Pek çok kez duyduğumuz ve ihtimalinin bile bizleri rahatsız ettiği bir söylemdir aslında “Her birey bir engelli adayıdır” cümlesi. Benim içinse bu empatiyi tam olarak kurabildiğim an, çok sevdiğim engelli bir büyüğümüzün nasıl engelli olduğunu dinlediğim güne rast gelir.
Yıllar önce bir inşaatta çalışırken düşmüş ve bu kaza sonucunda hayatına engelli olarak devam etmek zorunda kalmıştı. Bu hikayenin en önemli noktasını ise sonda anlatılmıştı. “Ben düşmeden” diyordu, “15 dakika önce düştüğüm yere kum seriliydi. Eğer o kum 30 dakika sonra kaldırılsaydı, ben hâlâ yürüyor olacaktım.”
Bu kadar küçük bir detaydı aslında engelli olmak ile olmamak arasındaki fark. Ve o küçük fark aslında hepimizin başına gelebilecek bir kazayı tanımlıyordu. Ve gözler önüne seriyordu aslında hepimizin nasıl birer engelli adayı olduğunu.
Bu yaşanan kaza kadar üzücü olmasa da yine üzücü bir olay ile başladı engelli standartlarını hazırlama süreci. 2012 yılında Girne’de bir restorana gitmişti engelli bir ablamız. Restoranın girişinde iki adet basamak vardı. Düşünülmeden yerleştirilen bu iki adet basamak, ailesiyle gittiği yemeği zehir etmekte başarılı olmuştu. Restorana giremeyince de sitem etmişti tabii haklı olarak. Ve bu sitemin ardından ‘git başka yerde ye’ cevabını almıştı.
Hem restorana girmesi engellenen hem de tersleme ile karşılaşan bu ablamız o dönem benim de yönetiminde olduğum Mimarlar Odası’na ulaştı. Ne gibi yaptırım olabilir, yasal mevzuat nedir diye bilgi almaya çalıştı. Hem imar planı, hem de emirnameler kamu kullanımına açık binaların engelli standartlarına uygun olarak yapılmasını emrediyordu. Kamu kullanımına açık binaların tanımı ise kafeleri, restoranları, marketleri ve tüm ticari ve kamusal binaları kapsıyordu. Fakat bu standartların hiçbiri tüzük ve yönetmelikte belirlenmemiş olduğu için, denetlenmiyor ve zorunlu kılınamıyordu.
Mimarlar Odası’nda, benim koordinasyonunu üstlendiğim 7 kişilik bir komite kuruldu. Ve bu komite 2 yıl boyunca engelli standartları üzerinde çalıştı. Komite Avrupa Engelli Standartları’nı, Amerika’da kullanılan uygulamaları ve özellikle Toronto’nun Engelli Mevzuatı’nı inceledi. Bu standartları bir araya getirip sentezleyen komite, ülkemizdeki yasalara uyumlu olacak bir tüzük önerisi hazırladı. Ardından bu tüzük önerisindeki standartların çizimlerini ve ölçümlü anlatımlarını gösteren bir kitapçık üzerinde çalışıldı. Bu kitapçık geçtiğimiz yıl Mimarlar Odası tarafından yayınlandı.
Bu çalışma aslında bilgi veren bir kitapçıktan öte, Fasıl 96 Yollar ve Binalar Yasası altında bir tüzük olması için hazırlanmıştı. Kamu kullanımına açık tüm binaların inşa edilirken engelli kullanımına uygun olarak tasarlanmasını öngörüyordu. Engelli tuvaletlerinden rampaların eğimine, koridor genişliğinden otopark düzenlemesine kadar her detayı ince ayrıntıları ile açıklıyordu. Hedef ise ülkemizde yaşayan 5500 adet engellinin hayatını en az diğer vatandaşlarınki kadar engelsiz kılmaktı.
Başta üç kentin Belediye Meclislerinde bu çalışma onaylanmıştı, fakat uygulama noktasında yasal altyapı olmadığı için halen eksiklik yaşanıyordu.
Ve tam 3 yıl önce buradaki köşe yazımda yazmıştım “BAKANLARIMIZ ENGELLİ OLMAKTAN KORKMUYOR MU?” diye. Ve o dönemde hükümette olan UBP-DP hükümetine seslenerek bu uygulamanın hayata geçmesi mümkün olduğunu söylemiştim.
Böyle bir durumda ülkemizde yaşayan 5500 kişinin hayat kalitesinde gerçek anlamda değişim yaratılabilecekti. Yeni yapılacak her restoran, her market, her mağaza artık engellilerin de kullanımına uygun şekilde tasarlanacak. Bunun yanında belediyeler tarafından yapılan kaldırımların görme ve ortopedik engellilerin kullanımına uygun yapılması da bir zorunluluk olacaktı. İşin kısası, Bakanlar Kurulu’nda 15 dakikada geçecek bir tüzük önerisi ile engellilerin bu ülkede yaşaması kolaylaştırılacaktı. Yapılacak bu reform sayesinde engelli bireylerin kamuya açık alanlara erişimi sağlayacaktı. Böylece ülkemizde sosyal devlet anlayışı kapsamında, sosyal adalet açısından ciddi bir adım atılmış olacaktı.
UBP-DP hükümeti bu feryadı duydu. Özellikle Şevket Şenbülbül’ün de çabalarıyla bu tüzük bakanlar kurulundan geçerek yasallaştı.
Yasa geçince artık çilenin biteceğini umuyorduk. Ama Fasıl 96 altında geçen ve yollardan binalara kadar tüm detayları tanımladığımız bu yasaya başta belediyeler uymadılar. Kendi yaptıkları yol uygulamalarında ve kamu kullanımına açık bina ruhsatlarında bu tüzüğü göz ardı ettiler.
O yüzden başta hukuk konusunda bilgisine sonsuz güvenimiz olan Başbakanımız Tufan Erhürman olmak üzere tüm vicdanı olan kamu idarecilerine açıkça soruyorum:
RESMİ GAZETE SAYI 157, TARİH 29.11.2016 EK III – A E 743 sayılı tüzük, yani bu ülkede engellilerin kamusal alanlarda insan gibi yaşamasını sağlayacak tüzük neden belediyeler ve kaymakamlıklar tarafından uygulanmıyor? Uygulanmamasının devam etmesi halinde bu konuda hükümet olarak adım atacak mısınız?
Ve soruyu ülkemin çoğu belediye başkanı ve kaymakamlarına da uzatarak ekliyorum:
BU ÜLKEDE ENGELLİ OLMAKTAN KORKMUYOR MUSUNUZ?