Kuzey Kıbrıs’ın siyasi yönetim biçiminin mevcut parlamenter sistemden başkanlık sistemine değişimi tartışmaları siyasi ve entellektüel çevrelerde zaman zaman tekrarlanmaktadır; bugünlerde yeniden tartışılıyor. Konu bu köşede daha önce de yorumlanmıştı; gene yorumlamakta fayda var…
Kuzey Kıbrıs’ta hükümetlerin ortalama ömrünün 14 ay olmasının yarattığı siyasi istikrarsızlık tartışmanın ana tetikleyicisi gibi görünüyor ve başkanlık istemi ile birlikte devlet başkanı tarafından kurulacak hükümetlerin tam süre, yani beş yıl kesintisiz görev yapacağı düşünülüyor. Olabilir ama olmama olasılığı da yüksektir. Başkanlık sistemi olan ülkelere bakıldığında hükümetlerin hep istikrarlı olarak görevde kaldığı tezinin gerçeği tam yansıtmadığı görülebilir. Örneğin, Güney Kıbrıs’ta başkanlık sistemi var ama hükümet koalisyon oluyor genellikle… Başkan’ın koalisyon ortağı da seçimlerin ikinci aşamasında kendisine destek veren küçük partiler oluyor. Clerides’in bir hükümet ortağı, seçimlerde yüzde bir bile oy almamış Birleşik Demokratlar Partisi idi. Ve bu partinin, teknokrat değil de siyasi kadrolarına Clerides kendi yönetiminde çok önemli görevler vermişti. Ama systemin orijinaline göre bakanlar işinin ehli teknokratlar olacaktı. Kabine hep siyasilerden oluşuyor halen. Ve sistemi öyle kullanıyorlar ki, seçilmiş milletvekilini bakan yapıp, milletvekilliğinden ayrılması ve seçimde seçilememiş ilk sıradaki adayın meclise girmesini sağlıyorlar… Dolayısıyla, teknokrat bakan diye bir uygulama teoride kalmış…
Hükümet krizleri de yaşıyorlar… Küçük ortak mecliste desteğini çekti mi, hükümet var ama mecliste kısır kalıyor; bütçesi de geçmeyince hükümet istifa etmese bile iş yapamıyor. Benzeri durum ABD’de de var… Başkan’ın Temsilciler Meclisi’nde ve özellikle de Senato’da çoğunluğu yoksa, hükümeti sürünüyor. Uzlaşı kültürü varsa, çözüm var ama her zaman da uzlaşı kültürüne sahip olunamıyor. Gene Güney Kıbrıs örneğine bakılacak olursa, Başkan hükümetinin bakanlarını da değişik nedenlerle değiştirmek zorunda kalıyor. Kilise Eğitim Bakanı’nı beğenmedi, değiştirir; hakim sınıf maliye veya ekonomi bakanını beğenmedi, değitirir; siyasi elitler arası kıskanç rekabet var, Dış İşleri Bakanı değişir. Başkanın dönemi içinde parlamento seçimi olur, Başkan mecliste çoğunluğu kaybeder; kendine yeni ortak seçer, kabine gene değişir. Değişmeyen sadece başkan ama yönetimde istikrar çok da süreğen değil.
Başkanlık sisteminin sağlıklı çalıştığı görülen yerlerden biri de Fransa; orda aslında yarı başkanlık sistemi var. Cumhurbaşkanı Başbakan’ı atar ve hükümet kurulur. İyi icraatlar Cumhurbaşkanına yazılır, kötüler Başbakan’a ve Cumhurbaşkanı gerek gördüğü hallerde Başbakan ve hükümeti değiştirir. İrade onda… Meclis ise yasama görevinde, yürütmede etkisiz, Cumhurbaşkanı’nın yürütmeye müdahaleleri denetimsiz. Fransa’da da, eğer Başkan’ın meclis çoğunluğu yoksa, işi zor; ortak bulur, hükümeti öyle oluşturur ama ortağın kahrını da çekmek zorunda… İstikrar denilen de küçük ortağın talep ve tehditlerinin tehlikesi altında.
Türk tipi başkanlık sistemi diye Türkiye’de ugulanan sistemi burada uzun uzun yorumlamaya kimsenin ihtiyacı yok herhalde, kısacası tek-adamın demir yumruklu yönetimi… Onun da ortağı var; ortak da “Eyyy ortak!” sözleri kulağında, demir yumruk gölgesi de kafasında olmasın diye kendine berber çırağı rolünü kesmeyi tercih etmiş. Böyle istikrara demokrasi kurban… Ve KKTC’de de siyasi istikrar adına başkanlık sistemine geçilmeye adım atılsa, alın size Anayasa Profesörü Burhan Kuzu’yu hediye… Ana, yavrusundaki başkanlık sisteminin kendisinden farklı ve gerçek anlamında demokrasi zengini bir sistem olmasına izin verecek mi?! Saf olanlar inansın; gerçekçi olanlar uyanık kalmalı…
Başkanlık ve parlamenter siyasi sistemlerin başarılı olduğu ve olmadığı çeşitli örnekler var… Bütün mesele kafalarda… Seçmen seçme hakkını kullanırken kendi kafasını başkalarının siyasi hırs ve ihtitaslarına kiraya verirse, istikrar olmaz. Siyasiler seçime girerken kendi tarzları, hırsları ve kendilerine özel stratejileri ile oy toplamak için seçmene yönelik türlü çazibeler sunmaya çalışabilir; seçmen de kendi kişisel çıkarları için bu cazibeyi kullanmayı tercih ederse meclise gönderdiklerinin genel nitelik düzeyi düşük kalır. Bilgisi ve birikimi siyasi güce sahip olma ve kullanma hırsının gerisinde olanlar mecliste sayıları ne olursa olsun, ait oldukları siyasi partiyi de kişisel hırsları için teslim alırlar ve bakanlık makamına otururlar. Sonuçta da halkın sorunlarına çözecek yönetenlerde kapasite sınırlı, hükümetin başarısı düşük… O gider, yenisi aynı güzergahtan gelirse, o da gider… Ve bunu “Kısa ömürlü hükümetler ve siyasi istikrarsızlık” diye sunarak ve Başkanlık sistemine geçmeyi çare olarak ortaya atarak, sorunun kaynağının görülmesi perdelenir.
Sorunun kaynağında, partili demokrasinin uygulandığı her aşamada yapılan seçimlerde kullanılan tercihin genel toplumsal çıkarlara ve yüksek niteliğe yeterince önem vermemesi siyasi istikrarsızlığın ana nedenidir. Seçilenler yönetiyor; seçenler seçtiğine dikkat etmedikçe ve bireysel çıkarlar ile seçim tercihi yapıldıkça siyasi hırslıların egemenliğine geçen sistem istikrarlı olamayacaktır. “Seçilmek için her yol mübah” diyenleri seçtikten sonra, hangi sistem olursa olsun tökezleyecektir; sistem bilgi, birikim ve olgunlukla çalıştırılmadıkça tökezleyecektir. Kusur sistemde veya seçilmişte değil, seçenlerdedir. Gerçekleri doğrudan ve açıkca konuşmalı ki siyasi istikrar yakalansın…
Bu satırları okuyanlar karşı tepki gösterebilir; önemli olan dışa vurulan tepki değil, kendi iç dünyalarındaki yüzleşmeleridir. Siyasi istikrar bu yüzleşmedeki gerçekçilik ve onun dışa vurumu ile olası… Yoksa, fes gider, şapka gelir ama kafa aynı oldukça hurafe devam eder…