Sadece KKTC değil, Dünya’da bir çok ülke çok ciddi ekonomik ve toplumsal kriz yaşıyor...
Mesela Sri Lanka...
BBC'ye konuşan Sri Lankalı taksi şoförü Ajeewan Sadasivam, başkent Kolombo'daki bir benzin istasyonunun önünde oluşan kuyrukta iki gündür beklediğini söylemiş...
Sadasivam “Arabada yatıp kalkıyorum. Bazen yemek almaya gidiyorum, sonra da dönüp beklemeye devam ediyorum. Günlerdir duş almadım” diye konuşmuş...
-*-*-
Biz henüz bu noktaya gelmedik!
Ama “gelmeyeceğiz” demek pek kolay olmasa gerek!
-*-*-
Çok ciddi elektrik krizi yaşama ihtimalini göz ardı etmemek lazım...
“Efendim, anavatan yanımızda, olmaz böyle şey” demeyin; Türkiye’de “seçim bağlantılı” ekonomik ve toplumsal krizlerin yükselme ihtimali çok fazla...
-*-*-
Dünya’da “tasarruf” veya “ucuza alabilmek” adına bazı ilginç olaylar da yaşanıyor...
Avustralya'da süpermarketler, tasarruf için brokolilerin sapını geride bırakmanın "hırsızlık" olarak sınıflandırılabileceğini belirterek müşterileri uyardı...
Melbourne merkezli 3AW radyo istasyonu tarafından Twitter'da paylaşılan fotoğrafta, müşterilere "brokoli saplarını kırmamaları" uyarısı yapan bir tabela görünüyordu.
Tabelada "Bu hırsızlık olarak sınıflandırılır" yazıyor...
-*-*-
Daha kötü günlere alışmak zorundayız...
Ancak uzmanlara göre insanların alışkanlıklarından vazgeçmesi çok kolay değil...
Bizim için de pek kolay olmayacak...
-*-*-
Ama “kolaylaştırmak” şart...
Brokoli sapına para ödememek için, koparıp tartıya gitmek gibi...
Hatta karpuzun, kavunun kabuğunu çok daha dikkatli kesmek gibi...
-*-*-
Mangal yapabilen kaldıysa, “et yerine”, daha uygun “şiş” seçenekleri yaratmak gibi...
Ve hatta ve hatta, “bana dokunuyor” diyerek, eti yememek ve misafire, arkadaşa, en önce de çoluğa – çocuğa yedirmek gibi...
-*-*-
Ekonomik iflas, alışkanlıklarımızı değiştirmeli ki değiştirdi bile...
Sosyal medya yaşantımıza girdiğinden beri, yemek masalarımızı, içki alemlerimizi paylaşmayı önemli bir maharet olarak kabul ediyoruz...
Bir; bu tür fotoğraflar çok azaldı...
İki; bu tür fotoğraflardaki “alkollü içki markası”, ucuz olanlara kaçtı...
-*-*-
Bir kilo et 250 TL oldu...
Bir yoğurt ortalama 50 TL’den satılıyor...
İyi bir alkollü içeceğin litresi 400 TL civarında...
Kömür, pide, salata malzemeleri geçen yılın iki hatta dört katı seviyede satılıyor...
Kola fiyatları da yükseldi...
Küçücük bir şişe soda 5 TL!
-*-*-
Dört kişilik bir ailenin her hangi bir plaja gidip de 150 TL kelle başı giriş parası ödemesi; 40 TL şişesi bir kola içmesi; 180 TL’ye bir adet hamburgeri götürmesi; gitme – gelme 400 TL’lik benzin ödemesi, “al sana asgari ücretin yarısı” demek...
-*-*-
Peki ne olacak?
Evet, tasarruf edeceğiz...
Etmek zorundayız da...
Bunun sonucu nereye varacak?
-*-*-
En basit şekliyle anlatalım...
Daha az mangal yakılacak...
Daha az berbere gidilecek...
Özel okullar daha az tercih edilecek...
Daha seyrek karpuz yenecek...
Hellim dilimleri incelmek zorunda kalacak...
Gezmeler, tatiller olmayacak...
Ve haliyle sonuçta mesela işsiz sayısı artacak.
-*-*-
Mutsuzluk tavan yapacak...
Suç oranları yükselecek...
Boşanmalar ciddi anlamda çoğaldı, daha da çoğalacak...
-*-*-
Peki çözüm?
Çözüm, Küba’yı incelemek olabilir mesela...
Turizme çok ciddi asılmak...
Sosyalist planlı ekonomi...
-*-*-
Kaynaklarımız çok sınırlı...
Nüfusu bilmiyoruz...
Hiç bir plan yapamıyoruz, yapmıyoruz...
