İbrahim Ayberk
ibrahimayberk11@gmail.com
Son dönemde, bayrak merkezli/kaynaklı üç tartışmanın ülke gündemini uzun süre meşgul edişine hep beraber şahitlik ettik. Bu üç olayın ülke gündemini bu kadar meşgul etmesinin başlıca sebebi beraberlerinde getirdikleri sözlü ve fiziki şiddet dalgalarıdır. Bu yazı, bayrak merkezli/kaynaklı tartışmaların beraberinde getirdiği sözlü ve fiziki şiddet dalgalarını tartışmayı ve ünlü filozof Slavoj Zizek’in Charlie Hebdo katliamından yola çıkarak yaptığına benzer bir sorgulamayı bu üç bayrak merkezli/kaynaklı tartışma için de yapmayı amaçlamaktadır.
Bayrakların tarihçesini ve önemini en ince ayrıntısına kadar tartışma arzusunda olan bir kişi epeyce zaman harcamak ve efor sarfetmek mecburiyetindedir. Fakat, milliyetçilik alanına az çok vakıf olan herkes bayrağın öneminin bilincindedir. Bayrak, herşeyden önce, ulusun ve milliyetçiliğin simgesel temsilidir. Bunun yanı sıra, bayrak, Anthony D. Smith’in Milliyetçilik: Kuram, İdeoloji ve Tarih isimli kitabında vurguladığı üzere “Milletin özel niteliklerinin örneğini oluşturur ve… belirli bir nüfusta canlı bir eşsiz tarih ve/veya yazgı duygusu yaratmayı amaçlar” (Anthony D. Smith, Milliyetçilik: Kuram, İdeoloji, Tarih, Ankara, Tarcan Matbaacılık, 2013, s. 18). Bu yüzdendir ki, geçen her yıl ömrümüzü biraz daha kısaltırken bayrakların kutsallık dozunu artırmış ve bugün bayrakları uğrunda saniye bile tereddüt edilmeden ölünecek veyahut öldürülecek simgeler haline getirmiştir.
Bilindiği üzere Kıbrıs, birçok vasfının dışında çetrefilli bir ada olma özelliğini de taşımaktadır. “Çetrefilli” tanımını biraz daha açmak gerekirse, Kıbrıs, bir asırdan daha uzun süredir tabir caizse tam bir satranç tahtası olmuş ve bir türlü paylaşılamayan bir ada haline gelmiştir. Uzun yıllardır milliyetçiliklerin (özellikle Türk ve Yunan) “oyun alanı” olan Kıbrıs’ta Ayhan Aktar, Niyazi Kızılyürek ve Umut Özkırımlı’nın da altını çizdiği üzere tam bir “bayrak enflasyonu” söz konusudur (Ayhan Aktar, Niyazi Kızılyürek & Umut Özkırımlı, “Introduction”, Ayhan Aktar, Niyazi Kızılyürek & Umut Özkırımlı (eds.), Nationalism in the Troubled Triangle: Cyprus, Greece and Turkey, London, Palgrave Macmillan, 2010). Bittabi, hem Ada’nın kuzeyinde hem de güneyinde bu kadar çok bayrağın varlığı birçok şiddetli tartışmayı da beraberinde getirmiştir.
Son aylarda bayrak merkezli/kaynaklı tartışmalara üç yeni örneğin daha eklendiğine şahit olduk. Bunlardan iki tanesi son cumhurbaşkanlığı seçim döneminde yaşanırken, beraberinde bir dizi organize şiddet eylemi (linç girişimi) getiren üçüncü tartışma sadece birkaç hafta önce vuku bulmuştur. Bu noktada, ilerleyen bölümlerde Zizek’ten feyz alarak yapacağım sorgulamayı daha anlaşılır kılmak için, yakın dönemde şahit olduğumuz bu tartışmalar hakkında çok fazla detaya inmeden bilgi vermenin elzem olduğunu düşünüyorum.
Büyük infial yaratan ve “lahmacun krizi” olarak isimlendirilen ilk bayrak merkezli/kaynaklı tartışma seçim propagandası yürüten Derviş Eroğlu’nun katıldığı bir toplantıda, önünde bulunan Türkiye ve KKTC bayrakları serili masaya lahmacun (börek olduğunu iddia edenler de vardır) servisi yapılması sonrasında cereyan etmiştir. Derviş Eroğlu’nu, destekledikleri cumhurbaşkanı adaylarının rakibi gören ve ortaya çıkan krizi Derviş Eroğlu’nu yıpratmak için büyük bir fırsat olarak nitelendiren kesimi bir kenara bırakırsak, özellikle milliyetçi kesim üzerinde infial yaratan bu olay sosyal medyada Derviş Eroğlu’na yapılan envai çeşit hakareti, suçlamayı ve tehditi beraberinde getirmiştir. İkinci bayrak merkezli/kaynaklı tartışma ise Volkan gazetesi tarafından yayınlanan bir haber sonrasında patlak vermiştir. Okurlara, Birleşik Kıbrıs Partisi (BKP) Genel Başkanı İzzet İzcan’ın yaptığı bir açıklama gibi yansıtılan haber, bağımsız cumhurbaşkanı adayı Mustafa Akıncı’nın cumhurbaşkanı seçilmesi halinde Beşparmak Dağları’nda bulunan Türkiye ve KKTC bayraklarının kaldırılacağını iddia ediyordu. Sonradan bu haberin asparagas olduğu bizzat İzzet İzcan tarafından yapılan yalanlama ile ortaya çıksa da, haber kısa süre içerisinde sosyal medya vasıtasıyla yayılmıştır. Bunun akabinde, İzzet İzcan ve Mustafa Akıncı, araya karbon kâğıdı konmuşcasına, Derviş Eroğlu’na yöneltilen hakaretlerin, suçlamaların ve tehditlerin aynılarına maruz kalmışlardır.
