Batan adanın malları: Kuzey Kıbrıs ve Ganimet

Batan adanın malları: Kuzey Kıbrıs ve Ganimet


Fırat Dağaşan
Email: firatdagasan@hotmail.com

“Ganimet” İslam inancında savaş sonrasında düşmandan ele geçirilen servete verilen isimdir. İslami esaslar doğrultusunda savaş ganimetinin %80’i savaşa katılan askerlere dağıtılırken %20’si de devlet hazinesine aktarılır. Fakat Kuzey Kıbrıs’taki “ganimet” sözcüğünün sihri çok daha büyüktür. Bu sözcüğü İslami bir esasa atfen kullanmıyoruz. Aksine, yaşadığımız düzen ve sistemin hak-hukuk bilmezliğini vurgulamak için “ganimet düzeni” diye bir ifade kullanıyoruz. Aydınlanma çağının insanlığa armağanı “demokrasi” ve “hukukun üstünlüğü” olmuştu. Yani insanlar devletin malı olmaktan çıkıp devletin sahibi olmaya başlamışlar, “vatandaş” haline gelmişlerdi. 18 ve 19’uncu yüzyılların önemli filozoflarından Weber’e göre, rasyonalizm, yani akılcılık esas alınarak hem ekonominin, hem bürokrasinin, hem siyasetin, hem de adaletin toplum yararına ilerlemenin önünü açacak şekilde yapılandırılarak çalıştırılması ve bütün bunların toplumu “özgür bireyler” olmanın gururunu yaşayan bir bütünlük haline getirmesi gerekliydi. Fakat insan ve özgür olmanın yüceltilmediği bizimki gibi rejimlerde genellikle sistemin nimetlerinden nemalanan bir kaymak tabakanın yönetiminin meşru hale getirilmesi, yani “üstünlerin hukuku” geçerli olur.  Kanunlar, hatta anayasa bile vardır, ancak bunlar “üstünler hukukunun” kâğıt üzerinde kalmış makyaj malzemelerinden ibaret kalır ve layıkıyla uygulanmaz. Kaynaklardan kimin ne oranda yararlanacağına “üstünler” karar verir. Tabi önce kendileri yararlanırlar. Kuzey Kıbrıs’ın “üstünleri” genel manasıyla ikiye ayrılır: “Türkçülük” istismarıyla “üstünleşenler” ve “Avrupacılık” istismarıyla “üstünleşenler”. Her iki zümre de pek çok alanda söz sahibidirler ve memleketteki “üstünler hukuku” da, “ganimet düzeni” de onların hizmetindedir.

Kıbrıs Adası stratejik konumundan dolayı çok önemli bir ülkedir. Kıbrıs Tarihini az çok bilenler bunun sebeplerini çok iyi bilirler. Fakat Kıbrıs adası dünya siyasetinde eşine az rastlanan bir tür anomali içerisinde de bölünmüş durumdadır: Bir tarafı AB üyesi olan Rum kontrolünde kalan Kıbrıs Cumhuriyetinden, diğer tarafı ise kendi üretimi, kendine ait milli marşı bile olmayan, var olan sömürü düzeninden faydalanıldığı için sesini çıkar(a)mayan insanlardan oluşan, kısacası Türkiye’ye endeksli Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinden meydana gelmektedir. Peki KKTC nasıl kurulmuştur? KKTC’yi Rahmetli Rauf Raif Denktaş Bey, ‘’Cumhurbaşkanı’’ olarak tekrar seçilme hakkına sahip olmak için kurmuştur. Çünkü Kıbrıs Türk Federe Devleti Anayasasına göre seçilebileceği dönemleri tamamlamıştı ve tekrar seçilme hakkına sahip değildi. Dönemin Milletvekilleri de mecliste oybirliği ile onaylayarak bu hayalinin gerçekleşmesinde pay sahibi olmuşlardır.

