Neriman Cahit
Kimden kaldı aklımda… Ve yerleşti yaşamıma bu cümle, bir türlü anımsayamıyorum:
“Sevinç, acılardan doğar…”
Kimin olduğunu unuttuğum (aslında “Apollinaire olarak” anımsadığım) bu dize…
Ne mene bir şey olduğunu pek bilmediğim: Sevincin acılardan sonra doğacağını bazı sanat yaratıları anımsatsa da…
Acıların ve hüznün, kimi kişilere, “sevinç ve mutlulukları” aratmadığı için… ya da, sevinç de mutluluk da, hüzün de, acılar da aynı anda yaşandığı / yaşatıldığı ülkemizde…
Bu acılar ve hüzünlerin: Şiiri, öyküsü, romanı yazılmadığı… Resmi yapılmadığı için… kayıp gidiyor “Hatıralar / Anılar” girdabından…
***
Oysa, yukarıda konu ettiğim: tüm duyguların şiiri, romanı yazıldığı, resmi yapıldığı zaman… Hele de: Sevinç ve mutluluğun şiiri de, romanı da yazılabilir, resmi de yapılabilir…
Belki zor… ama yapılabilir…
***
Eğer, büyük sanat yapıtları, bu üç alanda, daha çok acılardan doğmuşsa, bunun bir nedeni olmalı…
Dünya ile, kendisiyle barışık kişinin, karmaşası, çelişkileri, yanıtsız sorunları yoktur… (Yoksa nasıl mutlu olabilirdi!)
Eğer mutluluk ve sevinç tüm bunlardan sonra doğuyorsa, bir diyeceğim yok… çünkü bir sanat yapıtı da böyle doğuyor…
***
Gerek ülkemiz gerekse yurt dışında izlediğim sergiler ve okuduklarımdan aklımda kalan birkaç başlığı paylaşayım sizlerle:
• Sıfır Düğümü * Ölü Şehrin Çiçekleri * Hayalperest Kuş * Günler Ne İşe Yarar * Hiçlik Üzerine Kurulan Boş Hayaller * Yoksa Dünya Cılız Bir Çocuk Elinin Bana Sunduğu bir Günah mıdır * Dağlar Gibi Yanımda Olabildin mi ? Ateşten Terliklerle Yanıma Yaklaşabildin mi?
Bunları sayfalarca çoğaltmak mümkün… Çoğunda “yalnızlığın” o derin çekimi vardır… Bizim ülkemiz de dahil: “Çocuklar yalnızdır… Oyun oynarken bile (çoğu kez) çoğu yoksuldur… Oyuncaklarını – çoğu kez – kendileri yapıyor.
Dikkat edin görecek… Hissedeceksiniz…
“Yalnızlığın ve hüznün renkleri içinde almışlardır yerlerini…
Ama nedense, bunun ne ayırdına varılır,
Ne de dile getirilir, hiçbir mercide…
***
Uzun zamandır, bu ülkede, ‘Sevgiyle – Acı, birbirini dengelemektedir…
Bazen, bir resim olarak gelir bunlar hayalime:
“Kızıl bir fonun içinde koyu lekeler…
Sonra, bir beyaz leke… SEVGİ…
Bir yerlere gitmekte olan bir gelinin sanki - ardında, sınırsız bir acı bırakarak…
Sonsuz-sınırsız acı…
Tarif edilemeyen… Ancak yaşanan…
***
Biz çocukken, özellikle nenelerimiz: “Sevincin – acılardan sonra doğacağına inanırlardı.”
Bense o gün de – bugün de: “Sevincin acılardan sonra doğacağına inanmıyorum… Hiç inanmadım da!”
***
Bazen çocukluğumun ya da gençliğimin: Cılız bir çocuk eli gibi bana sunduğu anıların… Sevinç değil, acı vermesi gibi…
--------------------------------------
Yeni bir yıla adım atıyoruz…
GELİN UMUDU YARATALIM
Yeni bir yıla adım atıyoruz…
Hepimizin kafası ve yüreği, çok ağır ve ağrılı geçen bir yılın yükünü taşımaktan yorgun…
Kafamda hep aynı soru dayatıyor:
Acaba, hayatımızın her yaşanan günde daha da ağır gitmesinde – bugünlere gelmemizde – “Hepimizin Sorumluluğu” yok mudur ?
