Ne olacak bu memleketin hali meallindeki sohbetleri severiz vesselam.
Kıbrıslıyı bilirsiniz, meselelerini çok konuşan ancak pek de adım atamayan bir toplumdur.
Sosyal medya, TV kanalları, gazeteler, ayaküstü sohbetler…
Hatta mangalın dumanı gözleri yakarken bile siyaset konuşulur, “nasıl gider durumlar” dile dökülür.
Meyhanede kafasını dağıtırken bile her duble arası bir konuda hararetli tartışmalar yaşanır, sonra buzlar eklenerek diğer dubleye- diğer konuya geçilir.
Yine öylesi bir sohbetteyiz.
Esnaf dostuma hızlı ve artan bir şekilde kendi sektöründe yeni dükkanlar açıldığını soruyorum.
Her geçen gün çoğalan bir “dükkan” popülasyonu var.
Diyor ki “Kaç para maaş alın Mert?”
-“.. TL…”
-“E o parayı bir dükkan açsan zaten kazanırsın. Hem özel sektörde patronun iki dudağı arasında olmaz kaderin. Kendi dükkanını istediğin saatte açar, istediğin saatte kapatırsın. Tatillerini kendin belirlersin. Yani işçi de sensin, patron da. Bu nedenle insanlar kendi iş yerlerini açmayı deniyor. Kimisi başarılı oluyor, kimisi başarısız. Ama denemek çok rastladığımız bir durum”
Aslında haklı!..
Özel sektörde bitmek bilmeyen mesailerden tutun da az maaşa çok iş yaptırmaya kadar varan ciddi bir emek sömürüsü var.
Bu durum da haklı olarak insanları ya kamuya, ya da iş yeri açmaya itiyor.
İkisi de olmazsa zaten yurtdışına kaçmak da alternatiflerden birisi…
Haksız değil insanlar.
***
Son 1 yılda kendi sektörümden örnek vermem gerekirse birçok gazeteci arkadaşım kamuda geçici olarak işe başladı.
Neden kaçtı bu insanlar meslekten?
Üstelik bizimkisi diğerinden çok daha mesleki tatmini olan bir iş.
Sebebi basit: Çok iş az para, hatta yatırılmayan sosyal yatırımlar!
Avrupa ülkelerinde bile haftalık çalışma saatlerinde adım adım indirime gidilirken Kıbrıs’ın kuzeyinde daha fazla iş, daha fazla mesai için baskı- hatta zorbalık yapan bir özel sektör var.
İşini iyi yapan iş insanlarını ayırıyorum elbette bu genellemeden.
İşçi olarak bu şartları tercih etmiyor musunuz?
İthal işçi-çalışan getirirler!
Olmadı kaçak çalıştırırlar!
Basın sektörü keza öyle!
Bakın TV ekranlarına, bakın gazetelere.
Ülkeye ‘öğrenci’ olarak gelen kimi yabancıların artık meslekte kalıcılaştığını, yerli insanımızın azaldığını göreceksiniz.
Bu, her sektörde mümkün, oranları değişse de…
***
Peki ne olacak?
Nasıl çözülecek bu sorun.
Hislerimi soruyorsanız çözüleceğine inanmıyorum.
Özel sektördeki çalışma şartları öyle denetlemeyle, birkaç janjanlı açıklamayla çözülmez, çözülmeyecek.
Elbette pansumanlar yapılabilir, elbette yaralara sarı ilaçlar sıkılabilir.
Ancak ciddi anlamdaki emek sömürüsünün önüne geçmek çok başka bir şey.
Sendikalaşma? Olmalı pek tabii, ama kesin çözüm mü? Emin değilim.
İnsanlar şartları eskisi kadar çekici olmasa da kamuya kaçmaya devam edecek.
Bizim gibilerin de hep aklının bir köşesinde “kamuya kaçmak” olacak.
Ve bu durum – ki ‘duruma’ çalışma şartlarını ve kamudaki şartları koyarsanız özeldeki çalışanın motivasyonunu da yerin dibine sokacak.
Çünkü kamu orada dururken, az maaş, çok iş yapan özel çalışanından daha fazlasını beklemek verimsizliği artıracak, hayatı köreltecek.
Ben ne mi yapacağım?
Memur filan olmam ama, umarım bu meslekten- bu sektörden emekli olurum.
Sadece umarım- bir temenni!..
Yapamıyorsan, çekil!
Hemen hemen her Kıbrıs sorunu ile ilgili ‘görüşme’ yemek- buluşma öncesinde ufak da olsa bir beklenti belirir toplumda…
Sonra işin gerçeği ortaya çıkar.
Her defasında aynı sonuç çıksa da ismi ve söylenişi farklı olur.
Bu kez krizin adı “liderler pozisyonlarını korudu”…
Neymiş bu pozisyonlar?
Açıkçası basın açıklamalarından çıkarılan Mustafa Akıncı ucu açık müzakere süreci istemiyor, yani klasik BM çerçevesindeki müzakere yöntemini reddediyor, doğalgaz konusunu müzakerelerin parçası yapmak istiyor.
Peki Anastasiadis’in pozisyonu?
Doğalgazı Kıbrıs müzakere sürecinden ayırıyor, kendi “devletinin egemen hakkından” dem vuruyor, Crans Montana’da ortaya çıkan çerçeveye sahip çıkıyor, liderler arası müzakereler evet diyor.
Dışarıdan bakıldığında liderler arasında ciddi bir görüş ayrılığı olduğunu görmek güç değil.
Peki onları bu pozisyona iten nedir?
Mesela Akıncı’nın ucu açık müzakereleri reddetmesinin sebebi nedir?
Bunun toplumda yansıması nedir?
Ya da şöyle soralım, sık sık tekrarladığı “yol ayrımı” dayatmasının arkasında yatan ne olabilir?
Aba altından sopa göstererek, Kıbrıslı Rumları atfen kuzeyi Türkiyelileştirme tehdidi değil mi bu?
Zeytin dalı, beyaz güvercinler ve barış kahramanı figürü ile seçime giren Akıncı’ya toplumu yol ayrımına, ya da federal çözümden başka bir yöne çekme hakkını kim vermiştir?
Mustafa Akıncı’ya destek veren her bir federalistin şimdi başını ellerinin arasına alarak düşünmesinin zamandır.
Bizler (ki ben vermedim) Mustafa Akıncı’ya oy verirken bizi yol ayrımına taşısın diye mi verdik?
Kıbrıs sorununu sadece onun insafına mı bıraktık?
Böyle bir tutum içine gireceği çok belliyken BM çerçevesindeki yemekli buluşmayı da gerginlik siyaseti içine çekmesinden memnun muyuz?
Daha ne kadar izleyeceğiz onu?
Eğer bir yol ayrımındaysak kendisine artık yeter, yapamıyorsan bırak deme zamanı gelmedi mi?
Ona hiç inanmadım, beni yanıltmadı, vicdanım rahat…
O nedenle diyorum ki; yeter, yeter, yapamıyorsan çekil, istifa et!