Bir Kıbrıslırum okurumuz, şu bilgileri paylaşmak istediğini söyledi:
*** Size anlatacağım olay, 1950’li yılların ikinci yarısında meydana geldi...
*** Bir Kıbrıslırum, çok güzel bir kadına evlenme teklif ettiydi ..... köyünde... Fakat bu kadın, bu adamı reddettiydi... Aynı köyden başka bir adamla nişanlanmayı seçtiydi kadın...
*** O günler, “EOKA” günleri idi... Bu adam, aşık olduğu kadınla evlenecek olan Kıbrıslırum’a bir tuzak kurdu... Onu bir barikatta durdurarak ezdi eledi... Adam öldü... Yanında başka “EOKA’cı” Kıbrıslırumlar da vardı...
*** Tuzağı kuran Kıbrıslırum, öldürdükleri şahsın “İngiliz casusu” olduğu şeklinde bir yalan yaydıydı ve herkes da ona inandıydı...
*** Neticede, bu adam, ne yaptı etti ve aşık olduğu o Kıbrıslırum kadınla evlendi...
*** Kadın buna neden razı geldi dersanız, o günlerde dul bir kadın olmak Kıbrıs’ta çok zordu, kolay kolay başka bir izdivaç yapamazdınız... Kadın, nişanlısını öldürenler arasında bu adamın da bulunduğunu bile bile onunla evlendi. Amma velakin hakkında hiçbir zaman iyi konuşmadı... Evlendiği bu adamla ilgili hep kötü şeyler söyledi herkese... Hala daha da söyler... Evlendikten sonra Londra’ya gidip yerleştiler ve orada yaşadılar... Ben kadını tanıdım, her daim kocasından kötü şekilde bahsederdi...
*** Size anlatmak istediğim, bazıları teşkilatların arkasına sığınarak başkalarına kötülük etmeyi seçtiydi... Londra’daki bazı arkadaşlarımdan, bazı Kıbrıslıtürklerin de benzer hikayeler yaşamış oldukları hakkında öyküler dinledim. Bunlardan birisi bana, bir “büyük teşkilatçı”nın, beğendiği bazı kadınların kocalarını Boğaz’a nöbete gönderdiğini ve sonra da gece evlerine gittiğini anlattı. Hatta bir keresinde nöbetten bir şekilde erken çıkıp eve gelen bir adam, bu şahsı evde yakalamış ve karısından ayrılmış, o yuva dağılmış... Nöbetten erken dönüp da karısını o “büyük teşkilatçı”yla yakalayan adam, bir süre sonra o şehirden ayrıldı, boşanmış olduğu karısı ise bir daha evlenmedi diye anlattılar bana. Bu “büyük teşkilatçı” kadının evini da bir tür “merkez”e çevirmiş ve o evde bir da Kıbrıslırum’un öldürüldüğünü anlattılar bana... Bu Kıbrıslırum şişlenerek öldürülmüş ve ailesine iade edildiğinde tanınmayacak vaziyetteymiş... Bu “büyük teşkilatçı”, bu sivil, silahsız, tesadüfen o bölgede bulunan bir Kıbrıslırum’u bu şekilde öldürmüş... Şimdi hayatta değilmiş bu “teşkilatçı”...
*** Bu tarz yeraltı teşkilatlarının tehlikesi, bazılarının kendilerini “kanunların ötesinde” görmeleridir... Dünyanın her yerinde böyle olur maalesef... “Kanunlar bize dokanamaz zaten” anlayışıyla, bazıları yozlaşır ve çeşitli pis işlere girişirler... Hiçbir zaman da hesap vermezler...
KİMİLERİ ÖLDÜRÜLDÜ, KİMİLERİ KIBRIS’TAN AYRILDI...
