Sosyal medyada büyük ilgi gören bir reklam izlemiştim. Evin babası, mangalın önünde bir yandan kendi deyimiyle şişcikleri çevirirken bir yandan da “beni kümese kapatamazsınız” diye bağırıyordu.
Bizimkisi de o hikaye…
Kıbrıs’ta barış, adanın her iki yanında oluşmuş hakim statükolar tarafından yok edilmeye çalışılıyor. Konu bundan ibarettir. Bu statükoyu, milliyetçilik üzerinden, belli bir ekonomik çıkar ve haksız rant birlikteliği olarak tanımlayabiliriz. Ve bu haksız, adaletsiz düzenin devamı, Türkiye’nin ulusal çıkarları ile ilintilendirilerek istikrarsız bir zemin üzerinden sağlanmaktadır. Sosyal ve ekonomik bağlamda güzel kitabi lafcıklar üzerinden toplumsal mühendislik yapılmaya kalkışılsa da, her kritik aşamada, Türkiye’nin ulusal çıkarlarının üst düzeyde olduğu her aşamada, bu mühendisliğin bozulması ve yerine döneme uygun siyasi aktörlerle şekillendirilmiş bir yönetimin “görevlendirilmesi” mümkündür. Görevlendirilmesi diyorum, aynen bugünkü hükümetin görevi devraldığı gibi.
Evet, Kıbrıs Türk halkının demokratik iradesini ezerek, yok ederek görevdeki azınlık hükümetini halkın başına getirerek yapıldığı gibi… Gerçekleri konuşmaktan neden korkuyoruz ?
Daha önce de pek çok kez yapılmadı mı ?
Her sol hükümet döneminin sonu aynı olmadı mı ?
O dönemde görev yapan kadroların, kişilerin, hükümet programlarının büyük başarısızlığı sonucu mu hükümetler düşürüldü ? Öyle mi? Düşündük mü bunu, yüzleştik mi kendimizle, tartıştık mı tüm açıklığıyla?
Her sol dönem, farklı gerekçelerle aynı kaynak tarafından hükümet düşürüldü. Sağ partiler de piyon olarak kullanıldı… Halen kullanıldığı gibi…
Evet, bu ülke siyaseten kadife darbelerle yok edilmiş sol hükümetler mezarlığıdır. Bu gerçeği konuşmamız lazım. Bugün azınlık hükümetinden şikayet ediyor yerden yere vuruyoruz…halk da şikayetçi, usulsüzlük, yolsuzluk, ciddiyetsizlik, ne yaparım olurculuk had safhada…Peki ya halkın iradesi ? Mesele sayı mı sadece sanıyoruz…
Siyaset yapmak istiyoruz, ülkemizi kalkındırmak istiyoruz, ekonomik olarak geliştirmek istiyoruz, kendi giderlerimizi gelirlerimizle karşılamak istiyoruz…istiyoruz da mesele bu değil ki…Bu ülkede demokratik iradenin gerçek anlamda tecellisi izne tabii…Bunun önüne nasıl geçebileceksiniz.
Birileri bana sivri sineklerden bahsediyor, bense bataklıktan…
Kıbrıs sorununu da bu bağlamda ele alabilir…bu bağlamda değerlendirebiliriz.
Aslında Kıbrıslı Türk yöneticiler, her bağlamda Türkiye hükümetleri ile yakın ilişkide olmayı kendi doğal akışı içerisinde görmüşler, iki ülkenin kardeşliği üzerinden adımlarını atmışlardır.
Gelinen noktada çözümün olmadığı ya da çözüm hedefinin etkin olmadığı bir alanda siyaset kendi varlığını tartışmalı kılar. Çünkü demokratik irade bağımsız değildir, demokratik iradeye saygı yoktur. Halkın beklentisini siyasi iradeye dönüştürememenin adı demokrasi değildir.
Ülkeler arası saygıya ve ortak çıkara dayalı karşılıklı bağımlılık başka, iradenin yok sayılması başkadır.
Demokrasiyi anlamsızlaştıran da budur aslında.
Kıbrıs’ın güneyinde oluşan statüko da, adada kalıcı barış için büyük bir sorun. Elbette bunda AB’nin de rolü olabilir. Ancak Kıbrıslı Rum halkının, Kıbrıslı Türklerle siyasi eşitlik konusundaki tereddüdü kabul edilebilir değildir. Kıbrıs Cumhuriyeti’ni 1964 yılından itibaren tek yanlı ve tepe tepe kullanıyor. Üstelik Kıbrıslı Türklere karşı da kullanmaktan geri durmuyor. Son yirmi ayda masada yaşanan ilerlemelerin, uygulamada hayata geçememesini buna bağlıyorum. Güven artırıcı önlemler bağlamında telefon sistemini mi entegre edebildik, eğitim sistemlerimizi mi düzene sokabildik yoksa yakınlaşma programlarına mı imza atabildik? Burada egemen Kıbrıslı Rum anlayışının çok büyük rolü vardır.
* * *
Sn Türkeş’in son açıklaması elbette çok düşündürücüdür. Türkeş, "Bir kere Kıbrıs'ta bir tane Türk yaşamasa dahi Türkiye'nin Kıbrıs diye bir meselesi vardır ve bundan vazgeçmesi mümkün değildir. “ dedi.
Yani biz Garantörlükten kaynaklanan haklarımızdan dolayı orada değiliz mi diyor, Türkiye’nin Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı ?