Beni Sev, Ötekini Döv, Egemenlikciler

Ferdi Sabit Soyer

"Kendi yurdunun yıllardır kangren olmuş sorununu, karşılıklı olarak çözme iradesi göstermeyip, birinin, ötekine üstünlük sağlaması için, “yabancıların” ötekine baskı yapmasını umanların, egemenlikten söz etmeye, hiç ama hiç hakları yoktur…"

-------------

Ortalık çok karışık. Üstelikte,  bu karışık ortamda, ne yaptığını veya bir gelişmenin önünü açmak içinde, attığı adımların hesabını kitabını yapanda, çok belirgin bir şekilde gözükmüyor. Yani, “at izinin, it izine karıştığı” bir dönemde bu karmaşıklığı yaşıyoruz. Rüzgârda sürüklenen kağıt parçası gibi, bir o yana bir bu yana, yukarı, aşağıya uçuşup duruyoruz.

Görüşmeler kesildi. Kıbrıs Rum tarafı görüşmeleri askıya alan olarak ne yapacağını bence bilemiyor. Bir yandan yumuşak açıklamalar yapılıyor. “Bu adımı, görüşmeleri kesin olarak sonlandırdık şeklinde almayın, geçici bir süre tepki olarak koyduk” diyen açıklamalar yapılıyor.

Öte taraftan ise halka verilen beyanatlarda, “şantaja boyun eğilmeyeceği”, efelenmesine dayalı, kendi aruzlarına bağlı gelişmeler olmadığı sürece de, görüşmelere oturmayacaklarından söz ediyorlar.
Ayrıca, İsrail’le ortak askeri tatbikat yapıyorlar. Hatta, Kıbrıs  Rum kamu oyuna da Rusya’nın bölgede yapacağı askeri tatbikatın, kendilerini desteklemek için olduğuna dair organize haberlerle de halkını tatmin etmeye, yatıştırmaya ve onlara “ulusal” güvence vermeye çalışıyorlar.

İsrail ile ortak askeri tatbikat, daha dün, ABD Başkan Yardımcısının “Stratejik Ortak” sözü ve şimdi de Sayın Putin’le yemek yemenin eşliğinde, bir o yana, bir bu yana savrularak siyaset yaptıklarını sanıyorlar.
Kıbrıs Türk tarafı ise, görüşmelerin kesilmesine çok karşı! Başlaması için istekli. Sürekli görüşmeler başlasın diye bir devinim içinde gözüküyor. Hatta daha düne kadar, “bu görüşmeler verimsiz, onun için bitsin” diye açıklama yapanlar dahi, bugün görüşmeler başlasın çağrısı yapıyor.Ne merak bu?

“Türk Tarafı” ise meseleyi askeri gücü ile ele almak anlayışında. Yalnızca kendine güvenen bir tavırda. Böylesi bir uluslararası meselede, Doğu Akdeniz’de sınırı olan İsrail ve Mısır ile kavgalı, Lübnan’ın Güney ile MEB antlaşması yapmasına gözü kapalı. Suriye ile düşman ilişkisinde, AB ile ilişkileri, limoninin  ötesinde.

BENİ SEV, ÖTEKİNİ DÖV……

Her iki tarafın da bu krizden çıkış için beklentisi ise sorunun çözümüne dair, kendilerinin yaratıcı ortak çabasına dönük değildir., Dünyanın etkili güçlerinin, “öteki” tarafa baskı yaparak, krizden kendi lehine çıkış yolu bulmalarından medet umuyorlar.
Güneydekiler açık çağrı yapıyor. “Türkiye’ye baskı yapın ve krizi aşalım” diyor. Kuzeydekiler BM’ye mektup yolluyor ve “Güney baskı yap, krizi aşalım” diyor.

Üstelik bunu yapanlar, yani, “yabancılardan “ kendi tezlerine dönük medet umanlar, ortak çözüm olan BM Parametrelerinde Federal Çözüm için BM inisiyatifinin gelişmesi ve BM’nin Hakemlik yüklenmesini de “yabancıların” müdahalesi olarak da görenlerdir.. BM Çözüm planlarını da “yabancı plan” olarak tanımlayıp, iki tarafta lanetleyenlerdir.
Bu yüzden, “Kıbrıslı Çözüm” tezini geliştirdiler.

Sevsinler, “Kıbrıslı Çözüm” diyen Türkçe ve Yunanca konuşan ağızları. Şimdi her iki tarafta,  sırf görüşmelerin yeniden başlaması için “yabancılardan”, diğerinin üzerine, kendi lehine baskı yapmasını istiyor. Onlara, “beni sev, ötekini döv” diye çağrı yapıyorlar.. Ama kendi sorunlarını çağdaş ve Ortak Yurdu seven insanlar olarak konuşmaktan ve sıkıntıları da kendi elleri ile çözümlemekten uzak duruyorlar.

