“Bazı Kıbrıslırum “kayıplar” öldürülerek Kaymaklı-Mandrez arasındaki bir gaminiye atıldıydı…”

Sevgül Uludağ

OKURLARIMIZ BİLDİKLERİNİ PAYLAŞMAYA DEVAM EDİYOR…

 

Bir okurumuz şu bilgileri paylaşmak istediğini söyledi:

“Size aktaracağım olayla ilgili uzun zamandır uğraş vermekteyim ki insanları ikna edeyim, konuşsunlar… Nasıl ki biz Kıbrıslıtürkler olarak kendi “kayıplar”ımızın bulunmasını isterik, aynı şekil Kıbrıslırumlar da kendi “kayıpları”nın bulunmasını ister. Nasıl ki biz “kayıpları”mızın bululup defnedilmesini, düzgün bir mezarları olmasını isterik, onlar da ister… Bu yüzden ben yardım etmeye çalışırım…

Size aktaracağım olay, 1963 ile 1965 arasında meydana gelmiş...

Kıbrıslırum bir baba-oğul, arabayla yanlışlıkla Voni tarafından gelerek Mandrez-Kaymaklı tarafında yakalanmışlar.

Bildiğiniz gibi Kaymaklı’da Salhane 88nci bölük idi… Bu civarda yakalanmışlar…

Ondan sonra o dönemin komuta düzeyinde bir yetkilisine haber salmışlar, galiba telefon mu etmişler ne…

O da kendilerine “Eğer Birleşmiş Milletler kendilerini görmediysa, öldürün da atın gaminiye” demiş…

Bunun üzerine baba-oğulu öldürerek gaminiye atmışlar. Çocuk on yaşlarında imiş ama kız çocuğu mu, erkek çocuğu mu idi, onu bilemiyorum…

Bu gaminiler iki taneydi… Ben onların yerini hatırlarım…

Bütün Kaymaklı’nın çocukları ve gençleri, “Beyaz Daş” denen derede yüzmeyi öğrenirdi – oraya yıkanmaya giderdik… Bu yerin az ilerisinde iki tane gamini vardı… O gaminilerden birisidir sözünü ettiğim gamini…

Bunu tek bir şahıstan değil, o dönem etkili olan komuta düzeyinde bir şahısla da konuşarak bu olayı doğruladım…”

Konuyla ilgili olarak konuştuğumuz bir diğer okurumuz ise, sözkonusu gaminiye iki değil en az üç kişinin atıldığını anlattı ve “Çok genç, yeni evli bir Kıbrıslırum da aynı şekilde öldürülüp gaminiye atılmıştı” diye konuştu.

Sözkonusu gaminilerin yerini de bulmaya çalıştık ve geçtiğimiz günlerde Kaymaklı-Hamit Mandrez arasında okurumuzun sözünü ettiği “Beyaz Daş” denen dereciği bulduk… Okurumuzun ifadesine göre, gaminiler, bu dereciğin yanında imiş ve alçı taşı çıkarmak için kullanılmaktaymışlar o dönem… “O dönem yalçıcılık yaygındı” diye anlatıyor okurumuz. Okurumuza göre, bu gaminiler yıkılmış olsa da, üzerilerine inşaat yapılmamış.

Bizim gidip inceleme yaptığımız yüksek alanın altında derecik görünüyordu… Okurumuzun ifadesine göre “gaminiler çukurda kaldı…” Bu konuda başka okurlarımızdan da yardım istedik – önümüzdeki günlerde bölgeyi incelemeye ve gaminilerin nerede olabileceğini bulmaya çalışacağız.

Konuyla ilgili olarak Kayıplar Komitesi yetkililerini de bilgilendirdik. Gaminilerin yerini bulabilmek için Kayıplar Komitesi’nden 1963 hava fotoğraflarını sağlamalarını rica ettik… Bu konuda daha ayrıntılı bilgi sahibi olan okurlarımızı, isimli veya isimsiz olarak 0542 853 8436 numaralı cep telefonumdan beni aramaya davet ediyorum… Bu konuda Kayıplar Komitesi’ni aramak isteyenler de 181 ihbar hattını arayabilirler.


