Stella Aciman
Benim adım Zekiye… Hamitköy’de yaşayan, siyah-beyaz, iki yaşında kırma bir sokak köpeğiyim. Villaların olduğu bir bölgede üç tane arkadaşımla yaşıyorum. Bu villaların çoğunda cins köpekler var… Her biri bir metrekarenin içinde yaşayan! Onları gördükçe, “onlar mı özgür yoksa ben mi özgürüm” diye düşünürüm. Tabii benim özgürlüğümün de bir bedeli var, hem de ağır bedelleri var… Hani bir kuru ekmek derler ya; işte bizler bu kuru ekmek peşinde saatlerce koşar dururuz. Günün sonunda o ekmeği bulamadığımız ve aç uyuduğumuz çok günler yaşarız ama bizi en çok ne üzer bilir misiniz? Sevgisizlik! İnsanlar tarafından her daim itekleniriz, çocuklar taş atarlar, sopayla kovalarlar… En çok duyduğumuz söz ise, “hoşt köpektir.” Bir de annelerin ve babaların çocuklar bize yaklaştığında söyledikleri, “yaklaşma, ısırır” sözüne çok kızarım. Hâlbuki biz durup dururken kimseye saldırmayız, ısırmayız. Sahipli köpeklerin daha saldırgan olduğunu biliriz çünkü öyle eğitilmişlerdir.
İKİ KADIN GELDİ
Hadi ben size yaşadığım bölgeyi anlatayım biraz… Benim ve üç arkadaşımın hayatı, üç yıl önce yaşamaya çalıştığımız sokaktaki boş villaya taşınan iki kadınla değişti. Onların da iki tane küçük köpeği vardı. Taşınma telaşından bizi görmediler, hoş bizler de kapının önünden uzaklaşmıştık. “Nasılsa bunlar da diğerlerinden farklı değildir” diye düşünüyorduk. İki gün sonra yavaşça kapıya yaklaştım en zavallı halimle… Başım öne eğik, gözlerimde acıklı bir bakışla, ürkek… İlk tepki evin kıvırcık köpeği senden geldi ve kapının gerisinden havlamaya başladı. Haklıydı tabii, o da evini koruyordu sonuçta. Havlamayı duyan sahibi hemen kapıya geldi ve bana bakarak, “sen napıyosun burada” diye yumuşak bir sesle seslendi bana ve kapının üzerinden elini uzatarak başımı okşadı. Şaşırmıştım, hatta korkmuştum. İtelenmeye, kovalanmaya alışmış bir köpek olarak bu sıcak davranışla karşılaşmak ürkütmüştü beni. Koşarak kaçtım oradan, karşıdaki inşaattaki yerime saklandım hemen ve oradan o evi ve sahiplerini izlemeye başladım.
BİR KAP MAMA
Biraz sonra gelen arkadaşlarıma yaşadıklarımı anlattım. Ertesi gün hep beraber oraya gitmeye karar verdik. Gün sıcağının akşama kavuştuğu an hepimiz sığındığımız inşaattan çıktık ve o evin kapısına geldik; damaklarımız susuzluktan yapışmış, aç midelerimiz gurulduyarak. Balkonda oturuyorlardı yeni ev sahipleri. Garip suratlı küçük köpek uzaktan bizi izliyordu, cazgır köpek (sürekli bize havladığı için adını cazgır koymuştuk) bizi görünce hemen yerinden kalktı ve kapıya gelerek bize havlamaya başladı. Bizleri gören ev sahipleri aralarında bir şeyler konuştular, sonra bir tanesi içeri girdi ve biraz sonra elinde bir tasla bize doğru yürümeye başladı. Arkadaşlarım hemen geriye kaçtı. Kadın kapıyı açtı ve elindeki kuru mamaları daha önceden oraya koyduğu plastik kabın içine boşalttı. “Hadi gelin mama yiyin” diye bizlere seslendi ve içeri girdi. O sırada mama dolu kabın yanında duran, içi su dolu diğer kabı fark ettim. İçim yanıyordu, hemen suya gittim ve kana kana içtim. Beni gören arkadaşlarım yavaş adımlarla çekinerek yanıma yaklaştılar ve su içmeye başladılar. Sonra hep beraber mamalara yumulduk. Birbirimizi ittire kaktıra mamaların hepsini yedik. Artık bize mama, su veren ve en önemlisi iğrenmeden, korkmadan başımızı okşayan iki sahibimiz vardı.
DOKUZ DOĞURDU!