Üçüncü bayrak merkezli/kaynaklı tartışma diğer iki örneğe kıyasla belirgin farklılıklar içermektedir. İşyerlerinin önüne Kıbrıs Cumhuriyeti bayrağı astıkları ve KKTC devletine karşı aşağılayıcı sözler sarfettikleri iddiasıyla haklarında dava açılan Koray Başdoğrultmacı ve Çinel Sinem Sünel’e yöneltilen hakaret, suçlama ve tehditleri bir dizi organize şiddet eylemi izlemiş ve ülkücülerin linç girişimleri zorlukla önlenmiştir. Süreci mantıki hiçbir gerekçe olmadan sürekli uzatan mahkemenin de bu fiziksel güç ve şiddet vasıtasıyla tahakküm kurma çabasına çanak tuttuğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Slavoj Zizek, dünyayı ayağa kaldıran Charlie Hebdo katliamı sonrasında NewStatesman’de kaleme aldığı yazıda çok önemli tespitler yapmıştır. Fakat, Zizek’in yazısını benim açımdan daha da önemli kılan şey yaptığı sorgulamadır. Daha açıklayıcı olmak gerekirse, herkesi düşünmek için cesaretini toplamaya çağıran Zizek’in sorgulaması şu şekildedir: “Haftalık bir hiciv (mizah) dergisindeki aptal bir karikatürü kendisine yönelik bir tehdit olarak algılayan bir Müslümanın inancı nasıl bu kadar kırılgan olabilir?” (Yazının orijinal hali: http://www.newstatesman.com/world-affairs/2015/01/slavoj-i-ek-charlie-hebdo-massacre-are-worst-really-full-passionate-intensity, Türkçe çevirisi: http://t24.com.tr/haber/ kotuler-gercekten-yogun-bir-tutkuyla-mi-dolular, 283431).
Yukarıda kısaca aktardığım bayrak merkezli/kaynaklı tartışmalara, yapılan hakaretlere, yöneltilen tehditlere, linç girişimlerine ve linç girişimleri sırasında atılan sloganlara şahit olduğumda Zizek’in yaptığı sorgulamanın aynısının bu şiddet eylemleri için de yapılabileceğine kanaat getirdim. Pek tabii ki Charlie Hebdo katliamı ile son dönemde şahit olduğumuz bu üç olay arasında ciddi farklılıklar olduğu yadsınamaz. Böyle bir eşitleme yapma gayesinde de değilim. Lakin, hem Charlie Hebdo katliamını gerçekleştiren köktencileri hem de üç bayrak merkezli/kaynaklı tartışmada sözlü ve fiziki şiddeti gerçekleştiren aşırı milliyetçileri tetikleyen unsur ortakdır; muhtemel bir “inanç kırılganlığı”. Dolayısıyla, yukarıda bahsettiğim üç yeni bayrak merkezli/kaynaklı tartışmada şiddet eylemini gerçekleştiren aşırı milliyetçiler için de Zizek’in köktenciler için yaptığı sorgulamanın bir benzerini yapmayı uygun buluyorum.
Eğer sosyal medyada yapılan yorumlarda ve atılan sloganlarda vurgulandığı üzere Kıbrıs, Türk ise ve ilanihaye öyle kalacaksa basit bir hatanın, asparagas bir haberin veya iki kişi tarafından açılan bir Kıbrıs Cumhuriyeti bayrağının bu iddiayı her zaman savunan kişileri Tanıl Bora tarafından “en aşikar medeniyet kaybı” (Tanıl Bora, Türkiye’nin Linç Rejimi, 3.B., İstanbul, Birikim Yayıncılık Ltd. Şti., 2014) olarak tanımlanan linç girişimleri yapmaya sürüklemesi ciddi bir çelişki değil midir? Aslında bu eylemler milliyetçiler tarafından “Kıbrıs Türk’tür, Türk kalacaktır” söylemi ile vurgulanan inancın kırılganlığını göstermiyor mu? Zizek’in deyimiyle “aptal bir karikatür”’den tahrik olarak insan öldüren köktenciler ile üzerinde durmaya gerek bile olmayan çeşitli olaylardan, yani, bir hatadan, asparagas bir haberde yer alan iddialardan ve açılan bir Kıbrıs Cumhuriyeti bayrağından bu kadar tehdit hisseden ve tahrik olarak hakaretler ve tehditler yağdıran, bununla kalmayıp organize şiddet girişiminde bulunan aşırı milliyetçiler arasında gerçekten büyük bir fark var mıdır?