Hayata “kaderci” gözlüklerle bakarsanız eğer, “ölüm Allahın emri”dir. Kimse kaderin önünde duramaz. Her şey olacağına varır.
Ama hayata “gerçekçi” gözlüklerle bakarsanız, vaziyet hiç de öyle değil. Hele erken ölümlerde!..
Nedensiz sonuç yoktur. Bilim bunu söyler.
Eğer insan ‘neden’leri değiştirebilirse, ‘sonuç’lar da değişir.
Sadece ‘sonuç’tan yola çıkarak, ‘neden’ aramadan “Bu Allahın işidir” dersek, sadece sonucun daha kolay kabullenilmesine psikolojik destek sağlamış oluruz.
Lakin, benzer başka ‘sonuç’ların önüne geçemeyiz.
‘Geri kalmış’ toplumların bariz özelliklerinden biri, neden-sonuç ilişkilerinde kendilerinin ‘özne’ olduğunun farkında olmamasıdır.
Mesela ‘bebek ölüm’lerinin yaşandığı fakir ülkelerde bu “Allahın emri” midir? Allah neden mesela o ülkede doğan her 100 bebekten 15’inin ölmesini emretsin ki? Başka ülkelerde bu oran yüzde 1’in bile altındayken, o ülkede doğan bebeklere Allah’ın bir garezi olabilir mi?
Ya da mesela trafik kazalarında neden bazı ülkelerde insanlar sürekli ölüyor? Allah o ülkede araba sürenlere ‘negatif ayrıcalık’ uyguluyor olabilir mi hiç?
Hele ‘dini bütün’se bir ülke, Allah’ın o ülke insanlarına ‘pozitif ayrımcılık’ta bulunması umulur, beklenir de aksini beklemek abes kaçar, öyle değil mi?
“Ölüm Allahın emri” deyip, hayatı bu kadar ucuzlaştırmak, olup bitenleri ‘kadercilik’le izah etmeye çalışmak, toplumları uyutmaktan başka bir şey değil aslında…
Ve bunu açıkça konuşmak, ‘neden’-‘sonuç’ ilişkisi üzerinden çözümler üretmek gerekiyor.
**
Peş peşe ölümler yaz aylarında hepimizin moralini bozdu.
Bu küçücük toplumda, herkesin herkesle akraba değilse de arkadaş, bilemediniz tanışıklık ilişkisi var ve her ‘sıradışı’ ölüm sarsıntı yaratıyor.
Özellikle genç ölümler, hele bebek yaştaki çocukların hayata erken vedası hepimizi derinden üzüyor, yaralıyor.
Kalp, kanser gibi ‘hastalık’ sonucu ölümler, belki aşırı sıcakların da etkisiyle çok sayıda genç insanı bu dünyadan alıp götürüyor.
Kazalarda yıllık ölüm oranları aşağıya çekilemiyor, çoğunlukla gençler ölüyor.
Uyuşturucudan ölümler dikkat çekici biçimde artıyor.
Ve kendi canına kıyanlar…
Cenaze törenlerinde feryatlar gökyüzüne çıkıyor, gözyaşları sel olup akıyor, yürekler dağlanıyor.
Ancak sonrasında hayat ‘normal’e dönüyor, herkes kaldığı yerden devam ediyor.
Ta ki bir sonraki cenazeye kadar…
**
Peki ama bu kadar insanı ne diye genç yaşta toprağın altına gönderiyoruz?
Daha ömrünün baharındayken, yaşayacak ve yapacak çok işi varken, nasıl oluyor da insanları birer birer kaybediyoruz?
Kuşkusuz tıbbın da, bilimin de çaresiz kaldığı, hiçbir şekilde önlenemeyen hastalıklar ya da kazalar vardır ve bunlar hayatın gerçekleridir.
Ama öyle ölümler de vardır ki, tıbbın ve bilimin ötesinde, ‘insan merkezli’ bir bakış açısıyla pekâlâ önüne geçilebilinir, hayatlar kurtarılabilinir.
Konuya ‘neden-sonuç’ ilişkileri bağlamında bakmak, belki de sorunların kaynağına inmeyi ve palyatif çözüm denemeleri yerine gerçekçi, kökten çözümlerin yolunu-yordamını gösterebilir.
**
Yaşadığımız her şey, ama aklınıza ne gelirse, hepsinin bir şekilde mevcut sistemle alakası vardır.
“Ne alaka?” denecek durumlar bile, aslında içinde yaşamakta olduğumuz sosyo-ekonomik düzenin bir sonucudur. Hatta düşüncelerimiz bile!.. Hatta “Ne alaka?” sorusunu sormak bile!..
Bu ülkede trafik kazalarına verdiğimiz kurban oranının bu denli yüksek olması da, kanser ve kalp-damar hastalıklarının artması da, denizdeki boğulmalar da, uyuşturucudan ölümler de, kendi canına kıyanlar da, aort patlamaları da mevcut DÜZEN’den kaynaklanıyor.
Nedir bu DÜZEN?
Geniş kitlelerin giderek daha fakirleştiği, rant ve faizden kazananların daha da semirdiği, kara ya da karanlık para ile ilişkisi olanların mafyalaştığı, emeğin değil köşe dönmeciliğin işe yaradığı, nev-i şahsına münhasır durumu nedeniyle iki arada bir derede kalan ve Ankara’nın kendinde denediği ve kimi zaman zorla, bazen de buradaki müttefikleri vasıtasıyla, benimseterek uygulattığı modeldir DÜZEN’in özeti…
‘Beklenmeyen ölümler’in arka planında DÜZEN vardır, “Allahın emri” değil yani…
Ve bu DÜZEN değişmedikçe, ‘geri kalmış’ toplumların başına ne geliyorsa, hepsi bizim de başımıza geliyor ve gelmeye devam edecektir.
O yüzden mesele DÜZEN’i devam ettirmek değil…
DÜZEN’i değiştirmek, en azından değiştirme çabası göstermekte marifet…