Bu okurumuza aktardıkları için teşekkür ediyoruz... Bu konuda gerçekten de her iki toplumda da kötü örneklerle karşı karşıya kaldık yıllar içerisinde ve okurlarımızın paylaştığı bazı olayları da bu sayfalarda yayımlamıştık... Her iki toplumdan da haksız yere suçlanan pek çok kişi oldu, bunlar ağır bedeller ödediler, kimileri öldürüldü, kimileri Kıbrıs’ı terkedip gitmek zorunda kaldı, kimileri hayata küstürüldü... Bu yüzden “yeraltı teşkilatları”nın adını kullanıp da kendi kişisel hırs ve intikamlarını alanlar, kendi kişisel çıkarları için “teşkilat” ismini kullananlar her daim her iki toplumun dilindedir, onlar hakkında pek çok şey anlatılır ancak iyilikle anılmadıkları da kesindir...
Resim Salvador Dali... Resim Rene Magritte...
*** BASINDAN GÜNCEL...
MANTI POSTASI
“Tepki mantısı...”
Levon BAĞIŞ
Mantı, yemeğin milliyeti olmadığı gerçeğinin en güzel anlatımlarından biri. Milliyet ve yemek konusunun gündeme geldiği hemen her yerde kullandığım bir cümlem var: “Yemeğin milliyeti olmaz, coğrafyası olur.”
Benim yemekle alakalı hatırladığım, belki hatırlamasam da her aile yemeğinde anlatılıp üzerine neşelendiğimiz için hatırladığımı zannettiğim bir anım var –mantıyla alakalı bir anı.
Daha beş-altı yaşlarımdayken mantı yemeye gittiğimiz bir mekânda, önüme konan yemeğin benim alışık olmadığım bir mantı olduğunu görünce ortalığı birbirine katmışım. Mamamlar (anneler) o mantıyı yiyemeden çıkmak zorunda kalmışlar restorandan. Henüz yeniliklere açık bir damağım yokmuş anlayacağınız. Ama bazı şeyler değişmiyor insan beğenisinde; hâlâ bol salça ve yoğurt mantıda kırmızı çizgimdir.
Her ne kadar baba tarafından Kayserili olsam da, benim için asıl mantı anneannemin yaptığı bol sulu ve salçalı, neredeyse çorba kıvamında olan mantıdır.
Zaten yoğurt ve salça ikilisinin bir araya gelmesi, neredeyse yaşayan herkes için en lezzetli durumlardan birisini yaratıyor. Domates ve yoğurt bir araya gelince tam bir “umami” patlaması yaşıyoruz. Umami; tatlı, ekşi, tuzlu ve acı tatlarla beraber beş ana tattan biri olarak tanımlanıyor ve anne sütünde de bol miktarda bulunduğundan, hemen herkesin en sevdiği lezzetlerin başında geliyor. Domates ve salçanın yanı sıra peynirlerde –özellikle de yıllanmış peynirlerde–, soya sosunda, susam yağında bol miktarda bulunuyor. Hatta pek çok hazır gıda ve fast-food restoranında, umami lezzeti katması için “Çin tuzu” olarak adlandırılan lezzet arttırıcılar kullanılıyor.
Mantıyı lezzetli kılan tek şey, tabii ki salça ve yoğurt ikilisi değil. Salçasız bir mantı düşünemiyor olabilirsiniz, ama yüzyıllar boyunca mantıyı domates salçasız tükettiğimizi de unutmamak lazım; zira domates hayatımıza Amerika’nın keşfinden sonra giriyor. Keşifle beraber, Amerika kıtasının pek çok yerel ürünü gibi domates de Avrupa kıtasına ulaşıyor, ama domatesin yemek olarak kullanılması için keşfin üzerinden epey zaman geçmesi gerekiyor. Türkçedeki en lezzetli yemek yazılarının yazarı, 1888 doğumlu Refik Halid Karay, “Şimdi bize şerbetini övüp memedeki çocuklara bile suyunu içirten tıbbın, bir zamanlar domatese düşman kesildiğini pek iyi hatırlarım,” diyor.
Mantının coğrafyası
Mantı, yemeğin milliyeti olmadığı gerçeğinin en güzel anlatımlarından biri. Milliyet ve yemek konusunun gündeme geldiği hemen her yerde kullandığım bir cümlem var: “Yemeğin milliyeti olmaz, coğrafyası olur.”