“Türkiye verir” diye bekliyoruz, O da veremiyor...
-*-*-
“Kıbrıs sorunu çözülmeli” diyoruz, hiç çözülmesin diye “eşit egemen devlet” diyorlar...
“Ercan önemli ve mutlaka açılmalı” diyoruz; “vatan hainisiniz” diyorlar...
Eşit egemen devlet olarak da Kıbrıs Cumhuriyeti’ne dört öneri sunuyorlar...
Bu hiçlik, bu batmışlık, bu yoksulluk, bu plansızlık, bu rezil ortamda bir de kahramanlık taslamıyorlar mı?
Bir yanda hukuk öte yanda Darwin!
Güney’de önümüzdeki yıl Cumhurbaşkanlığı seçimleri yapılacak...
Sonradan Katolik olduğunu ve adını değiştirdiğini açıklayan bir Rum kadın da aday olduğunu açıkladı.
“Sınırlarımız Girne’de değil, Konstantinopolis’te biter” dedi...
-*-*-
Yani ayıptır söylemesi, ilk başta kadının çok ciddi ruhsal sıkıntıları olduğu yargısına varıyor olsanız da; “benzer kafalar bizde de var” demekten kendinizi alamıyorsunuz!
-*-*-
Şöyle söyleyelim; mevcut uluslararası hukuk çerçevesinde, hanım kızımızın “Konstantinopolis” diyerek aslında Türklere “tahrik bombası”, Elenlere ise “gaz bombası” atmak istemesi bir yana; orasının adı “İstanbul”dur...
Gerek uluslararası, gerekse ulusal “hukuk” çerçevesinde de İstanbul denen Dünya güzeli kent, Türkiye Cumhuriyeti’ne aittir.
-*-*-
Efendim, İstanbul’da bireysel mülklerin kime ait olduğu meselesi mi?
Ayrı bir konu...
-*-*-
Şimdi bu başkan olma heveslisi dengesizin söylediklerinin benzerini bizim dengesizler hiç mi söylemiyor?
E yapmayın lütfen?
“Maraş”a gelin!
-*-*-
Uluslararası hukuk çerçevesinde Maraş’ın “Kıbrıs Cumhuriyeti” toprağı olduğu tartışma kaldırmadığı gibi, neredeyse “bireysel mülkiyet” de tamamen “Eleni” ve “Mavros” benzeri isimlere “tapuludur”...
-*-*-
“N’aayyyıııır, n’olamaz, Maraş’ı kanla aldık, bizimdir” ya da “dedemin vakfına aittir” dediğiniz anda, Güney’de inşallah başkanlığa seçilmesini çok istediğim hanım kızımızla “aynı kafa” durumuna gelirsiniz!
-*-*-
Maraş, hukuk çerçevesinde, karşılıklı kabul görmüş, bireysel sorunları aşılmış bir toprak parçasıdır.
Buna “itiraz etmek”, “Konstantinopolis’in hala Elen mülkü olduğunu” düşünmek kadar akıl dışıdır... Sadece “akıl dışı” değil; bunun da ötesinde, “hukuk dışıdır”...
-*-*-
Haaa ne yaparsınız?
Mesela; oturur, tartışır, yasal sahiplerine iade edersiniz...
Usulüne ve hukuka uygun şekliyle meseleyi çözersiniz ve karşılığında da Ercan’a direkt uçuş hakkı alırsınız...
-*-*-
İnatla “Maraş dedemin vakfınındı” tartışmasını sürdürürseniz, o zaman hanım kızımızın iddiasına da saygı göstermek zorunda kalabilirsiniz.
-*-*-
Efendim kavgayı çok büyütür, “çözelim ve birlikte mutlu olalım” yerine “illa ki köküne inelim” iddiasında ısrar ederseniz; o zaman devreye Charles Darwin girer; kim bilir maymunlara hatta tek hücreli organizmalara “mülkiyet hakkı” vermek zorunda kalırsınız!
Kıbrıs Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (KTMMOB) Genel Başkanı Tunç Adanır (Fotoğrafta), “devleti yönetenlerin kronikleşen ‘kaçak yapı hastalığının’ tedavi edilmez bir noktaya geldiğini” söyledi. Adanır, Ersin Tatar’ın katıldığı bir televizyon programında, “20 Temmuz’da yeni Cumhurbaşkanlığı Yerleşkesi (Külliye) ve Meclis binasının temelinin atılması için planlar yapıldığını açıkladığını” ifade etti. Külliyenin halkın öncelikleri arasında yer almadığını ve proje onayının hiçbir yasal zemini bulunmadığını kaydetti… Yani ülkenin cumhurbaşkanının sarayı ve meclisi “kaçak” olacak! Devlet kaçak yani… Neyse, iyi pazarlar…