Engelli demeyi dahi yeni öğrendik biz. Kullandığımız farklı terimler vardı, üzerinde hiç düşünmeden, hiç düşünme gereği duymadan. Engelliler üzerinde de pek kafa yormadık yıllarca. Belki aramızda görmeye alışmadığımızdandır, ya da üstümüzden uzak olduğundan, görünmez oldu hep toplumda engelliler. Evlerine kapandılar, aile içinde kaldılar. Utanılacak birşey değil engelli olmak da, biz hiç aramıza kabul etmedik ki! Hiç bizden biri gibi davranmadık engellilere. En iyi niyetlimiz acımaya kalktı, anlamadık acınacak halde olanın kendimiz olduğunu.
Çocuktuk, alay ettik, ötekileştirdik, dışladık. Akan gözyaşları bizim zaferimizdi, koşarak kaçması alay ettiğimiz engellilerin keyfimize keyif katardı. Mazaretse eğer çocuk olmak, onun arkasına saklandık arsızca. Hoş, ben hiç azar işittiğimi de hatırlamıyorum, hatta utanarak söylüyorum bu acımasızlıkların cesaretlendirildiğini o yıllarda. Çok utanarak...
Büyüdükçe etrafta görmemeye başladık pek fazla engellileri, çok da şaşırtıcı değildi tabii bu. Bizim tavırlarımızdı onları uzaklaştıran, küstüren, zaten zor hayatlarını daha da zorlaştıran. Gençtik, durmadık pek üstünde, umursamadık. En büyük ayıbımız umursamazlık değil mi bizim zaten?
İlk kez toplu yaşamda Ankara’da karşılaştım engellilerle, okulda, metroda, otobüste. Garipsedim önce, niye sokakta olduklarını düşündüm. Artık ne çocuktum, ne de kavak yelleri vardı başımda, sadece cahildim ve olabildiğince ukala. Tek benim hakkımdı sokaklar ve toplu taşıma. Engellilerin ve bana benzemeyenlerin ne işi vardı ki sağda solda?
Düşündükçe, okudukça, sürekli karşılaştıkça anlamaya başladım kendi adıma, hepimizin eşit hakkı olduğunu. Zamanla adaletin eşitliğin ötesinde engelliler için önlemler almak olduğunu kavradım ve onların hayatını kolaylaştırmanın hepimizin elinde olduğunu. Hem de çok birşey yapmadan, belki de bir tek gölge etmeden. Geçmiydi? Evet hem de çok!
Kısa bir dönem için de olsa, tekerlekli sandalyeye, koltuk değneğine ihtiyaç duyduğum zaman, ancak anladım biraz, engellilerin yaşam koşullarını. Ve bir o kadar daha utandım umursamazlığımdan, cahilliğimden. Engelli dostlarım oldu sonradan, dinledim yaşadıklarını, kanadım...
Sütlüceli Halil’i izlediğim zaman kanadığım gibi. Geçmişe gittim hemen, bizim yaptıklarımızı hatırladım. Çocuktuk, gençtik, cahildik. Bu programı yapanların, programa gülenlerin ve bunu ‘normal’ bulanların mazareti ne acaba diye meraklandım.
Öte yandan, bu konuda oluşan kamuoyu, verilen tepki, Yayın Yüksek Kurulu’nun göreve davet edilmesi ve hemen bir karar üretmesi umut verici. Cüzi bir miktar söz konusu ceza, ancak oluşturulan kamuoyu önemli. Bir dahaki sefere bir kaç defa düşünülecek böylesi bir program yapılmadan önce. Yetersiz, haklısınız, ama yine de minik bir adım bence.
Sosyal Medya’nın etkisi şüphesiz bu sonuca ulaşmakta. Tıpkı bir süredir devam eden engelli park yerlerine park eden araçların resminin yayınlanması gibi. Şahit olduğunuz durumlar, ‘Ben de engelliyim zaten, zihinsel’ yorumunun ardından engelli park yerine park etmekten, ‘Aman buraya park etmeyelim, resmini çekip facebook’ta rezil ederler sonra’ ya dönüştüğü zaman anlarsınız bu çabaların çorbaya tuz kattığını, sevinirsiniz.
Çorba’nın ana malzemesini Engelsiz İnsiyatifi sağlıyor bir yandan. Yaptıkları eylemler, buldukları sloganlar, hazırladıkları videolar bir harika. Görünmezleri artık görünür kılmaya yönelik adımlar atıyorlar birbiri ardına, bence başarıyorlar da.
Tekerlekli Sandalye Basketbol takımı var sonra yine umut veren. Yıllar önce Ankara’da izlemiştim ilk kez maçlarını ve oldukça etkileyici bulmuştum. Mesarya Alternatif’ti takımın o dönemki ismi. Biz Kıbrıslı öğrenciler Kıbrıs’tan gelen bir takım olduğunu duyup da gitmiştik aslında maça, çok da bilgimiz, ya da merağımız olduğundan değil. Bende ve birlikte maça gittiğim dostların üzerinde büyük etki bırakmıştı o dönemde takım ve Başkanı sevgili Mustafa Çelik.
Sonradan çok rastgelmedim basketbol takımının ismine veya maçına. Son bir kaç senedir KKTCELL sponsorluğunda Avrupa maçlarını okuyorum basından. Milletvekilleri ile Basın Mensuplarının oluşturduğu takımın tekerlekli sandalyelerde maç yaptıklarını görüyorum. Umutlanıyorum yine...
Fransa’da yolda rastgele karşıma çıkan bir tabela ‘Yerimi istiyorsan engelimi de al, senin olsun’ diyor. Tabii ki böyle bir temennisi olduğundan değil hiçkimsenin ancak bunun düşünmeye ittiğini umuyorum park yerini almaya niyetli kişileri. Tıpkı Portekiz’de yapılan eylem gibi. Bir sabah uyanan halk park yerlerinde tekerlekli sandalyeler ile karşılaşır. Mesaj açıktır; ‘yaaaa, nasılmış yerinize başkalarının park etmesi?’
Farkındalık artırıcı hareketler bunlar, çok güzel. Kavga var olmak, eşit olmak, hak almak ise duyarlılık oluşturulmalı önce, umursuzluk ile savaşacak, farkındalık yaratacak.
Yasaların olmadığı veya etkin çalıştırılamadığı ülkelerde, toplum duyarlılığı bir o kadar daha önem kazanır. Kimilerimiz için hayat bir kavgaya dönüşmüştür zaten çoktan. Umursamayı öğrendiğimizdendir ve her türlü umursamazlığa savaş açtığımızdan.
Minik zaferlerle yetinmeyi öğrenenimiz yoluna ve savaşa devam eder her cephede. Yorulanımız olur, soluklanmak için duranımız, teslim olanımız, tükenip kaçanımız. Yine de kesemeyiz işte umudu yurttan, kanarız yine inceden. Cepheye çıkamasak da gayrı, belki destek yollarız diye avunuruz, bir kaç satır karalayaraktan uzaklardan.
27 Aralık 2013
Marsilya