Tuncer Bağışkan
Eskiden Lefkoşa’dan pek şikayetçi olmazken, uzun bir süreden beridir zibillik kokan havasının bezdirmediği insan kalmadı neredeyse. Çöp tenekeleri artık zibillerin döküldüğü yerler değil, kedilerin mekânı neredeyse. Yollar da artık çöp tenekelerinin görevini üstlendi. Kaldırımlar ile yollar deseniz yayalar ile engellilerden alınıp restorantlara zimmetleneli çok oldu. Ve böylesi çirkinliklerin tahammül sınırlarını zorladığı günlerde kurtuluşu Lefkoşa’nın dışına kaçmakta buluyorum.
BİLELYE (PİLERİ – GÖÇERİ) KÖYÜNDEKİ ANTİK BİLEŞE YERLEŞİM YERİ KALINTILARI
Lefkoşa’nın havasına tahammül edemediğim bir gün ilk durağım Bilelye (Göçeri) köyünün kuzeybatısındaki Bileşe mevkii oluyor. Burada Venedik dönemine ait olduğuna inanılan büyük bir havuz , ucu bucağı olmayan Lüzinyan (sivri) kemerli bir su tüneli, Kral kızının mağarası, büyük bir yağ değirmenine ait öğütme taşı ve bir yerleşim yerine ait kalıntılar bulunmaktadır. Rivayete göre çok eskiden burada büyük bir şehir varmış. Bu şehrin kralının kızıyla sarayın yaveri birbirlerini seviyorlarmış. Bunu öğrenen kral çok öfkelendiğinden önce yaverini öldürtmüş, sonra da kızını buradaki mağaraya hapsetmiş. Ancak kız bu acıya dayanamayıp hapsedildiği mağaradan aşağıdaki havuza doğru atlayarak intihar etmiş. (Bir başka rivayete göre, kız oradaki havuzun kenarında nakış işlerken içine düşüp boğulmuş).
Sayın İlkşen Atik’in Bilelye ile Fota’nın (Dağyolu) yaşlılarından derleyip bilgime getirdiği diğer bir rivayete göre, Kıbrıs’taki 7 Krallıktan biri Bilelye krallığıymış. Kentin kralı çok güzel olan kızını herkesten uzak tutmak için onu tepedeki mağaraya saklamış. Kız her gün pencereden aşağıya salkıttığı uzun saçlarını tararmış. Bir gün oradan geçen bir delikanlıyı görünce birbirlerine aşık olmuşlar. Delikanlı bir gün kızın bulunduğu mağaraya tırmandığı aşağıya düşüp ölmüş. Kız bu acıyla mağaraya kapanmış ve o da orada ağlayarak ölmüş. Mağaranın yanında hala daha kızın dinmeyen gözyaşları varmış. Orada göze benzeyen bir delikten sızan pınar suyunun kızın gözü ile akan gözyaşları olduğuna yorumlanmaktadır.
ŞİLLURA (YILMAZKÖY) KUTSANMIŞ BAKİRE MERYEM ANA KİLİSESİ EFSANESİ
Bilelye’den ayrıldıktan sonra Şirinevler (Ayermolaos) güzergâhını izleyerek Yılmazköy’e (Şillura’ya) varıyorum. Köyün geçmişi Orta-Genç Tunç devirlerine (M.Ö 1900 – 1050) kadar uzanıyor. Ortaçağda arazileri bir Derebeye ait iken, M.S 1400 yılında ise köyde Latin nüfus bulunuyordu. 1600 yılına ait haritalarda yer alması da sürekli iskân edildiğine işaret sayılıyor.