Sırtımızdaki onca yükle nasıl geçeceğiz yeni bir yıla… Ama ben yine de, yeni bir yılın, yeni bir silkiniş için, iyi bir başlangıç olabileceğini umuyor ve diliyorum…
***
Masamdaki takvime bakıyorum: Bitmiş…
Keşke zaman da, bütün yıl kullanıldıktan sonra attığımız takvimler gibi olsaydı! Yeni bir yıla girerken, eskisini tüm sorunları ile birlikte arkada bırakabilseydik…
Yeni yılda yaşadığımız onca sorun için – sorunlarımıza çözüm olacak – bir tasarruf paketi ile giriyoruz… İnşallah gelecek nesillerimizin göçünü dayatacak bir paket olmaz bu…
EVET…
Evet, aslında yepyeni bir yılı karşılıyoruz… Tüm acılarımıza, hayal kırıklıklarımıza karşın: GÜZEL GEL… GÜZELLİKLER GETİR 2014 diyerek…
Elimize 365 yapraklı bir çek verilecek… En azından, bazı yapraklarını renklendirmek için… Biraz daha “bireyselleşmek, biraz daha ülkemizde olup bitenlerin ayırtına bakmak… O gri monotonluğumuzu, suskunluğumuzu bozmak, hatta kırmak için…
Yani, biraz daha kendimiz olabilmek için...
***
Yani “Sevgi ve Umudu” yüreğimizin – hayatımızın rehberi yapmak… bunu başarınca da, “Dünyayı Sorgulamak…” gerçekten de bu, çok önemli… çünkü…
“İnsan sorgulamıyorsa dünyayı…. Biraz boşuna yaşamış olmaz mı? Ama, çok daha önemlisi: “Anı Yaşamayı Öğrenmek…”
ARAŞTIRIN…
Avrupa’daki ülkelerin, ABD ve diğerlerinin tarihlerini izleyin… O ülkelerin de, bizim gibi hatta bizden beter olduklarını felaketlerden geçtiklerini görürsünüz… Diktatörleri, iç savaşları, işkenceleri, cinayetleri sürgün ve iç kıyımları…
Tümünün tarihinde de utanç ve vahşet sayfaları var…
***
Peki, nasıl mı oldu da – o ülkeler – sihirli bir değnek dokunmuş gibi… Kısa sürelerde insanlarını, insan onuruna layık bir yaşama dönüştürdüler…
Bunun yanıtı tek bir sözcüktür…
-CESARET…
***
Bizde, eksik olan da bu…
Ve cesaret, savaş meydanlarında gösterilen kahramanlık da değildir…
***
Uzun, çok uzun, “İkinci Sınıf” olarak, bize yaşatılan ‘Dıştan Gelen Egemenlikler Sayesinde’, iğdiş edildik, benliğimizi, düşüncelerimizi, geleceğimizi tutsak ettiler… Ama…
***
Ama bilelim ki, her yeni başlangıç… yeni bir umudun da başlangıcıdır…
Ne olursa olsun, umudumuzu korumak zorundayız…
***
Aslında ne güzeldir insanın umudunu yitirmemesi…
Yeni bir ‘güne / yıla’ başlarken, yüzünde güllerin açması… Sanki önceki günlerde… Yaşamın önceki yıllarında, hiçbir acı yaşamamış gibi yeni bir güne başlamak ne güzeldir…
Ama, kolay mı???
***
An’ı, anın içindeki güzelliği / huzuru yaşamak belki de en doğrusu…
Şayet, onu duyumsarsanız…
Duyumsayabilir…
Ve duyumsatabilirseniz…
-----------------------------------------
PARANTEZ
Yine de her şeyi unutup… Yılbaşı gecesinde doya doya eğlenebilirseniz… ki eğlenmelisiniz…
Hele de, bunu bir alışkanlığa dönüştürebilirseniz…
Ne mutlu size…
***
İşte bu umutla…
Hepinize…
Nice mutlu yıllar dilerim…
Sevgiyle ve
Bir Bilge’nin Dizeleriyle:
“Dert içinde sevinci bul da yaşa…
Haksız düzende haklı ol da yaşa…
Dünyanın sonu yokluktur…
Varlığı – yokluğu unut da yaşa…”
***
Sevgi ve Umutla… Nice mutlu yıllara…