KKTC kuruldu da ne oldu? Türkiye hükümetleri KKTC’ye yardım amaçlı devamlı hibe paraları gönderdi. Bu hibe paraları eski Cumhurbaşkanlarının, Başbakanların, Bakanların, Müşteşarların ve Milletvekillerinin, yani kısacası bu kollara bağlı olarak patronaj (ahbap-çavuş) ilişkileri iyi olan, ülkeyi geriye götüren, götürmeye devam eden ve bu sıkıntılı ve zor günlerin baş mimarları olan bir takım insanların cep(ler)ine girdi, girmeye de devam ediyor. Bu paraların kimlerin ceplerine ne kadar girdiği sorgulanmadı, halka hesap verilmedi, hatta TC Hükümetleri bile bunu kurcalamadı. Hâlbuki bu dosyaların açılması, sorumluların ortaya çıkarılması ve bugün Kıbrıs Türk gençlerinin önemli bir kısmının göç yasası, asgari ücret ve işsizlik olarak yaşadığı sefaletin bedelinin miktarı ve bu miktardan kimlerin nemalandığı ortaya çıkarılmalıdır. Bunların sorumluları derhal hesap vermeli, gerekirse yasal süreç başlatılmalıdır. Ne acıdır ki, kendi içimizde yaşadığımız korkunç yolsuzlukların bile hesabını alamıyoruz. Örneğin, Lefkoşa’nın girişinde Din İşleri Başkanlığı binası vardır. Kuzey Kıbrıs’a yerleşmemizin ilk yıllarında inşa edilmiştir. Büyüklüğü olsa olsa Güney Kıbrıs’ta kalan eski Türk camileri kadardır. Hatta onların bile pek çoğundan daha küçüktür. Din İşleri Başkanlığı bünyesinde cami yaptırılması için Müslüman devletlerden alınan maddi yardımla belki de Ankara’daki Kocatepe Camisi’ne denk bir cami yaptırılabilirdi. Bu devasa bir bütçeydi. Peki, bu paralar nereye gitti? Yolsuzluğun resmini halk her gün görüyor, ama hesabını veren çıkmıyor. Aynı yıllarda yine Müslüman devletlerden Lefkoşa-Girne anayolunun çift şeritli olarak yapılması için önemli ölçüde maddi yardım alındı.  O yardım da mevcut anayolu bırakın, ona bir de mevcut Lefkoşa-Güzelyurt yolunu da ekleyebilecek kadar fazlaydı. O kaynak da buharlaşıp gitti, yıllarca çift şerit yol yapılmadı. Nereye gitti halen daha bilmiyoruz, kimse hesabını vermiyor. Ganimetle başladığımız düzeni yolsuzlukla sürdürdük ve bunlar hastalık, daha doğrusu gelenek halini aldı.

KKTC’de ganimet düzeninin iki ayağı vardır: 1-) Devleti ve Türkiye kaynaklı rantları sömürmek için “milliyetçilik” maskesi takanlar. 2-) AB kaynaklarını sömürmek için “ilerici” ve “girişimci” maskesi takanlar.

Milliyetçilik rolü oynayanlar Kuzey’de “Vatan-Millet-Sakarya” nutukları atarlar ancak ellerinde Güney’den aldıkları “Rum pasaportları” ve “Rum kimlikleri” vardır. Yüzlerindeki maskenin bütün nimetlerinden yararlanırlar, oldukça rahat koşullarda yaşarlar ve devleti sömürürler. Başkalarının yardımı, müdahalesi ve kayırması olmadan hiçbir işte başarılı olamazlar çünkü hazırcıdırlar. Kolay yoldan kazanmayı iyi öğrenmişlerdir. Var olan düzenin yıkılmasını istemezler çünkü kendi hallerinden memnundurlar ve geri kalanları umursamazlar, toplumun ilerlemesini veto ederler. Para, arsa, iş karşılığı oy satın alırlar. Kamu sektörünü kurdukları rant ağıyla büyük ölçüde ele geçirmiş durumdadırlar. “Keyfimize bakalım nasıl olsa bize bakan var” düşüncesini benimsemiştirler. Şehitler üzerinden politika yaparlar ama iş Şehitleri anmaya gelince güneşin altında beş dakika kalmayı göze alamazlar. “Halkın desteğini yanımıza çekmek için Kıbrıs'ta cami bile bombalattık " derler ama sonra işlerine gelmediği için ne söylediklerini unuturlar.