Köy kilisesinin inşa ediliş rivayetinin Bufavento Kalesinin cüzzamlı kraliçesinin rivayetiyle benzer olması hayli ilgimi çekmişti. Rivayete göre, köydeki “Kutsanmış Bakire Meryem Ana Skillouriotissa Kilisesi” inşa edilmeden önce, burada kükürtlü bir pınar varmış. Bir Kraliçe (veya bir asilzade) ve köpeği uyuz hastalığına yakalanmışlar. Bir tesadüf sonucu buradaki pınar köpek tarafından bulunmuş. Köpek ile kraliçe suda yıkanınca sağlıklarına kavuşmuşlar. Böylece kutsal sayılmaya başlanan su kuyusu içte kalacak şekilde Ortaçağ’da buraya “Kutsanmış Bakire Meryem Ana Skilluriotissa” (veya Skilloura Kilisesi – Köpeğin Kuyruğu Kilisesi) adına Gotik nizamda üç sahınlı bir kilise yapılmış. Bu efsaneye dayanılarak köye de Rumca’da ‘köpek’ veya ‘köpeğin kuyruğu’ anlamına gelen Şillura (Skilloura) adı verilmiş. İlkin üç sahınlı olan kilisenin yan sahınları daha sonra yıkıldığından sadece orta sahın kullanılmaya devam etmiş. Kuyu şu anda kilisenin kuzeydoğu penceresinin önündeki halıların altında bulunuyor. Batı kapısındaki tepe penceresinin demir şebekesinde ise 1911 tarihi kayıtlı.
MARONİT KÖYÜ AYİA MARİNA SKİLLURAS VE PROPHET ELİAS (İLYAS PEYGAMBER) MANASTIRI
Yılmazköy’den (Şillura) ayrıldıktan sonra Gürpınar (Agia Marina Skilluras) köyünün gerisindeki tepede bulunan Maronitlere ait Prophet Elias (İlyas Peygamber) Manastırı’nı ziyaret etmeye karar veriyorum. Ancak manastırı anlatmadan önce, Maronitlerin adadaki varlıkları üzerinde durmamız da gerekiyor. Maronitler, Katolik kilisesinin doğu Hıristiyanları arasında yer almakta olup merkezleri Antakya idi. M.S 350 – 410 yılları arasında Suriye’deki Apamea’da yaşayan Aziz Maron’un ölümünden sonra Maronit adını alırlar. Bu azizin alçak gönüllü oluşunun yanı sıra hastaları sağlığa kavuşturması da birçok insanı kendisine bağlar. Ünü Bizans İmparatorluğuna yayıldığından, ölümünden sonra müritleri tarafından ‘Orantes Nehri’ (Asi Nehri) üzerine onun için bir manastır inşa edilir. Böylece Maronitler ile Maronit kilisesinin çekirdeği de atılmış olur. (Dilleri Aramic olup, Edessa/Urfa lehçesindedir). Suriye’nin Araplar tarafından alındığı M.S VII. Yüzyıldan sonra Maronitlerin güvenlik amacıyla bölgeyi terk etmeleri üzerine, Bizans İmparatoru kendilerine başpiskoposlarını atama yetkisi verir. (Başpiskoposları Lübnan’daki Maronit kilisesi kutsal Sinod’u tarafından seçilirken, bu karar da Papa’nın onayından sonra geçerli sayılmaktadır.) Birçok Maronit M.S VIII – XIII. Yüzyıllar arasında gerçekleşen dört ayrı göç dalgasıyla Kıbrıs’a gelip yerleşir. Birinci göç dalgası M.S VII. Yüzyılda Arapların Suriye’yi almalarıyla yaşanır. İkinci göç, Orantes Nehri üzerindeki St. Maron Manastırı’nın M.S 938 yılında tahrip edilmesinden sonra gerçekleşir. Üçüncü göç, Guy de Lusignan’ın 1191 yılında Kıbrıs’ı satın alması üzerine olur. Dördüncü göç ise, Haçlıların M.S XIII. Yüzyılın sonunda Libya’daki Tripoli ile Kutsal topraklarda yenilgisinden sonra gerçekleşir.
