Buz tutmuş bir camdan dışarı bakıyorum.
Dışarısı da bana bakıyor haliyle.
Orada oturan, büyük ağacın altındaki adamı izliyorum, boşluğa bakıyor, içinden hangi trenler geçiyor kim bilir, kaç özlem, kaç pişmanlık, kaç yanılgı veya yenilgi...
Kanımda birkaç kemik var, suyun içinde birkaç damar, gönlümün içinde birkaç nefes, var. Camdan bakınca adamda da bunu görüyorum. Sonra dağlardaki şu boşluk içimi deliyor, uzanıp dağa bişeyler soruyorum.
Çok yoksulsun, sağın solun yara bere içinde, kim yaptı, nerelerini kestiler, yonttular, biçtiler öyle? Dağ tok tok bir sesle cevap verdi, buralarda beni yabancı eylediler artık, ey kendini buralı sanan yabancı !
Hemen itiraz ettim. Ben yabancı değilim. Şu Arasta’da kaç kez koştum, Mesarya’da ekin biçtim, köyümde zeytin topladım, Baf’ta Afroditle yıkandım, ilkokulda bu topraktan atılan taşı yedim kafama, öğretmenim “ülkemizin yedi coğrafi bölgesi var” dediğinde itiraz ettim, Ayluga’nın sokaklarında pirilli oynadım, daha sayayım mı?
Dağ, düşündü düşündü senin halin yaman, ben en iyisi ağaçlara sorayım dedi. Dağın taşı toprağı toplanmış, demişler ki gelincikler, nergisler ve papatyalar cevap vermeyecek onlar akıl karıştırır, ona göre. Ağaçlar peki demişler.
Ağaçlara sormuşlar, kaç mevsim yeşile kesersin, kaç bahar, ne kadar renk verirsin, meyvelerin kaç karın doyurur kış vakti, düşünün bize öyle söyleyin demişler. Ağaçlar toplanmışlar, uzun uzun düşünmüşler, hatırlamışlar sonra, baltaların indiğini zamanla köklerine, dallarının kırıldığını, köklerine boyaların atıldığını, bayraklar çizildiğini. Bazen de harfler yazmışlar işte, bazılarını patlatmışlar, güm güm diye, çocuklar korkmuş da büyüklere bişey olmamış, öyle öyle zamanla gitmiş ağaçlar. Dağ hüzünbaz bir bakış attı bunları duyunca, sustum ben de.
Dağların ve taşların ve de ağaçların yitip gittiğine ben şahidim.
Şu Akdeniz’in ne güzel suyu vardır, berrak, sakin, Ege gibi olmasa da. Yazarın deniz o kadar sakindi ki, karıncalar koşturup koşturup su içerdi kıyılarından dediği, ada kıyısındaki gibi değil hani, biraz daha dalgalı, tuzlu, zaman zaman. Suriye kıyılarından bırakılan tabutların, güvertelerden atılan insanların, ya da kumlu kıyılara ayak basan cesetlerin tuzu gibi, insan tuzu, savaş belası. Gördüm o insanları bilirim, morgta, öylesine uzanmışlardı, huzurlu muydular bilemem, ben buna da şahidim.
Bir ağıt yakılır Baf’tan, Leymosun’dan, Ayvasıl ya da Muratağa’dan...Oralarda da nice insanın bedeni gömülüdür. Savaş vardı eskiden, insanlar birbirlerini vurmuşlar, eli silahlılar masumları, masumlar da acılarıyla bizleri, tarihimizi vurmuşlar, şimdi oturup masaya şu senin bu benim yazıyoruz. Papatya falı gibi, sen Türksün, sen Rumsun, ortada Kıbrıslı kalmamış. Ha bire paylaşıyorlar, kimliklerinden arta kalan bişey varsa, mumlu mühürlü kağıtlar alıp oraya da biz sığınacağız. Ben bu tarihin çıkmaz sokaklarında kaybolan gençlerdenim, şahidim.
Adama baktığında sanki tunçtan yapılmış, dört köşesi har gür, gün gelsin lider olacakmış, silaha tapan sevdalı, vallahi vermez, yemin olsun dönmez, bir numara köşebaşı, on numara kaleağası, liberal desen değil, muhafazakâr desen o da değil, ortada köpeksiz köyün değneği. Ben buralarda vicdandan sıyrılmış ağzı laf yapan bedenler de tanıdım, siyasi diye çala kalem dolaşıyorlar, şahidim.
Düzdüğü methiyelere kaç tane tecrit, kaç tane göç, kan tane kurşun sığar bilinmez. Kurdukları zoraki düzeni, kuklalarla idare eden statükocuların ağzına kaç parmak bal çaldığı da bilinmez, balı bile çalmıştır o bilinir de, haber yoktur hiçbirinden henüz o kadar şirket, o kadar kurum batıranlardan. Biliriz işte, kurum kuruma kravat takıp gezerler. Ben o kravatların bu toprakta kendilerini sistemin tasması yaptığı insanlar bilirim, vallahi şahidim.
Bak yemin ettim. Tutmazsa mahkemeye verirsin, sürüm sürüm süründürürsün. Bu ağaçsız dağlar, tuzlu insan kokulu deniz, içinde ölü canlar taşıyan toprak, o topraktakileri her gün hamasetle evire çevire yiyip içen devletlilerin soluduğu hava da benim şahidim olsun.
Bir nutuk çekmek istersen şuradan başla:
Silahını kuşan, kravatını kemer hizasına getir, dilini dışarı çıkar, güzel haki renkli gömleğini içine sok ve bağır: Ben bir mezar bekçisiyim!
Bekleye dur sen.
İstediğin mahkemeyi kur, istersen yargıcını kendin seç, cezayı da müebbete kes, sen de bilirsin bugün tuttuğun safı gün gelir tarih yazacak.
Bilirsin, en adil mahkeme tarihin mahkemesidir.
Ben o mahkemede şahidim.
Kayda alıyorum söylediklerini, ona göre cevap vereceğim. Gençleri tükettiğiniz günleri, yazdığı için, söylediği için veya vicdani reddi için cezaevinde çentik atılan defterleri, kutladığınız şaşalı insansız şölenleri, unutulmayacak bu sahte hamaset bu düşmanca sözler, söz.
Ben şahidim.