20 sene Kıbrıslı Rumların elektriğini kullandık.
Tam yirmi.
Tek kuruş para ödemedik.
***
Mağusa'da, Omorfo'da, Girne'de Kıbrıslı Rumların bıraktığı sahalarda top koşturduk.
Ne acıdır, son elli sende aynı topun peşinde birlikte koşamadık.
***
Kıbrıslı Rumların terk etmek zorunda kaldığı okullarda öğrenim gördük, her bir köyde, kasabada, şehirde…
Ana, ilk, orta, lise!
Çok az yapabildik yenilerini…
Konteyner sınıflar kurduk; belediyelerin çabasıyla derslik yapabildik, bir de birkaç iş insanının..
Ortak bir alfabemiz olması zordu ama ortak bir dilimiz de olamadı.
***
Turizmi Kıbrıslı Rumlardan kalma otellerin içinde planladık.
Kıyıları kapattık.
“Biletle” aldık malın sahibini içeri…
Yüzden fazla otelin mülkiyet sorunu halen askıda…
Maraş yağması bir başka dilemma.
74 savaşından 22 sene sonra gittim askere, tabakların altında "Golden Sans" yazıyordu halen!
***
Peki, fabrikalar?
Konfeksiyon mu desem, plastik mi?
Geçtim içine ettiklerimizi…
Dikiş makinelerini üzerinde iplikleri ile bulduk, her renk...
Depoları dolu…
***
Bu ülkenin bakanları, makam arabalarını "oy çokluğu" ile üleşti, yine ganimetten!
Meclis dediğin yer Dianellos’un sigara fabrikası!
Yenisi yapılıyor, Erdoğan talimatı…
***
Cezaevi yoktu sanırım, onu yaptık.
Yetmedi, bir daha yaptık.
O da yetmiyor, şimdi…
Dağ, taş, kıyı, ova ev yaptık, apartman yaptık.
Müteahhidi korkuya saldık.
Havalimanını devrettik, limanlar eli kulağında…
Kiliseleri camiye çevirdik…
Tarlaları garnizona…
Gümrüğünden mahkemesine, limanından hangarına, postasından portakalına nereden bulduk sahi?
Hade nankörlük etmeyelim, kerhanelerin neredeyse tamamını sonradan yaptık
***
Şimdi “iki devletli çözüm” diyorlar ya…
Tam bir “tekerleme” gibi, bile bile kabul edilmeyeceğini…
Gerekçe de hazır: “Daha ne kadar taviz vereceğiz?”
Kıbrıslı Rumların çok hataları var, doğrudur.
Hele de “Annan Planı.”
Hele de yetki paylaşımındaki niyetsizlik...
Yine de...
Çocukluğumuzdan bugüne Kıbrıslı Rumların emeği üzerinden kurduğumuz hayata da bir bakalım…
Biraz da insaf!
“Onlar” paylaşmıyor da...
“Biz” neyi paylaşıyoruz sahi?
Ya da ne kadar farkına vardık, tanıdık, anladık, üzerine bastığımız yerin…
“Otur Ünal, kalk Tatar”
Türkiye sevgisi ile Türkiye’ye itaat etmeyi karıştırıyorlar.
Saygı ile biati…
Kıbrıslı Türklerde, Türkiye sevgisi tartışılmazdır.
Partisi de fark etmez sınıfı da…
Kıbrıslı Türkler’in tümüne yakını Türkiye’yi sever ama çoğunluk Türkiye’ye ilhak asla istemez.
“Vilayet” olmak istemez Kıbrıslı Türkler, Türkiye’ye…
Türkiye sevgisi değildir sıkıntı…
Karışmacılığı, buyurganlığı, müdahalesidir.
Nüfus aktarmasıdır.
Yandaş şirketlerinin buraya çöreklenmesidir.
Demokrasiye parçalamasıdır.
“Türkiye’yi sevmek” başkadır, “tamam efendim, olur efendim” başka…
“Anavatancı” olmak “avantacı” olmayı getirmiştir zamanla…
İş gelmiş dayanmış, “Otur Ünal, kalk Tatar”a gelmiştir sonunda…
Şşşşşşt !
Cezaevi’ni babasını ziyarete gider küçük kız, bir de resim yapmıştır. Resimde, gökyüzüne doğru uçan kuşlar vardır.
“Özgürlük” yazmıştır üzerine…
“Yasak” der gardiyan!
Tablo cezaevine alınmaz.
“Üzülme” der kızına babası, “Bu kez çizdiklerine dikkat edersin.”
Küçük kız bir sonraki ziyaretine elinde yeni bir resimle gider, bir ağaç boyamıştır ve üzerinde siyah benekler…
Tablonun cezaevine girmesine izin verirler.
Babası tabloya keyifle bakar ve sorar:
– Ne güzel bir ağaç çizmişsin. Ağacın üzerindeki benekler ne? Elma mı bunlar?
Küçük kız babasının kulağına eğilerek, sessizce fısıldar:
– Şşşşşt! O benekler elma değil, ağacın içinde saklanan kuşların gözleri!
…
Boyun eğmeyenlerin, direnenlerin, başkaldıranların, özgürlük düşüyle kuşananların gözleridir göğe bakan… Kendi yurdunda göçebeliğe isyan edenlerin gözleri…
O gözlere güveniyorum halen…