İçlerindeki hırs ve nefretle hayatı başkalarına zehir ettikleri gibi kendilerini de mutsuz eden insanlar vardır.
Ötekilere yaptıkları kötülüğün onlar için hazza dönüştüğünü, bir zafer duygusu yaşadıklarını sanırız ama kötülerin dünyası karanlık ve korkulu bir dünyadır aslında. Yaptıkları kötülüğün bir intikam tehditti taşıdığını, ezdiklerinin canavarlaşıp karşı saldırıya geçebileceğini, zulümlerinin kendilerine ağır bir bedel olarak dönebileceğini bilirler çünkü… Nefret dili ve küfrün bir çeşit zehir akıtma ve kendini detoksite etme olduğunu varsaysak da bu zehri üreten fabrika gibidir bu insanlar. Zehir içlerinde depolanmıştır yani. Kötülerin çevresindekiler sevdiklerinden değil ama daha çok da çok korktukları için ya da bu zalim enerji ile sersemleyip paralize oldukları için oradadırlar.
Kötülüğün ne olduğunu, nereden kaynaklığını bilmeden onu alt edemeyiz. Kötüler bir maskeyle çıkarlar karşımıza. Kötülüğü adaleti yerine getirmek için yaptıklarına inandırırlar. Savaş kötüdür ama barış için gereklidir gibi bir felsefe vardır. Acı çekilecektir ki esenliğe varılsın. Kötülük yapılacaktır ki iyiler kurtulsun. Öncelikle bu yaklaşımın ne kadar yanlış olduğunu, dünyadaki sorunlara hiçbir çözüm getirmediğini idrak etmek önemli. Belki de bu yaklaşım alt edildiği, bunun yerine yepyeni bir bakış açısı yerleştirildiği zaman insanlık kurtulabilecektir.
Nefret dili öyle bir dil ki yöneldiği kişiyi ezerken, yaptığı adaletsizlik ve açtığı yarayla kullanıcıyı her ne kadar bir an için iktidara taşısa da sonrasında bir bumerang gibi geri dönebilecektir.
Nefret dilini kullananlar karşıdakinin kötülüğünü, beş para etmezliğini, adaletsiz biçimde bir statü ya da üne sahip olduğunu söylemektedirler bize. Bunun her zaman yanlış olması da gerekmez. Hatta son derece haklı bile olabilir. Sorun dildedir. Böyle bir dil kurbanı zalimle eşitler; onu da kötülüğün safına katar.
Saldırı altındayken kendimizi savunmalıyız kuşkusuz ki. Karşıdan gelen şiddet bizi yok edebilir ve karşılık vermemizden daha doğal bir şey yoktur. Savaşların mantığı budur zaten. Ya öleceksin ya öldüreceksin. Ya ölü (şehit) olacaksın ya da katil. Buradaki denklem katillerin birer kahraman olarak nitelenmesi ile çözülüyor. Birinin katili ötekinin kahramanı, birinin teröristi ötekinin özgürlük savaşçısı oluyor. Sorun bu mantıkta işte.
Barışseverlerin yıllardır üzerinde kafa yordukları sorunsal bu: Karşı şiddet uygulamadan, barışçıl yollarla bir sorunu nasıl çözebiliriz? Aklıma Japon savunma sanatlarındaki Aikido yöntemi geliyor mesela. Karşıdan gelen şiddete şiddetle karşılık vermeden boşluğa yöneltmek ve şiddeti uygulayan şaşkınlığa düşerken ona yardım edip kendi şiddetinin hızıyla düşmesine ve kendine zarar vermesine engel olmak. Onu kurtarmak. Bu hem kimsenin zarar görmediği hem de durumun yeniden değerlendirilmesini sağlayan yepyeni bir aşama.
Dün New York sokaklarında dolaşırken düşündüm bunları. Bir gezegende yaşadığını hissediyor insan bu şehirde. Bütün bir dünya, her tür insanıyla burada çünkü… Her insan nasıl da farklı ve eşsiz ama nasıl da benzer aynı zamanda.
Her insan bir diğerinin canını acıtmaya ne kadar hazırsa bir o kadar da onun elini tutmaya, yardımcı olmaya hazır.
Dünyaya yardımcı olacak olan anlayış bir iyiliğe ulaşmak için bir kötülük yöntemini kullanabileceğimizi söyleyen felsefenin değişmesi.
Barış için savaşın ne kadar yanlış bir anlayış olduğunun sayısız ispatı var dünyada. Savaş sadece barışı geciktirir ve düşmanlığı artırır. Bu aslında zalimlerin ve savaştan çıkar sağlayanların bir kandırmacasıdır. Genç insanlara ya ölü ya da katil olma seçeneğini sunan bir dünya korkunç bir dünyadır. İnsanlığın ortak aklı ise bunu değiştirebilecek kadar güçlüdür.