Bir de tabi sözüm ona “proje” hazırlayan ve “ilerici”, “girişimci” rollerini oynayarak AB kaynaklı rantları paylaşan bir diğer kesim vardır. Toplum yararına değil, rant paylaşımına kafa yorarlar. Ne hikmetse AB yardımları başladı başlayalı mal varlıkları astronomik şekilde büyüdü. Oluşturdukları rant dengeleri vasıtasıyla yeterli vasıflara sahip olmayan insanların belediyelere ve kamuya girmelerini sağlamaya, ilericiliğe değil gericiliğe hizmet etmeye başladılar. Tabi bu cenahın siyaset arenasında önemli müttefikleri de vardır. Müttefikleri önce KKTC’nin kurulmasına karşı olduklarını söylerler, sonra seçimleri kazanırlar, mecliste ‘’Devletin varlığını ve bağımsızlığını .......... koruyacağıma .......... ‘’ diye başlayan ve ‘’ namusum ve şerefim üzerine ant içerim’’ şeklinde biten yemin metnini okuyarak ant içerler. Verdikleri sözleri tutamadıkları halde istifa edemezler. Koltuk sevdasından dolayı onlar da sömürü düzeninin bir parçasıdırlar. “KKTC’nin tanınması imkânsızdır, yanlıştır” derler ve Formula 1 İstanbul Grand Prixi’ni kazanan sporcuya KKTC’nin “resmi” forsuyla kupa verirler. Ülkeyi kendi çıkarları için kullanma düşüncesindedirler. 

Bu düzenden nemalanan kesimler birbirlerinden çok farklı konuşsalar ve farklı kaynaklardan yararlansalar da zihniyet bakımından birbirlerine çok benzemektedirler. Toplum bu düzenin değişmesine odaklanmalıdır. Aşağıdaki adımlar kurtuluşa ve toplumsal yarara hizmet edecektir;
a- Emperyalizme ve kapitalizme karşı mücadele edilir.
b- Kıbrıs Adasının sömürülmesine engel olunur.
c- Politikacilar halka karşı dürüst ve kapasiteleri ülkenin sorunlarını çözmeye yetecek  düzeyde olur.
d- Eğitimin araştırmaya-geliştirmeye yönelik olması sağlanır. Üniversitelerde bilimsel çalışmalara ağırlık verilir. Araştırmaların toplum yararı odaklı olması sağlanır.
e- Akademisyenlerin sırf unvan kazanmak uğruna “bir yayına adımı yazdırayım” ya da “oradan buradan birşeyler bulup yayın yapayım” diye düşünmeyecekleri koşullar oluşturulur. Bilime bu gözle bakan akademisyenlere unvan verilmesi engellenir.
f- Eğitim sistemi baştan aşağı yenilenir, ilk öğretimden itibaren analitik düşünme becerisine sahip nesiller yetiştirilir. Ezberci sistem terk edilir.
g- Doğal kaynaklardan, özellikle güneş enerjisinden yararlanılır.
h- İlk fırsatta, özellikle de birleşik Kıbrıs’ta, Kıbrıs’ın kendi para birimine dönülmesi ve halkının kalkınmasını esas alan bir ekonomi politikası benimsenmesi için uğraşılır. 
i- Fakat hepsinden önemlisi ve en acili, ürünlerin, borçların ve emlak fiyatlarının maaşların ödendiği para birimi cinsinden olması sağlanır.

Bir dönemler gerçek bir yurtsever, İleri görüşlü, aydın, kendini her zaman geliştiren ve güncelleyen, halk için herhangi bir maaş talep etmeden hizmet veren, kendini halka adayan, akademisyen, müzisyen, gerçek sosyal demokrat bir insan vardı. Bilgi birikimi ve mücadelesiyle Kıbrıs’ın şu andaki durumunda olmaması için mücadele eden dürüst ve cesur, “çocuk bakışlı bir dev” vardı. Sistem O’nu, O da sistemi sevmemişti. Fikirleri hala daha güncelliğini korumaktadır. Unutulmaması gerekir ki elbet birgün savunduğu “ricayla yaşama düzeni son bulacak”. Yazıma kendisinin kaleminden bir alıntı ile son veriyorum.

“Yasal düzenlemelerin torpille delik deşik olabildiği bu yöntemle kişilerin bir günde servet sahibi olabildiği bir mirasyedilik ekonomisinin yaygın bir refah yaratabilmesine imkân yoktur. Bolluk içinde yokluk yaşayan ve sınıflar arası uçurumun pahalılıkla da derinleştiği bir toplumda eğer ricayla yaşama düzeni de halka kendini dayatmışsa, sağlıklı bir demokratik gelişmeye ve onun doğuracağı siyasal istikrara imkân yoktur” diye yazmıştı RAİF DENKTAŞ (26.1.1951-27-12-1985).

Dergiler Haberleri