Neriman CAHİT
Ne onun ne de benim yeterince zamanımız vardı. Ama, hiç farkına varmadan, nerdeyse, bir saati aşkın bir süre konuştuk… Tartıştık, rastlaştığımız köşe başında… Öylesine…
Çevremizde akıp giden kalabalığı unutarak…
O, yüksek düzeyde bir bürokrat… Yıllardır, pek çok önemli konuda ‘Söz ve imza’ sahibi…
Her zaman yaptığı gibi: “Baskın basanındır” inancını benimsemiş biri olarak saldırıya başladı: “Yok efendim, bizler her şeye olumsuz açıdan bakıyormuşuz… Her şeyi ‘tu kaka’ görüyor, felaket tellallığı yapıyormuşuz… Bu ülkede hiç mi iyi bir şey yapılmamış… Yapılmıyor muymuş… Vs… Vs… Vs…
***
Uzun uzun dinledim bunu… Hiç ses çıkarmadan…
- Görüyor musun, söyleyecek hiçbir sözün yok… Çünkü, doğru söylediğimi biliyorsun… dedi…
“… Söyleyecek sözüm var…” dedim.
Ama, ‘uzun söze’ ne gerek var. Her şey bir yana, içimizi boşalttınız… Yaşama sevincimizi çaldınız… Hem de, öylesine derinden budadınız ki… Artık onu hiç kimse ve hiçbir olay geri getiremez…
***
Çevresine, renkli kalabalığa ve karşıdaki ‘Çiçekçi Vitrinine’ bakarak: “Canlan Dostum… Bak her taraf rengarenk” dedi…
Uzun uzun baktım yüzüne…
Bunları söyleyen insanın derinlerine… Bunları söylemesine karşın, onun derinlerinde de yoktu: ‘YAŞAMA SEVİNCİ…”
Onun içi de bomboştu… Bomboş bakan gözleri kadar boştu…
***
‘Evet dostum…’ dedim…
Kuşkusuz doğa – elinden geldiğince, onda bıraktığımız takatince – hükmünü sürdürecek…
Ve kuşkusuz yaz, kış, bahar sıra ile gelecek…
Çiçekler, renk renk açacak, börtü böcek doğayı saracak, koyunlar yavrulayacak, kırlangıçlar gelip gidecek… Güneş, her gün – mevsimine göre – tam zamanında doğacak… Ay, onu takip edecek, deniz o güzelim mavisiyle devinip duracak… Kuşlar, en çılgın cıvıltılarıyla başımızda uçacak…
Ve, yine aşk düşecek… Her zaman yüreklere…
Sevgiler bölüşülecek… Mutluluk yeminleri edilecek. Nikah Dairesinde imzalar atılacak… deliler gibi sevişilecek… Çocuklar doğacak… Heyecanlara, umutlara, beklentilere: “Mer-haa-baa…” der gibi…
Planlar, programlar yapılacak…
Her boyda ve her boyutta…
Ama…
***
Ama dostum…
Hani O… Bir tomurcuğun yaşam sevincinden, ışıktan aniden patlaması gibi…
Hani O, insanı binlerce – yüz binlerce hücreye çoğaltan… Tepeden – tırnağa özünü – özündeki, o çok çok duyarlı noktalarını sımsıcak titreten…
Hani o, sanki yer – gök, deniz aşırı, dün – bugün, geçmiş, gelecek… Bütün zaman ve mekan kavramlarını sıfırlayan…
Hani o, bütün kini, nefreti, horlamayı, ön yargıları, öfkeleri, kötülükleri sımsıcak bir duşta yıkayıp, arıtır gibi…
Hani o, göz göze gelişi, sevgiyle dokunuşu, sımsıcak sarılışı, bin bir sevgi boyutunda çoğalışı duyumsatan, çoğaltarak yaşatan…
Hani o, insana – insan olduğunu anımsatan…
O, insana çok yakışan…
“OHHHHH… YAŞIYORUM… NE GÜZEL…”
Dedirten ırmak ırmak içine akıtan yaşama sevinci var ya…
***
İŞTE… O, YOK ARTIK BİZDE...
ONU BUDADINIZ… YOK ETTİNİZ…
YAŞAMA SEVİNCİMİZİ ÇALDINIZ…
İÇİMİZİ KURUTTUNUZ…