Maronitler Kıbrıs’a resmi olarak M.S XI. Yüzyılın başlarında gelmişlerdir. O sıralarda Semen adlı bir keşiş, Maronitlerin dini ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla, Kutsovendis’teki (Şimdiki Güngör) St. John Chrysostomos Manastırının idarecisi olarak görevlendirilir. M.S XII. Yüzyılda, özellikle de Beşparmak Dağlarında, yaklaşık 50000 nüfusu olan 60 Maronit köyü vardı. Ancak M.S 1224 – 1571 yılları arasında gerçekleşen asimilasyonlarla köylerin sayısı 33’e düşer. Osmanlı döneminin ilk yıllarında çoğu Maronitler Lübnan’a göçtüklerinde bu sayı daha da düşerek 19’u bulur. Vergi yükünün ağır olduğu 1636 yılında çoğunluğu Müslüman olur. Ancak o sırada hem vaftiz, hem de sünnet oluyorlar, çocuklarına da biri Rumca, diğer ise Türkçe olmak üzere iki isim veriyorlardı.
Maronit Kilisesi önceleri Rum Ortodoks kilisesinin idaresi altında iken, 1845 yılında Padişah fermanıyla oluşturulan Maronit Piskoposluğunun idaresi altına girer. 1960 sayımında nüfusları 2750 olup Kormacit (Koruçam), Asomatos (Özhan), Karpasha (Karpaşa) ve Ayia Marina Skillouras (Gürpınar) köylerinde oturuyorlardı. 1960 yılından sonra çoğu Maronitler Rum toplumuna katılırlarken, geriye kalanlar ise Kormacit köyünde kalmışlardır.
Şimdilerde askeri bölgede bulunan Ayia Marina (Gürpınar) köyünün ayni adı taşıyan en eski kilisesi (şapeli) küçük olup tonoz üst örtülüdür. Ancak köy halkını sığmadığından 1972 yılında köye Azize Marina’nın adını taşıyan bir kilise daha inşa edilir. Bu azize Maronitler tarafından kutsal sayıldığından her yılın 17 Temmuz günü köy kilisesinde adına bir ayin düzenlenirken, ayni ayin 20 Temmuz günü köyün üst başındaki Prophet Elias Manastır kilisesinde de tekrarlanmaktadır. Maronitlerin en kutsal saydıkları Aziz Maron’un ölüm günü 9 Şubat tarihi olduğundan, o güne denk gelen Pazar günü anısına bir ayin düzenlendiği kaydedilmektedir.
PROPHET ELİAS MARONİT MANASTIRI
Ayia Marina Skillouras (Gürpınar) köyünün kuzey-kuzeybatısında bulunan Prophet Elias (İlyas Peygamber) manastırı , Maronitlerin en eski ve en kutsal ibadet yerleri arasında yer almaktadır. Bu azize duyulan sonsuz saygının bir ifadesi olarak her Maronit’in manastırı ziyaret etmesi adettendir. M.S XVII. Yüzyılda Lübnan’dan gelen keşişler tarafından inşa edilir, 1943 yılında ise Baş keşiş Peder Petros Koumi tarafından yenilenir. 1974 yılında Türk uçakları tarafından bombalandığından terk edildiği, Nisan.2003 tarihinden sonra ise ziyaret edilebildiği kaydedilmektedir. Manastır kilisesi tek mekanlı olup tonoz üst örtülüdür. Bir zamanlar manastırın çevresinde küçük bir köyün bulunduğu, çevredeki yıkıntılardan anlaşılmaktadır.
Eski manastırın üst başındaki tepede ise 1942-1943 yılında ayni adla inşa edilen ikinci bir manastır bulunmaktadır. Bu manastırının inşaatı tamamlandıktan sonra açılışı dönemin İngiliz Valisi tarafından yapılmıştır. İki katlı olan yapının merkezinde üzeri açık bir orta avlu, avlunun ortasında bir balık havuzu ve alt katın güneydoğu bölümünde ise şapel olarak kullanılan bir oda vardır.
