‘Celladına aşık olmak’ dedi kimileri!
Stockholm Sendromu gibi.
Değil...
Çünkü orada ‘çıkar’ ya da ‘ince hesap’ yerine tuhaf da gelse duygusal bir bağlanma vardı.
***
1973 yılında İsveç'in başkenti Stockholm'da yaşanmıştı olay...
Banka soyguncusu tarafından altı gün rehin tutulan kadın, özgürlüğünü kısıtlayan adama kalbini kaptırmıştı.
Serbest kaldığında soyguncuyu savunmakla kalmadı, nişanlısını terk ederek hapisten çıkmasını bekledi.
***
Bir grup sendikacı, Ulusal Birlik Partisi’ni ziyaret etti, önceki gün.
‘Mucidi’nden ‘Göç Yasası kalksın’ diye destek istedi, medet umdu.
Daha önce de “imza” ve “garanti” almışlardı, partinin ağır abisinden...
‘Haklara dokunulmayacaktı...’
Oysa haklara dokunmakla kalmadılar, yarınları da ‘rehin’ aldılar.
Şimdi ‘sendikal bir duyarlılık’la yapılan ziyaretin ardından, yardım çağrısına karşı gülücükler dağıtıyorlar, karşılıklı...
***
Bu ‘film’ yeni değil...
Üstelik de son sahnede araba hep ‘duvara’ tosluyor!..
Tekrar tekrar izletiyorlar bize, ‘acaba bu sefer yolunda gider mi’ diye...
UBP hükümetteyse CTP’ye gitmek...
CTP hükümetteyse UBP’ye varmak...
Ve paslaşmak!..
Velhasıl 'statükoya karşı çıkmak’ üzerinden var olarak, günün sonunda hep ‘statükolarını’ korumak.
***
Muhalefeti yanına alarak hükümeti aşağı indirmek, sonra ‘indirdiğinin’ yanına koşarak yenisine karşı çıkmak...
Nalıncı keseri gibi yontmak, yontmak, yontmak!..
Ezilenler üzerinden siyaset yapmak ama ezilmemek kolayına...
***
‘Siyaset’ ile bir grup sendikacı arasında artık bayatlamış bu oyun öylesine bir dil, model, düzey oluşturdu ki, ‘düzen’in veznedarlığındaki bu sisteme ‘karşı’ çıkar gibi görünmek ‘çıkar’ yol oldu.
Her ‘seçim’ sonrası yaşanan ‘üst kademe’ pazarlıklarından tutunuz da, günün sonunda mutlaka bir ‘ödeneğe’ bağlanan kavgalara kadar usandırdı...
‘Et’ koktu diye ‘tuz’dan medet umanlar ise aslında ‘tuz’un da koktuğunu gördü.
Ve günün sonunda onlar hep güçlü, hep mağdur, hep haklı.