Bir de egemenlikten bahsetmiyorlar mı? İşte tam da fıttırılacak olan nokta budur. Hangi egemenlikten söz ediyorsunuz siz? Güney’in ve Kuzey’in egemenleri? Kendi yurdunun yıllardır kangren olmuş sorununu, karşılıklı olarak çözme iradesi göstermeyip, birinin, ötekine üstünlük sağlaması için, “yabancıların” ötekine baskı yapmasını umanların, egemenlikten söz etmeye, hiç ama hiç hakları yoktur…

Kendi lehine, ötekinin baskılanması için “yabancılara çağrı yapanlar. Yani, “Elin verdiği gül ile gerdeğe girme” sevdalısı olanlar, kendi evini düzenleme imkanına sahip olamaz. Baksanıza, Güneydekilere. ABD Başkan Yardımcısının Kıbrıs ziyaretinde, ” KC, ABD’nin stratejik ortağıdır” dediği için yalakalığın daniskasını yaptılar.
Sonra,  sahte umutla yarattıkları, dağlarına kar yağmaması üzerine, Rusya Devlet Başkanı Sayın Putin ile bir yemekte buluşmanın reklamını yapma ve bundan da medet umma rezaletini de yaşıyorlar. Bu ilkesizliğin adı ise “çok yönlü politika”. Yönsüzlüğün, dümensiz, denizde yol almanın en tipik örneği..

Türk tarafı ise Türkiye’nin askeri ve diplomatik gücünün arkasına saklanarak, iş yapmanın, pısırıklığında olmayı meziyet sayma noktasına saplanıp kalmış. Gaz için, bir sismik araştırma işini dahi, kendi kararları ve adımları olarak gösterme becerisi dahi üretemedi..

Bu adımın da bizzat Türkiye tarafından yapılmasını sağladılar. Böylece görünüm ne? Ortada, söz ve irade sahibi olmayan Kıbrıs Türk’ü adına, adım atmak hamiliği… Şimdi herkes, bu adım, Kıbrıs Türkleri için, haklarımız için atıldı diyor.

Ama bu adımı ne açıklayan, ne de bu konuda tavır geliştiren, hakkı korunan olmadı… Bunun siyasi, diplomatik çalışması ve bunun üzerinde yükselecek olan kendi halkına ve dünya kamuoyuna dönükte bir  iletişim yapma düşüncesi dahi olmadı.. “Vur Al” . Mantık bu .”… Koyarım” vulgarlığı ile hareket.  
Şimdi, “Türk tarafından BM’ye mektup; “gel sen bu işi hal et. Oturt Rumları masaya”. Bak sen.
Sevsinler iki tarafın “egemenlikçilerini”. Hakimiyetçi ve Ayrılıkçı, Egemenlik fetişizmi ile Ortak Egemenliği iğdiş edenlerin; “ayrı” ulusal söylemler eşliğinde yaptıkları  egemenlik söyleminin,  içinin, ne kadar boş olduğu böylece ortaya çıkıyor.

Ama bunlar yine de başardılar. AB Haber Ajansında Güneyde yayınlanan bir anketin sonuçlarını okudum. Kıbrıs Rum toplumunun bu ankete göre,  büyük çoğunluğu, görüşmelerin yeniden başlamasına karşı. Önemli bir çoğunluk, Kıbrıslı Türklere karşı da tedbir alınmasından yana. Yani bunlar Kıbrıs Rum halkını geçici olarak yeniden zehirlemeyi başardılar.

Kuzey’de ise, “ Kıbrıs sorunu çözülmeden sorunlarımız çözülmez” tezinin şampiyonları dahi görüşme sürecinin yerlerde süründüğü bu aşamada, bu konuda söz ve girişim üretme yerine, Maliye Bakanlığını basmakla ve iç siyasette sorunu yaratanlar ve bunları çıkmaza sokanların oluşturduğu, ortama taş taşımakla meşgul.

Peki biz? UBP’nin ve Derviş Eroğlu’nun yarattığı temel sıkıntıları, KTHY, “Göç Yasası” gibi konuları adalet ve toplumsal ekonomik gerçekler temelinde nasıl çözeceğiz? Evet, yük yaratmadan, ama adaletsizliğin de sürmeyeceği şekilde bunu nasıl çözeceğiz? Bunda düşünce ve eylem üretmediğimiz zaman, Eroğlu’nun görüşmelerin kesildiği bu aşamada, gündeme taşıdığı “erken seçim” söylemi eşliğinde, bilin ki Kıbrıs sorunun, farklı bir düzeleme taşınması amacını taşıyanların, yol döşemesine zemin sağlamış olacağız.

Evet ortalık karışık, ama yeter ki bizim kafalarımız karışık olmasın. Bunun temeli de toplumsal gailelerin önde olduğu, şahsi ve grupçu anlayışların öne çıkmadığı ve herkesin aklına ve düşüncesine dönük olarak yüzünüzü, toplumsal sorunların çözümüne dönük, yaratıcı düşünce üretmek ve eylem içinde, içten bir şekilde dönmenizdir.