KOZANKÖY’DE KOCAKARI’NIN TEPESİ EFSANESİ
Manastırı’ndan ayrıldıktan sonra Larnakas tis Lapithou (Kozanköy) köyündeki ünlü Panagia tou Katharon Manastırına doğru yol alıyorum. Yıllar önce eski Güzelyurt-Lefkoşa ana yolundan köyün tali yoluna saptıktan sonra karşımda aniden Mısır piramitlerine benzeyen doğal bir tepe görünce hayretler içinde kalmıştım. Yıllardır bu tepeyle ilgili bir rivayetin var olup olmadığını araştırmış olmama karşın bu konuda herhangi bir bilgi sağlayamamıştım. Ancak o gün köyün ilkokuluna uğradığımda, okul öğretmeni sayın Erim Atalar bana tepenin rivayetini nakletmişti. Rivayete göre Kıbrıs’ta 10 yıl süren bir kuraklık olmuş. İnsanlar açlıktan kırılmışlar. O sıralarda Larnakas tis Lapithou köyünde çok ‘pinti’ bir kocakarı varmış. Tarlasını dağdan gelen bir pınar suladığından ekinleri çok güzel olurmuş. Diğer tarlalardaki ekinler kururken , onun tarlasındaki arpa ve buğday adam boyunu geçermiş. Kocakarı o yıl da ekinlerini biçtikten sonra çıkıp üzerlerine oturmuş. Kimseciklere buğday vermemiş. Dul bir kadının 5 yetimi varmış. Çocukları günlerdir açmış. Her tarafı gezmiş, dolaşmış ama çocuklarına yedirmek için doğada bir kök bile bulamamış. Çaresiz kocakarıya gidip bir avuç buğday dilenmiş. Çok kocakarı pinti olduğundan onu azarlamış. Bağıra çağıra “Benim buğdayım muğdayım yoktur” diyerek onu başından savmaya kalkışmış. Dul kadın da ona “Madem öyledir, üzerine oturduğun nedir?” diye sorunca, kocakarı da ona “taştır” yanıtını vermiş. Bunun üzerine kadın ellerini havaya doğru açarak “İlahi Tanrım, sabaha kalmadan taş olsun” diye beddua etmiş. Sabaha varmadan kocakarı da, buğday yığını da taş olmuş. O gün bu gündür Kozanköy’ün girişindeki tepe “Kocakarı’nın Tepesi” adıyla bilinmektedir.
KOZANKÖY’Ü İLK ZİYARETİM
Köyün güneybatısındaki Meryem Ana’ya adanan tarihi Panagia Katharon (Katarkotissa / Kathari/ Kathariotissa) manastırına ilkin, o bölgedeki bir belediye başkanının manastır civarında kaçak kazı yaptırdığı ihbarı aldığımız 1970’yılların sonu veya 1980’li yılların başlarında Eski Eserler ve Müzeler Dairesi adına gitmiştim. Orada soyulmuş antik bir mezarı ekibimle temizlemeye başlamış olmama karşın, çevredeki birçok mezarın köstebek yuvası gibi kazılıp soyulduklarını görünce, hükümetin desteklediği bir yağmacının yaptığı pisliği temizlemenin görevim olmadığı düşüncesiyle başlattığım çalışmayı durdurup ekibimle oradan ayrılmıştım. Aslında köy ve özellikle de Panagia Katharon manastırının çevresi Neolitik dönemden (M.Ö 8200-3500) başlayıp daha sonraki devirlerde de devam eden birçok arkeolojik kalıntının merkezi durumunda. Hatta şimdiki köyün, “Pacedaemon” adında eski bir yerleşim yerinin üzerine kurulmuş olabileceği üzerinde de duruluyor. Ortaçağlarda “Larma” adlı feodal bir beyin mülkü olma olasılığı da var. M.S XVIII. Yüzyıl ile XIX. Yüzyılın başlarında ise bölgedeki birçok arazinin Sina Dağı Azizesi Katerin Manastırına ait olduğuna ilişkin kayıtlara da rastlanıyor. 1974 yılı öncesinde köyün nerdeyse tamamının babadan oğula geçen ve gümüş üzerine yoğunlaşan kuyumculuk mesleğini icra ettikleri, hatta Kıbrıs’ın değişik kentlerinde kuyumculuk yapan kişilerin %95’inin bu köyden olduğu bilgileri ediniliyor.
