Televizyonlarda ‘sabah programı’ yapan bir grup yayıncı, dün Doğu Akdeniz Üniversitesi (DAÜ) İletişim Fakültesi’nde yer alan panelde bir araya geldik. Fakülte Dekanı Prof. Süleyman İrvan hocamızın yönettiği panelde medya hakkında çeşitli görüşler ortaya konuldu.
Öğrencilerin de katkı koyarak sorular yönelttiği oturumda ‘basındaki istihdam olanakları’ da doğal olarak gündeme geldi.
Üniversitede gazetecilik, radyo-televizyon, halkla ilişkiler, sinema ya da reklamcılık okuyan gençlerin en fazla ilgi duyduğu konuların başında iş bu konu var.
Sadece iletişimde değil, diğer bölümlerde okuyanlar için de bu durum geçerli tabii…
Dünyada ve ülkemizde gelişmekte olan süreç, iş bulma olanaklarını giderek kısıtlıyor maalesef… Emeğin ucuzladığı, hatta emeğe talebin giderek gerilediği bir dönemden geçiyoruz.
Sadece Kuzey Kıbrıs’ta da değil!..
Dünyanın birçok ülkesinde gazeteci arkadaşlarım var ve ne yazık ki son birkaç yıldır “gazetecilik koşullarının giderek kötüleştiği” mesajları geliyor birçoğundan…
Bu süreç geri çevrilebilecek mi, emin de değilim açıkçası…
**
Kuzey Kıbrıs’ta basın hala sektör ‘olmakla olamamak’ arasında gel-gitler yaşıyor.
Küçük ülke, küçük toplum, küçük ekonomi olmanın getirdiği dezavantajları diğer birçok sektör gibi basınımız da yaşıyor.
Reklam ve sponsorluk pastası küçük…
Yazılı basının nüfusla ilgili tiraj problemi var.
Maliyetler fazlasıyla yüksek…
Ancak en az bunlar kadar bir başka sorunu var medyanın…
Haksız rekabet!..
**
Kuzey Kıbrıs’taki ‘normal olmayan’ siyasi durum ve bunun getirdiği ‘olağanüstü’ koşullar yaşamının her alanını olduğu gibi basını da zaten birinci kalemde haksız rekabetle burun buruna bırakıyor.
Siyasi, sosyal, ekonomik, askeri ve kültürel bakımdan ‘bağımlılık’ ilişkisine zorlandığımız Türkiye’nin buradaki ‘medyasal varlığı’ tahminlerin de ötesinde büyük bir güce ve etki alanına sahip…
Bu durum yüzde yüz bilerek-isteyerek, planlı-programlı mı sağlandı?
Belki evet, belki hayır…
Medya alanındaki bu ‘güçlü etkileme’ olgusu, aynı dili konuşuyor olmanın getirdiği doğal bir sonuçtan söz edilebilir. Tıpkı edebiyatta ve dilin ön planda olduğu diğer alanlarda olduğu gibi…
Türkiye medyası, geçmişten bugüne sağlanan bazı olanaklar sayesinde, Kıbrıslı Türkler üzerinde, Kıbrıs Türk medyasının etki kabiliyeti kadar ve belki de daha fazla bir etkileme potansiyeline sahip hale geldi.
**
Burada bir ‘sonuç’tan söz ediyorum aslında ve bu saatten sonra bu sürecin geri çevrilebilme ihtimali pek de yüksek değil.
Türkiye televizyonlarındaki dizilerin izlenme alışkanlıklarını azaltmak, Türkiye’de oynanan maçlara buradakilerden fazla ilgi gösterilmesinin önüne geçmek, İstanbul merkezli ve bol sayfalı, renkli, geniş imkanlı gazetelerin okunmasına karşı çıkmak mantıklı bir tavır olamaz.
Ancak bu, elleri havaya açıp “Eh, ne yapalım, bırakınız da isteyen istediğini izlesin, istediğini okusun” demek anlamına gelmemeli…
Aksine, Kıbrıs Türk basınını mutlaka –ama mutlaka- yok edecek bu süreci geriletmeye dönük adımlar atılması gerekiyor.
Bunun da adı kimi ‘ekonomiden çok anlayan’ arkadaşların çok kullandığı ‘korumacılık’ değil, ‘haksız rekabeti önleyici tedbirler’ olmalı…
Nasıl mı?
Çok basit…
Türkiye’den ithal edilen ve burada, KKTC’de satılan mal ve hizmetlerin reklamları nerede yayınlanıyor?
Türkiye kanallarında ve gazetelerinde…
Güzel…
Peki, Türkiye’den Avrupa’ya satılan mal ve hizmetlerle ilgili Türkiye medyası o ülkelere dönük reklam yapabiliyor mu?
Hayır.
Eğer reklam yapılacaksa, o ülkenin medyası vasıtasıyla yapılır.
‘Dil uyumu’ olmasa da…
Neden böyle yapılıyor?
Hem o ülkenin basını, hem de o ürünleri üreten o ülkenin sanayicisi, esnafı ‘haksız rekabet’ koşullarıyla karşılaşmasın diye…
O sektörler batmasın, gelişebilsin, o branşlarda eğitim gören gençler iş bulabilsin, ekmek yiyebilsin diye…
‘Liberal’ geçinen meraklılar için hemen söyleyeyim: O ülkelerde de sizin savunduğunuz ekonomik model uygulanıyor!
Üstelik KKTC gibi ‘olağansız’ bir ülke de yok içlerinde!..