KAYMAKLI’DAN HATIRALAR...
DR. HALE EREL
Arabadayız, annemin kucağında oturuyorum, bir yere gitmeye çalışıyoruz ama gidemiyoruz, engelleniyoruz. Arabanın etrafında elinde uzun silahlar olan adamlar var. Kaçmak istiyoruz olmuyor. Yüzümüze dönmüş silahlar var, birileri bağırıyor, anlamıyorum. Babam konuşmuyor, kızları var oğulları var kafasını sallıyor yüzü kızarmış sadece, ama sessiz. Biraz daha gidebilseydik keşke o zaman Türk sınırına gelmiş olacaktık, kurtulacaktık, REGİS fabrikası uzaktan görünüyor. Kaçıyoruz, ama evimizden neden kaçıyoruz anlamıyorum. Arabanın önünü kesmiş askerler. Hepsinin uzamış sakalları var sigara var bazısının elinde; sonra bize uzak olmayan bir başka yanda bir karmaşa başlıyor, dikkatler bizim üzerimizden o yana kayıyor, arabanın önü açık artık, uzakta yerde yatan cansız erkek bedenini görüyorum korkuyorum hem de çok korkuyorum. Üstünde sadece pantolonu var bir de çıplak sırtında gezinen postallar var, cansız bedeni eziyor postallar. 4 adet postal ikisi başının üstünde geziniyor diğerleri sırtında geziniyor . İlk ben görüyorum, annem yüzümü kapatmaya çalışıyor babam “Geri dönelim” diyor. ''Ruso'' diyor babam, kim olduğunu bilmiyorum. Araba çok kalabalık, ama ölüm sessizliği var kimse konuşmuyor. Annem geri dönelim diyor, geri dönüyoruz.
Başarısızlıkla o gün tanışıyorum, bir daha başarısızlık olmayacak hayatımda diyorum. Eve geri dönüyoruz. Kaçamıyoruz bu esaretten. İçeri giriyoruz beni yine masanın altına gönderiyor annem. Çok geçmiyor kapı kırılacak gibi dışarıdan yumruklanıyor. Babam kapıyı acıyor, biz bir avuç çocuk masanın altına saklanıyoruz, ellerinde silahlarla içeriye sayısız asker giriyor. Sağa sola koşuşturuyor. Bizim evde çok çocuk var kadınlar var, abiler var, ablalar var ve babalar.
Etrafta postallar geziniyor ben masanın altından sadece postalları görüyorum, kafamı çıkarıp baktığımda bir de silahları ve namluları. Bağırıyorlar babama, annem yarısı Rumca yarısı Türkçe konuşuyor anlatmaya çalışıyor silahımız olmadığını ve çocukların çok korktuğunu. Yukarıya çıkıyorlar. Odalarda postal sesi, anlamadığım insan sesine karışıyor. Siyah paltosu ile bir adam geliyor, omzunda bir tüfek ellerinde tabancalar uzun paltosu uzun sakalıyla ve o kan çanağına dönmüş gözleriyle babamın karşısına dikiliyor. ''Bir daha yapma'' diyor, “kaçmaya çalışma”. Bazıları Türkçe bazıları Rumca sözcükler. Babamın omzundan tutuyor, itiyor kanepenin üstüne.
Toparlanıp gidiyorlar; gidiyorlar ama kokuları ve korkuları kalıyor geriye. ''Samson'du'' diyor babam, tek kelime ile herkes anlıyor ne demek istediğini, ben çok küçüğüm galiba, anlamıyorum bu sözcüğün sihirini. “Buradan hemen kaçmalıyız yoksa bunlar bizi öldürecekler.'' Bir daha giriyoruz arabaların içine. Kaçmamız gerekli, gitmeliyiz bir daha dönmemeliyiz. Kısa sürüyor bu serüven de, yolu kesmişler silahlı adamlar. Bizi bir daha durduruyorlar, o kadar çok silah var ki çevremizde. Bağırıyorlar, silahlar vücudumuza dönmüş. Tiyatro gibi sanki, herkes ellerini kaldırıyor, kollar havada. Ben neden kollarını kaldırdıklarını anlamıyorum. Kollarım yanımda ve bana doğru yürüyen bir asker var karşımda. Bağırıyor bana anlamadığım bir lisanda, bir daha bağırıyor, ben ağlamak istiyorum ama karşıma bakıyorum iki göz benim gözlerimle karşılaşıyor kolları yukarıda gülümsüyor yüzüme, ben de gülümsüyorum abimin yüzüne bana verdiği cesaret için.
DEVAM EDECEK