KOZANKÖY’DE MERYEM ANA’YA AİT PANAGİA TOU KATHARON MANASTIRI
Kıbrıs’taki en önemli ibadet yerleri arasında yer alan Manastır, M.S 730 – 787 yılları arasında Doğu Roma İmparatorluğunda süren İconoclasm hareketinden dolayı İstanbul veya Bizans İmparatorluğu topraklarından kaçarak Kıbrıs’a gelen keşişler tarafından kurulmuştur. M.S XI-XII. Yüzyılda işlevini sürdürmüş, zamanla da bölgenin dini merkezi durumuna gelmiştir. Bu nedenle ibadet amacıyla çevredeki Agridaki (Alemdağ), Sysklipios (Akçiçek), Ayios Ermolaos (Şirinevler) ve Kontemenos (Kılıçaslan) köylüleri tarafından ziyaret edilirdi. Manastır Rumca’da “temiz” anlamına gelen “ton katharon”dan adını almaktadır. Bir zamanlar manastır kilisesinde bulunan ve Panayia Kathariotissa adıyla bilinen Meryem ana ikonunun nazara uğrayanları tedavi etme gücüne sahip olduğuna inanılırdı. Bu ikonun da M.S IV. Yüzyılda Bizans İmparatoru Konstantin I’in (Büyük Constantin’in) annesi Azize Helena tarafından Kıbrıs’a getirildiği rivayet edilmektedir. Manastır ilkin Baş Diyakoz’a bağlı iken, daha sonraları Girne Piskoposluğuna bağlanmıştır. Kutlama günü 15 Ağustos olarak belirlenmiştir. Tonoz üst örtülü olan manastır kilisesinin de Meryem Ana’ya adandığı tahmin edilmektedir. M.S XIV-XV. Yüzyıla tarihlenen batı giriş kapısı kemerinin üst başındaki yazıtta 17(2?)7 yılı kayıtlıdır. Bir zamanlar kuzey kapısının iç kısmındaki ahşap lentoda Davud’un altı kollu yıldızı bulunmasına karşın, şimdi ne yazı ki orada yoktur.
Manastır çevresinde M.S XIV. yüzyıla tarihlenen Skrafitto tekniğinde yapılmış seramik kırıklarına rastlanmaktadır. Arazi zengin su kaynaklarına sahip olduğundan bir zamanlar hayvancılık amacıyla kullanılırdı. Manastırın doğu ile kuzeyindeki revaklı odalar keşişlere ait iken, daha gerideki odalar ise ağıl, çoban evi, su kuyusu ve su sarnıcı olarak kullanılıyordu. Kilisenin güneyinde bulunan ve Meryem Anaya ait olduğuna inanılan kutsal bir su kaynağının, körler ile duyma zorluğu çekenleri sağlığa kavuşturma gücüne sahip olduğuna inanılırdı.
Eskiden kuraklık dönemlerinde manastırın kuzey bitişiğindeki Manastıra ait harman yerinde yağmur duası ayini yapılırdı. Ayin genellikle Meryem Ana’nın yortu günü olan 21 Kasım tarihinde gerçekleştirilirdi. Tören, o gününün sabahı, ekmek ve şarap ayiniyle başlar, sonra da insanlar Meryem Ana’nın kilisede bulunan ikonunu alıp toplu halde manastırın etrafında dönerlerdi. İkon daha sonra harman yerine götürülür ve ikonun önüne diz çökenler yağmur yağdırması için Meryem Ana’ya dua ederlerdi. Tören yapıldıktan sonra öğlene varmadan yağmurun yağmaya başladığı iddia edilmektedir.