 “Savaşın ortasında bile Kıbrıslılar’ın karakteri her daim meydana çıkıyordu…”

Bir kebap hikayesi…

Bir okurumuz, 1963’te yaşadığı bir olayı bize anlattı… “Savaşın ortasında bile Kıbrıslılar’ın karaktri her daim meydana çıkıyordu” diyen okurumuz şunları anlattı:

***  Bazı Kıbrıslılar, birbirlerine çok korkunç şeyler yaptılar ama genelde Kıbrıslı’nın karakteri yumuşaktır, yemeci içmeci, birbiriyle kolaylıkla anlaşabilen bir karaktere sahiptir. Savaşın ortasında dahi Kıbrıslılar’ın bu karakteri her daim ortaya çıkıyordu. Benim yaşadığım olay da böyleydi…

***  1963’te Kaymaklı’dan göçmen olduktan sonra ben Hamit Mandrez’e değil, Lefkoşa’ya gittiydim… Bir süre sonra beni Un Fabrikası karşısında bulunan ve “Gasparyan’ın yeri” denen binaya gönderdiydiler…

***  Bu bölgede Kıbrıslıtürkler’le Kıbrıslırumlar’ın mevzileri neredeyse iç içeydi – Belkola Fabrikası yanındadır “Gasparyan’ın yeri”… Daha sonra ileriki yıllarda burası polis lokantası da olduydu… Aspava’dan başlayarak Ortaköy köprüsüne olan bölgede bizim mevzilerimiz vardı, okul vardı, Kıbrıslırumlar’ın da mevzileri vardı…

***  Kıbrıslırumlar ateşe başladığında biz sinerdik, biz ateşe başladığımızda onlar sinerdi… Arada sırada mevziden mevziye seslenip birbirimizle konuşurduk da…

***  Bir gün Kıbrıslırum mevzilerinden biri “Mahsur kaldık, etsiz kaldık, et yok, canımız kebap çekti” diye seslendi… Ben da onlara “E biz da konyaksız kaldık” dedim. Ve anlaştık: Biz etleri, onlar konyakları getirecekti…

***  Birbirimize gene da tam yüzde yüz güvenmediğimiz için kebabı yolun tam orta yerinde yapacaktık. Bir kişi onlardan, bir kişi biz kebap yapacaktık, böylece onlar ateş açarsa, biz da onların adamını vuracaktık…

***  O zamanlar Kıbrıslırumlar’ın terk ettiği Buz Fabrikası çengellerde asılı domuzlar, kuzularla doluydu… İsteyen gider, alırdı… Gidip üç dört kuzu aldım, diğer mevzilerdeki mücahitlere de dağıttım ki bir şey demesinler… Sonra bizim bulunduğumuz “Gasparyan’ın yeri”ne geldim.

***  Gerçekten de yolun ortasında ateşi yaktık ve kebap yapmaya başladık. Ağaçlardan kestiğimiz dalları da şiş olarak kullanıyorduk…  Fakat birisi bizi ihbar etmiş olacak ki aniden bize baskın düzenledi efendiler ve bulunduğumuz yere geldiler… Hatırladığım kadarıyla aralarında Topal Mahmut da vardı…

***  Bize dönerek “Bu ne?” diye yolun ortasındaki ateşi gösterdiler… “Bilmeyik” dedik. “Nasıl bilmezsiniz? Yolun ortasında ateş yakılmış da görmediniz?” Çok kızdılar ve çekip gittiler. Ertesi günü beni Boğaz’a sürdüler. 1963’ten 1968’e kadar Boğaz’da sürgünde kaldım… Bir kebabın bedeli işte bu olduydu: Boğaz’a sürgün…