Temsilciler Meclisi’nde Kıbrıs Rum milletvekillerinin 1950 Enosis oylaması ile ilgili aldığı kararın saçma olduğuna kuşku yoktur. Bu kararın yanlış olduğunu Nikos Anastasiadis söyledi. DİSİ başkanı Averof ise, DİSİ’nin çekimser kalarak kararın onaylanmasını sağlamasının hata olduğunu söylüyor ve onarıcı çareler arıyor.
AKEL zaten karşı oy vermişti.
Açıkçası, kararın arkasında duranlar, başta ELAM olmak üzere, federal çözüme
karşı olan siyasi partilerdir.
Bu partiler ne istiyor?
Müzakerelerin kesilmesini istiyor.
Mustafa Akıncı’nın Kıbrıs Müzakerelerine katılmayacağını açıklaması, sorunu yaratan bu çevrelerin istediği bir tavır oldu.
Gelelim “Enosis” meselesine.
Öncelikle bir şeyin altını çizelim: Kıbrıs Rum okullarında Enosis etraflıca okutuluyor. Bu karar yeni hiçbir şey getirmiyor.
İkincisi, Kıbrıs Rum toplumunda bugün Enosis için referandum yapılsa, 1950 oylamasına yakın ama tersten bir sonuç çıkar. Yani, büyük bir ihtimalle %97 oranında “hayır” çıkar.
Ne var ki, Kıbrıs Türk toplumunda ve özellikle Türkiye’de bazı çevreler ısrarla Kıbrıslı Rumların Enosis istediklerini söylüyor. Bunun bilmezlikten değil, belli hesaplarla yapıldığını düşünüyorum. Mesele Türkiye’nin garantörlüğünün devamına getiriliyor ve bunun haklı gösterilmesi için “Enosis Heyulasından” söz ediliyor.
Nitekim Mevlut Çavuşoğlu, Akıncı ile yaptığı basın toplantısında Enosis kararı için milliyetçi Rumlara az daha teşekkür edecekti. Son saniye, dilini tutup teşekkür etmedi ama etmiş kadar oldu ve konuyu garantilere bağlayarak, kararın Türkiye’nin elini güçlendirdiğini ileri sürdü.
Türkiye, Kıbrıs Rum toplumunun tavırları veya hataları üzerine siyasi stratejiler kurabilir. Türkiye’nin Kıbrıs politikasının özü budur. 2004 Referandumunda da bu yapılmış ve Kıbrıslı Rumların “hayır” oyu kullanacağı hesaplanmıştı.
Genelkurmay Eski Başkanlarından İlker Başbuğ, kitabında bunu açıkça dile getiriyor: “Türk Hükümeti Annan Planı üzerindeki ana stratejisini bir temel varsayıma dayandırmıştı. O varsayım da Kıbrıslı Rumların Annan Planı’nı reddedecekleri üzerineydi.”
Fakat sadece Türkiye değil, Yunanistan da hesap yapmayı biliyor. Müzakere masasının çökmesinden Atina hükümetinin bir rahatsızlık duyacağını hiç sanmıyorum. Kıbrıs’ta federal bir devletin kurulmaması ve de-facto durumun devam etmesi, Yunanistan’ı rahatsız etmediği gibi, de-facto Çifte Enosisin daha yakına gelmesi Atina’yı memnun etmiştir.
Kısacası, Kıbrıs Sorunun çözümsüz kalmasından Türkiye ile Yunanistan’ın önemli bir kaybı olmayabilir. Yunanistan çözüm olsun diye zaten uğraşmıyor.
Türkiye ise bir yandan çözümü Rum tarafının kabul edemeyeceği şartlara bağlamak isterken, diğer yandan da ilhakın bile rahat rahat konuşulacağı bir ortam yaratılıyor. Nitekim Akıncı-Mevlutoğu basın konferansında bir gazeteci “ilhaktan ne haber” anlamına gelen bir soru sorabildi.
Eminim, ilhak konuşuldukça, Yunanistan ellerini ovuşturuyor. Çünkü ilhak, Kıbrıs’ın yarısından fazlasını Yunanistan’ın ayağına getirir.
İşte böylesine hesapların yapıldığı bir ortamda ve içinden geçtiğimiz tarihsel süreçte Kıbrıslı Rum ve Türk liderler doğru hesap yapmalıdırlar.
Bugün müzakerelerin sekteye uğraması, “okyanusu aşan” iki lider açısında bir kaşık suda boğulma anlamına gelir.
Kıbrıs’ın geleceği açısından bakarsak, ülkenin bilinmez, öngörülmez maceralara sürükleneceğini söyleyebiliriz. Mustafa Akıncı’nın kendisi bu tehlikelere sık sık işaret ediyor. Son basın toplantısında da “hayat devam ediyor, her şey değişiyor” anlamında söyledikleri arasında Kıbrıs Türk toplumunda demografik yapının değişebileceği de vardı. Bunun ne anlama geldiğini Kıbrıslı Türk lider gibi, her Kıbrıslı Türk biliyor.
Yarım Kıbrıs’ta Kıbrıslı Rumların da huzur bulmayacağı açıktır.
Bu yüzden, bir an önce müzakerelerin başlaması şarttır. Fakat başlayıp da sürüncemede kalması bir işe yaramaz. Önemli olan süratle mesafe kat etmektir. Bu noktada Enosis kararından çok daha önemli olduğunu düşündüğüm bir konu vardır: Kıbrıslı Türklerin federal organlara etkin katılımı...
Nikos Anastasiadis, bunun hem Kıbrıslı Türklerin eşitliğinden kaynaklandığını, hem federal bir ilke olduğunu hem de BM Güvenlik Konseyi kararlarında var olan önemli bir prensip olduğunu kabul ederek, bu konuda Kıbrıs Türk tarafının beklentilerini karşılamalıdır. Böyle bir hamle görüşmelere ivme kazandırabilir.
Görüşmelere şimdi ivme kazandırılmazsa, yarın müzakere masası kurmak imkansız olabilir. Bir gün kurulsa bile, o masaya oturacak olanlar Anastasiadis ve Akıncı’dan farklı bir dil konuşacaklar.
Dolayısıyla, Akıncı ve Anastasiadis son sözlerini şimdi söylemelidirler. Çünkü, ne onların ne de ülkenin yarınları yoktur...