Bizler artık o evin önünde yatıyor, kalkıyorduk. Bir sahibimiz, köyde yürüyüşe çıktığında biz de onunla yürüyorduk. Köydeki arkadaşına uğradığında biz de kapıda bekliyorduk dönüş anına kadar. İşte o sıralarda ben hamile kaldım. Kış aylarıydı ve çocuklarımı güvenli bir yerde doğurmam gerekiyordu. Bir gece sancılarım başladı, doğum vaktim gelmişti. Son bir gayretle duvardan atladım ve köşedeki zakkum ağacının altına yattım. İki sahibim gece yarısı eve döndüklerinde inleme sesimi duyarak yanıma geldi. O sırada ilk yavrumu toprağa doğurmuştum. Soğuk bir geceydi… Altıma battaniye serdiler, üzerimi örttüler. Sabahleyin yanıma geldiklerinde dokuz yavrumu emziriyordum. İki ay o bahçede yedim, içtim, yavrularımı emzirdim. Yağmurdan ıslanmayayım diye üzerime tahta ve naylonla kulübe yaptılar. Onların köpekleriyle hiç kavga etmedik, kardeşçe geçindik. Eee, bizler bize uzatılan eli ısırmayız, insanoğlunun aksine. İsmim o günlerden kalmadır… Akıllı davranıp bahçede doğurduğum için Zekiye oldum. Dokuz yavrumdan hayatta kalan dört yavrum sahiplendirildikten sonra artık bahçeden ayrılma, sokaklara arkadaşlarımın yanına dönme vaktim gelmişti.
İNSAN OLAN-OLMAYAN
Sonuçta ben bir sokak köpeğiyim, çevreyi dolaşmalıyım, diğer köpeklerin hallerini görmeliydim. Mesela buradaki villanın birinde iki tane golden retriver var… Onların cüsselerine göre küçük gelen bir kafesin içindeler. Onları hiç sahipleriyle gezerken görmedim. Kendi dışkılarının içinde yatıyorlar çoğu zaman. Şu sıcak günlerde taslarında içecek suları yok. O evin yanında üç tane golden var. Geçen hafta bahçenin arka tarafına beton döktüler. Uzunca bir bölümü telle çevirdiler ve üzerini tenteyle örttüler. “İşte insan” dedim. Dolaşırken bir başka ev gördüm… Kocaman bir villa, bahçesi de kocaman. Kocaman bir alan çimle kaplanmış. Bahçenin köşesine ince uzun ama daracık bir alan iki köpeğe ayrılmış. Bir rothweiler ve bir shar-pei sıcaktan bunalmış, mutsuz bir halde birbirlerine yarenlik ediyor. Çok merak ediyorum insanların bu köpek sevgilerine… “O koca bahçede özgürce dolaşmalarına izin vermeyecekseniz, gezdirmek için dışarıya çıkarmayacaksanız, sadece sirk hayvanı gibi seyirlik olarak kullanarak egolarınızı tatmin edecekseniz, niye cins cins köpekleri alıyorsunuz?” diye sormak istiyorum onlara.
Bizlere de bir yudum suyu, bir tabak yemeği çok görenler var çevremizdeki villalarda. Bunlardan biri belediyeye şikâyet etti bizi. Onlardan bizi zehirlemelerini bile istediler. Ama belediye karşı çıktı bu isteğe. O iki kadın hep sahiplendi bizleri. Bizler de bunun karşılığında o kapının önünden hiç ayrılmıyoruz, içeriye yabancıları sokmuyoruz, havlayarak tepkimizi gösteriyoruz.
HADE!
Biz sokak köpeklerinin yaşam süreleri bellidir… Sokaklarda doğarız, birçoğumuz daha gözlerimiz açılmadan ya mikroptan, ya bakımsızlıktan ölür gideriz. Yaşama tutunanlarımızın ömrü ise çok çok iki senedir. Bizler de açlıktan, susuzluktan ya da bir araba çarpması sonucu ölürüz. Biz dört arkadaş şanslı sokak köpekleriyiz, çünkü bizi doyuran, kısırlaştıran, hasta olursak ilgilenen iki sahibimiz var. Peki, ya diğerleri? Barınakların halinin nasıl içler acısı olduğunu biliyorum ve orada yaşayan hemcinslerim için çok üzülüyorum. Biz Kıbrıs’ta o kadar çoğuz ki… Durmadan da çoğalıyoruz. Geçenlerde sahiplerim, “Lefkoşa’nın çeşitli yerlerine sokak köpekleri için suluklar konulacak, kısırlaştırma başlayacak sonra da bir barınak yapılacakmış” diye konuşuyorlardı. Benim yaşadıklarımdan, gördüklerimden sonra pek ümidim yok ama yine de bekliyorum. Küçük bir adım bile gelecek için bir umuttur diye düşünüyorum… Kıbrıslı’nın hayvan sevmediğini düşünmek istemiyorum.