“Bizim evin Rum’u henüz gelmedi mi” sorusu ile anlatır Niyazi Kızılyürek, geçiş noktalarının açılması ile kuzeyde yaşanan traji-komik duygu halini...
Evini yeniden görmek nasip olmadan ölen dedesi Yorgos ustanın yerine, torun Yorgos Kaskanis yaşar bu deneyimi...
“Bahar Gelince” kitabında o da şu soruyu asar vicdanlarımıza:
“İnsan nasıl çalar kendi evinin kapısını?”
***
Aliye Ummanel’in Lefkoşa Belediye Tiyatrosu’nda sahnelenmeye başlayan “EV”inde yaşadığımız öykünün özeti yapılır:
“Başkalarının çerçevelerine kendi fotoğraflarımızı koymak gibi...”
Evet..
Tam da budur yaşamak zorunda kaldığımız.
***
“Ağlattın bizi” dedim oyun sonrası, “sen de hep ağlıyorsun” dedi, Aliye...
“Göçmenlik” falan bahane galiba...
Tamam, ben iflah olmaz bir duygusalım da...
Hemen yanı başımda koskoca Osman Alkaş ağlıyordu, bir yanında Hüseyin Köroğlu, ardımdan sümük çeke çeke birileri koyvermiş gidiyordu...
***
“EV”e ilham kaynağı olan Rebecca’nın (Bryant) sorusuna yanıt arıyoruz aslında, kırk kusur senedir:
“Bu ev kime ait” değil, ama belki de “Kim bu eve ait...”
***
Kıbrıs’ın “mülkiyet” sorununu salt “ev”e indirgemek belki bize genel bir çerçeve çizmez...
Bu sorunun çözüm yeri tiyatro sahnesi de değildir elbette...
Ama içinde “insan” vardır bu ‘sorun’un ve “Ev” bu insanın öyküsüdür en fazla...
Politik gömlekler giymeyen, diplomasi bulaşmamış, sınırları çizilmeyen öyküsü...
Göçmenliğin öyküsü...
Kıbrıslı göçmenlerin...
Türkçe ya da Rumca konuşan fark etmez...
Türkiyeli göçmenlerin...
Kuşaktan kuşağa devredilmiş bir bellek yolculuğudur ve her insan, kendi öyküsünü yalnızca kendisi anlar galiba...
***
“EV”e dair izlenimler için bu köşe biraz dar.
O nedenle oyunun eleştirisini pazar gününe bırakmak istiyorum.
***
Şimdi “bu ev kime ait” ya da “kim bu eve ait” sorularının fazlasına ihtiyacımız olduğunu hissediyorum.
Başkalarının çerçevelerine kendi fotoğraflarımızı koymak gibi yaşadığımız hayatların ardından, yeni bir aile fotoğrafı istiyoruz...
Parçalanmamış bir aile...
Yeni bir çerçeve...
Ve asıl sorumuz şu galiba:
“Yurt nedir?
Kimindir bu yurt?
Yorgos Kaskanis’in deyişi ile “kaybolup gitmiş bir yaşam" değildir umarım...
Yeni bir umuttur... Yeni bir başlangıç...