülke çocuklarının becerilerinden çok geride. Ana dilde de yabancı dilde de matematik, fen bilimleri, sosyal bilimlerde de ve özellikle yaratıcı sanat etkinlikleri ile sportif becerilerde aynı yaş grubundaki diğer ülke çocuklarından en 5 ile 10 yaş gerideler.
Eğitimde fırsat eşitliği diye bir şey kalmadı. Özel okula giden öğrenci ile kamu okula giden arasında kapatılamaz bir fark ortaya çıktı.
Öğrencilerin yaşadığı eğitim kayıpları doğaldır ki sınıf geçmelerinde de başarısız olmalarını getirdi. İşte bu noktada akla gelen ilk çare “Ek Bütünleme” oldu. Ne var ki pedagoji düşülmediği için bu öğrencileri bilgilerini artıracak, becerileri geliştirecek, kazanımlarını yükseltecek herhangi bir programdan geçmeden girecekleri ek bir sınavdan başarılı olmalarını beklemek hayalcilikten, kısacası popülizmden başka bir şey olmayacak.
Çünkü bir öğrencinin, sınavdan aldığı not; sadece o öğrenciye ait değildir. O not, anne-babaya, öğretmene, okul yöneticisine, bakanlık çalışanına, Daire müdürüne, müsteşarına, Bakana da aittir. Kısacası başarısız olan sadece çocuklar değil, sistemin kendisidir.
Ne var ki sistemin tek odaklandığı konu öğrencinin sınavdan aldığı puan. Kağıt üzerindeki puanını önemsiyor, o puana göre karar veriyoruz. Bir üst sınıfa geçmede de koleje girmede de başarılı öğrenci olarak kabul edilmede de tek kriter kağıt üzerindeki puan. Öğrencinin; liderliği, arkadaşlarıyla olan etkileşimi, iletişim becerileri, tutum ve değerleri, erdemli olup-olmaması, sanatsal veya sportif yetenekleri dikkate alınmıyoruz, görmezden geliyoruz.
Eğitimimiz sorunlarla dolu. Ancak en önemlisin yukarıda anlatmaya çalıştığım eğitim anlayışıdır.
Alt yapısız, güvensiz, sağlıksız binalarda, yeterli kantini, kafeteryası, hatta bahçesi bile olmayan okullarda “tam gün eğitime” geçmeyi tartışıyoruz. Eksik öğretmen, eksik okul yönetici, eksik hademe konularını gündem ediyoruz ancak öğrencilerin bir türlü elde edemediği kazanımları, sahip olamadıkları becerileri neden sağlayamadıklarını konuşmuyoruz.
Bu anlayışla “kaosa” dönecek bir eğitim dönemi bizi beklerken, daha okullar açılmadan “ek bütünleme” yapılması kararı, top yekün sınıfta kaldığımızın ispatıdır.
Anlayana - Gülmece
Şikayet
Temel, öfkeyle kitapevine gelir ve şikayetlerini sıralamaya başlar:
- "Geçen hafta sizden bir kitap aldım ama hiç beğenmedim. Öylesine uzun ve sıkıcıydı ki anlatamam. Üstelik kitap da o kadar çok karakter vardı ki, hiçbirini aklımda tutamadım. Kitabın konusunu bile anlayamadım.”
Satıcı şöyle bir bakar ve yanıt verir:
- "Demek geçen hafta bizim Telefon Rehberimizi götüren sizdiniz."
Buraya Dikkat
Nedir şu “Başarılı Olmak” Denen Şey
Eğitim’de başarı denilince ilk akla gelenler; öğrencilerin sınıflarını geçmesi ya da herhangi bir sınavda yüksek not almasıdır. Hatta çoğu zaman bu beklentiler çok daha yüksek olabiliyor, mesela; çocuklarının sınıf birincisi, okul birincisi ya da herhangi bir merkezi sınavda birisi gelmek… Aslında bu durum, bir dereceye kadar başarı kriteri olarak kabul edilebilir. Ancak başarının yalnız ve ancak bunlardan oluştuğunu düşünmek çok büyük bir yanlış… Hele hele eğitimde…
Okul yaşamında başarı çocuğun veya gencin kendi yeteneklerini geliştirmesi ile eş anlamlıdır. Başkalarını geçmek, yarışta birinci olmak değildir. Çoğu zaman gerilerde de kalmak hiçbir şey ifade etmez. Ama kendini geliştiriyorsanız yani davranışlarınızı değiştiriyorsanız başarılısınız demektir. Çünkü eğitim bu demek zaten… Öte yandan başarılın olduğunu hissetmenin en önemli gösteri “mutlu” olabilmektir. Kısacası her ne yapıyorsanız, bu yaptığın şeyden mutluluk duyuyorsanız büyük bir ihtimalle başarılı olacaksınız demektir…