Gelip geçtiği, sahiplenildiği yerler bakımından düşünüldüğünde, mantı neredeyse yeryüzünün en geniş coğrafyalı yemeği olabilir.
Bert Fragner, mantının kökenini ve yaptığı yolculuğu şöyle anlatıyor:
“13. yüzyılda Çin, Orta Asya, Rusya, Doğu Avrupa ve İran’ı içine alan Moğol yayılmasının ardından, Doğu Asya'dan, çoğunlukla Çin'den, dalgalar halinde bir dizi kültürel etki İpek Yolu'nun batı kesimine ulaştı; mutfağın da etkilenmesi akla yakın geliyor. 14. ve 15. yüzyıllarda Orta Asya'da görülen ve oradan göç eden Türklerce Anadolu’ya taşınmış olabilecek yemeklerden biri de, Türkçede hâlâ Çincedeki gibi mantu (mantı) olarak bilinmektedir.”
Irina Petrosian ise mantının Anadolu’ya girişini 13. yüzyılda Ermeniler ve Moğollar arasındaki kültürel etkileşime bağlıyor. Mantının Kilikya Ermeni Krallığı'nda bu etkileşim sonucunda yenmeye başladığı sonucuna varıyor.
Nereden ve hangi yolla girmiş olursa olsun, bilinen en eski Osmanlı yemeklerinden birisi mantı. Farklı yerlerde farklı isimler almış, farklı şekillerde yapılmış olsa da, aslında neredeyse aynı yemekten bahsediyoruz. Çerkezler, Gürcüler, Özbekler, Tatarlar; bu coğrafyanın içinde, yakınında kim varsa bir çeşit mantı yapmış ve yaptığı mantıya kendince bir isim vermiş: haluj, hınkal, pelmeni, paşa ya da tepsi mantısı…
Ne kadar çeşitlenirse, o kadar güzelleşmiş.
Madem Kayseri’yi konuşamıyoruz…
Çok gerilerden bir anıyla başlamıştım, yakın tarihli bir anıyla bitireyim.
Benim en sevdiğim mantı “tepki mantısı”. Yanlış okumadınız “tepsi” değil, “tepki” mantısı.
2019 senesinde Hrant Dink Vakfı tarafından Kayseri’de yapılması planlanan “Kayseri ve Çevresi: Toplumsal, Kültürel ve Ekonomik Tarihi Konferansı” Kayseri Valiliği tarafından yasaklanmış; bu kararın ardından İstanbul’a taşınmış; sonrasında benzer şekilde Şişli Kaymakamlığı’nca yasaklanmıştı. Madem Kayseri’yi konuşamıyoruz, o zaman Kayseri ve çevresinin yemeklerini yiyelim demiş, planlanan gün ve saatlerde mantı pişirmek ve konuşmak üzere buluşmuştuk.
Bizim sadece mantı yapmak için buluşmayacağımızı düşünen ve “mantı süsü” verilmiş bir konferansı engellemek için palas pandıras derneğe gelen polislerin içeri girip tezgâh arkasında harıl harıl mantı yapan kadınları görünce yaşadığı şaşkınlığı hayatım boyunca unutamayacağım. Polis amiriyle epey üst perdeden başlayan konuşmamız, onun, elinde bir tabak mantıyla, bu mantının Kayserili karısının yaptığı mantıdan daha güzel olduğunu belirten sözleriyle sonlandı.
Gerçekten de o gün yaptığımız “tepki mantısı” yediğim tüm mantılardan daha güzeldi…
Amirim mantıdan anlıyormuş.
Kaynakça:
Refik Halid Karay, “Domatesin İkbâli”, Yemek ve Kültür, no. 31 (2013).
Bert Fragner, “Kafkaslardan Dünyanın Damına: Bir Mutfak Serüveni”, Ortadoğu Mutfak Kültürleri içinde, der. Sami Zubaida ve Richard Tapper, çev. Ülkün Tansel (İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2003).
Irina Petrosian ve David Underwood, Armenian Food: Fact, Fiction (Indiana: Yerkir Publishing, 2006).
(MANTI POSTASI – Levon BAĞIŞ – Eylül 2022)