Bencilleşme çağı

Cenk Mutluyakalı

“Yapmış olmaktan gurur duyacağınız çok fazla eylem olmayabilir hayatınızda… Tersinden düşünün, yapmış olmaktan utanç duyduğunuz şeyler varsa ne olacak peki?”

Bu soruyu “Direnmek Güzeldir” adlı öyküsünde sorar Selahattin Demirtaş, “Devran”da!
Hani “en azından kendini rezil etme” der gibi.

*  *  *

İnsan kendini sınar mı sahi?
“Utanç” duyması gereken eylemlerini sıralar mı örneğin, belleğinin vitrininde sergiler mi ayıplarını…
Yüksek sesle söylemese, itiraf etmese dahi insanın her daim kendini bildiğine inanırım.
Yine de yitirdiğimiz duygulardan biridir bu, kendimizden utanmak.
Çünkü “düzene uymak” kutsallaşıyor, giderek…
Pratiğin iğrençleştiği bir yerde idealler “sözle” sınırlanıyor.
Bir anlamda “samimiyet” ölüyor, “sahicilik” toprağa veriliyor.

*  *  *

Öyle bir devran ki yaşadığımız, özgürlük ve eşitlik üzerine kurulduğuna inandığımız değerleri sorguluyoruz, en fazla…
“Benim gibi düşünüyorsan, özgürsün” diyor, kendine demokratlar…
Milliyetçiliğin köpürdüğü limanlarda, ortalığın kiri, pası, utancı ulusal bir örtünün ardına gizleniyor. Bayrak, halının yerini alıyor giderek, yalanların altına süpürüldüğü…
Yalnızlaşma mevsimindeyiz.
Yağmur değil riyakârlık yağıyor.
Kaçsak beterine tutuluyoruz, razı olsak yüreğimiz sızlıyor.


*  *  *
 

Thomas More’un 500 yıl önce kaleme aldığı ‘Ütopya’sını anımsattı Sami Özuslu…
“Başka zamanlarda yaşamış ütopyacılar olmasaydı, insanlar hâlâ mağaralarda yaşıyor olurdu, çıplak ve sersefil...”

*  *  *

Çıplaklık ve sefaletin anlamı değişiyor giderek.
İnsanlar – hele bizim gibi ülkelerde – halen mağaralarda yaşıyor aslında!
Farkında değiliz.
Bedenimiz örtülü bir “çıplaklık” içindeyiz.
İdealistlerin giderek kaybolduğu bir bencilleşme çağı bu!
‘Söz’ var sadece!
Yalanın yaşandığı yerde…

 



Bazen unutuyorum

 

Lefkoşa'da bir okulumuzun, park yerini, geceleri bir casinoya açtığını okudum. (Havadis, 31 Ocak.)
Olur mu?
Oldu!
Gündüz öğretmen araçları var, gece casino müşterileri (!)
Yarı adanın “a-be-ce”si böyle…

*  *  *
Kumar, fuhuş, sanal bahis bu ülkenin artık en önemli gelir kaynakları olarak şekillenmiştir.
Bizi bu hallere getirenler utansın, diyeceğim.
Öyle bir yol ki, çıkmak da zor, direnmek de!
Casino-bahis-konsomatristen gelen parayı Maliye'nin kasasından geri alırsanız, size "maaşlar ödenemez" derler.
Reel tablo da böyledir.
Bu ülkede hükümetlerin varlık sebebi de "maaşları ödeyebilmek" olduğuna göre siz anlayınız dalgayı!
Uçurumun kıyısına getirmişler, “ya düşersin ya da burada beklersin” gibi bir seçenek bu.
 

*  *  *

Hâlbuki çokça savunmuştum.
Ciddi bir trafik sorunumuz var ve okulların, dairelerin, bakanlıkların yani kamusal alanların, günün belirli saatlerinde oto parklara dönüştürülmesini doğru buluyorum.
Elbette "kumarhanelerin" emrine verilerek değil!
Halka açılarak demiştim.
Esnafın hayatını kolaylaştırmak için istemiştim bunu!
Çünkü günün uzun saatlerinde hem okullar, hem kamu kurumları, kapıları kilitli, öylece duruyorlar.
"Eğer açarsak kırarlar, dökerler" lafları ediliyor.
O kameralar ne işe yarıyor o zaman?
İnsanların "hayatlarını" dikizlemek için mi?
Kim ki kırar, döker, zarar verirse, cezasını da çeker.
Bir daha da kırmaz, dökmez.

*  *  *

“Topluma açılsın, hayatı kolaylaştırsın, bu ülkenin alanlarını çok daha verimli kullanalım” derken...
Hiç aklıma gelmemişti doğrusu, okul müdürü eliyle, bir okulun park alanının, bir kumarhanenin hizmetine verileceğini...
E ne güzel okul da para kazanacak” gibi bir yaklaşım gelmemişti aklıma, değer yargılarının her koşulda “satın alınabildiğini” düşünmediğimden…
Bazen unutuyorum, "burası KKTC" diye!



Bir yerlerden!

Başbakan Tatar’ı dinliyorum, ‘Vizyon 2035’te konuşuyor.
Ekonomiyi anlatıyor.
Bir ara dedi ki, “Bizim insanımız işini bilir, parayı bulur, bu kadar ithalat varsa, para da vardır, işçisi memuru bir yerden parayı buluyor…”
Bu mealde…
Öyle!
Halk işini biliyor da…
Sanırım bilmeyen, yönetenler…
Üstelik anlamadıkları şu, para var ama ne kadar borç, ne kadar kredi, bu görülmüyor!
Ah bir de “yoksulluğun” mahallesine uğrasa, Başbakan!


 


 

Ölüme yol

Trafik yol güvenliğine dair onca acı deneyime rağmen nasıl bir eylem bu? Ölmeye yol istiyorlar adeta! Ölmeye ve öldürmeye! Nerede görülmüş bölünmüş ve çift şeritli ana yoldan, bunca tali yol talebi? “Yonca kavşağı” isteniyor da bu talep ne kadar gerçekçi peki? Girne Boğaz kavşağı dahi trafik yol güvenliği anlamında tartışılırken...

*  *  *

İlk iş, siyasi kepazelikle ana yola doğrudan çıkış izni verilen benzin istasyonlarına dahi süre tanımak ve bu ölüm tuzaklarına çözüm üretmek olmalıdır. Ya servis yolu yaratılacak güvenli, ya kapatılacak! Yok ki yeni ucubeler yaratmak.

*  *  *

Büyük bir ülkede yaşasalar evlerinden işlerine birkaç saatlik yolculuk ve birkaç farklı araçla gidecek insanlar, nerede olursa olsun “en kısa yoldan” kendi rahatını düşlüyor.

“Site var da köy yollarında dolanıyoruz” diyorlar. Nolmuş peki? Dünya kadar insan da köyden şehre gidiyor her gün...

*  *  *

Asıl eylem sebebi başka kanımca: Seçim var!

Çünkü seçim dönemleri, bağıranın her istediğini kopardığı zamanlardır.

Biliyorlar!

Bu ülke o nedenle bu haldedir.