Bazı kelimelerin bir başka dilde tam bir karşılığı olmuyor. Çeviri yapanlar çok iyi bilirler bunu. Hangi kelimeyi koysan diğer dildeki anlam genişliğine ulaşamazsın. Kullandığımız diller hayatlarımıza, düşünme sistematiklerimize yön veriyor oysa. Diller capcanlı ve dinamikler. Değişen hayata karşılıklar bulmak için yeni kelimelere ihtiyacımız var. Farklı kültürler birbirlerinden kelimeler almışlar tarih boyunca. Ödünç alınan kelime ödünç alan dilin yapısına uymak için biçim değiştirmiş sonra tarihin bir döneminde yeni şekliyle ödünç alınan dile farklı bir ayrıntı içererek geri dönebilmiş. Kelimelerin yolculuğunu incelemek bu bölünmüş dünyada bir barış ve kardeşlik hissi veriyor bana.
Kelime dağarcığımız ne kadar genişse dünya algımız, içsel serüvenimiz de o kadar engin. Daha fazla kelimeleri olanlar daha derin ve sofistike düşünebiliyor diyebiliriz. Farklı diller bilmek de yepyeni boyutlar katabiliyor insanın hayatına. Farklı dillerden önce kendi anadilini iyi bilmek oldukça önemli ama. Gündelik iletişim için 500 kelime yeterli ama hayat bu kelimelerin ötesinde.
70’li yılların sonunda ODTÜ sosyolojide okurken Althusser hayranı hocalarımız vardı. Fransız düşünür Althusser’in Türkçe ’ye de çevrilen Devletin İdeolojik Aygıtları kitabı çok gözdeydi o günlerde. Devletin çeşitli kurumlar aracılığıyla yurttaşların düşüncelerine nasıl yön verdiğinden söz ediyordu. Bazı kitaplar sadece bir ip ucu sunar sana. Heyecan vericidir bu. Sonra sen o ipin ucunu tutup kendi ülkenin gerçeklerine yol alırsın. Kendi ülkendeki mutsuzlukların kökenlerini araştırmaya başlarsın.
Bugün çeşitli kuşaklarla ilgili X,Y,Z kuşağı kategorilerinde analizler yapılıyor ya; çok okuyan, çok düşünen, çok sorumluluk duyan kendi kuşağımın bugünkü yenilmiş hali içime dokunuyor. Dünyayı değiştirmek için kendi özel hayatını feda etmiş bu kuşak düş kırıklıkları içinde biraz geri çekilse de içindeki ateşleri söndüremiyor. Değişimin hızına ayak uyduranlar inceden kendi manifestolarını oluşturmaya çalışıyorlar. Bu kuşağın aklı hep daha iyi bir dünyaya nasıl ulaşırız diye çalışıyor. Kendi ülkelerinin bataklıklarında çırpınsalar da bütünsel bir dünya algısıyla hareket ediyorlar. Yaş ilerledikçe bunca zaman fedakârlık yaptık biraz da kendimize bakalım, baskıyla, zulüm görerek geçirdiğimiz zamanların acısını çıkaralım diyorlar elbet de bir deniz kıyısında bile bu dünyanın hali ne olacak, ne yapılabilir gibi cümleler geçiyor kafalarından. Bir motoru kendi başlarına maviliklere sürmekten asla hoşnut değiller. Onlar motorların hep birlikte maviliklere sürüleceği günlerin hayalindeler hala.
Kendi etnik kimliğini ve dilini başaklarınkinden üstün görüp kutsallık atfedenler fena halde geriyor beni. Buna tepki olarak bir ret psikolojisine girip etnik kimlik ve dili küçümsemeye geçenler var ki bu da son derece rahatsız edici. Farklı dilleri bilmeyip farklı kültürleri tanımayanlar kendi dil ve kültürlerini dev aynasında görüyorlar. Bunun tersi bir tutum da geçerli, öfkeyle toptan bir ret içine girmek yani. Pek çok insan kendi ailesini dünyanın en tuhaf, en sorunlu ailesi sanır ta ki başka aileleri içerden tanımaya başlayıncaya kadar.
Kendi dilin ve kültürün kendini en rahat hissettiğin güvenlik alanındır ve huzur ve mutluluktur bunun tercümesi. Senin deneyimin başkaları için de geçerlidir; onlar da kendi dil ve kültürleri içinde huzur bulurlar. Baskı altında tutulan, asimile edilmeye çalışılan, inkâr edilen, yasaklanan dil ve kültürler isyan ederler bu yüzden. Dil ve kültür senin kimliğinin temelidir ama dinamiktir bu kimlikler. Kimi insanlar farklı tarihsel sebeplerle kendi anadillerinden farklı dillerde rahat hissedebilirler kendilerini. Belki de o dillerde rüya görmektedirler. Kendi etnik kimlikleri ve farklı bir dil içindedir belki kimlik bütünlükleri.
Bütün kategoriler kısıtlayıcı ve sorunludur. “Beni kategorize etme” çok tatlı ve anlaşılır bir isyan ifadesidir. En tehlikelisi kimliklerin, dillerin, hayattaki her şeyin değişken ve dinamik olduğunu görememektir. Kutsallık ise değişimi kabul etmez. Putlara dokunamazsın, yanarsın.
Görsel: DALL-E AI