Emilia Mastri Hristoforidu
Her zaman eve döneceğim günü hayal etmiştim…
Yaya olarak Aşağı Derinya’dan geçecektim, şimdi yaşadığım yer olan te Larnaka’dan oraya kadar yürüyecektim – yıllar evvel kendime vermis olduğum sözü tutacaktım.
Yalnız olmayacaktım, yanımda pek çok insan olacaktı, benim gibi yorgun ama mutlu… Evimize dönüyor olacaktık, sonsuze dek evimize dönmüş olacaktık ve yorgunluk önemli olmayacaktı.
Tüm o yıllar boyunca bunun düşünü kurdum oysa gerçeğin benim için önüme koyacaklarına, hiçbir şey beni hazırlayamazdı…
46 yıl sonra evime döndüğüm ve bir çocuk olarak yürüdüğüm sokaklarda yürüdüğümde, hiçbir şey beni hissettiğim o dayanılmaz acıya hazırlayamazdı, bir türlü azalmayan o acıya…Düşündüğüm gibi kurtarıcı bir yürüyüş değildi bu, mutluluk da duymuyordum…
Kalbim yalnızca acı ve ızdırapla doluydu…
Sonsuza kadar orada kalmak üzere dönmemiştim evime, önceden düzenlenmiş kısa bir süre için bir barikattan bir ziyaretçi olarak geri dönmüştüm buraya…
Bu koşullar altında şehrimi ziyaret etme kararından önce pek çok uykusuz gece geçirmiştim, kendi içimde çok mücadele etmiştim
Ancak geri duramazdım. Kalbimi kapatıp buraya gitmeyi reddetmem mümkün değildi. Şehrin beni çağırdığını hissediyorum. Eğer gitmezsem, ona layık olmayanlara şehri bağışlamış olacağımı hissettim ve bunun olmasını da istemiyordum.
Ayyannis’teki eski okulumun yakınındaki barikattan geçerken bacaklarım ve ruhum çok ağır hissediyordu – onca yıl uçarak gideceğimi tahayyül etmiştim oysa öyle değildi… Bize ziyaret saatlerinin sabah saat 08.00 ile akşam saat 17.00 olduğu söylenmişti.
Hangi hakka dayanarak birisi bir başka insanın hayatına ve hatıralarına bir zaman sınırlaması getiriyordu? Hangi hakka dayanarak insanın çocukluğuna, anne-babalarımızın ve nine-dedelerimizin hatıralarına zaman sınırlaması getiriyorlardı? Tüm geçmiş kuşaklar Maraş’ı “Akdeniz’in İncisi” yapmak için mücadele etmişlerdi oysa…
Bu acı öfkeye, öfke ise hıçkırıklara dönüştü… Acım dayanılmazdı… Sanki de bir kabustaydım, o kadar çok sevdiğim, dünyada herşeyden çok sevdiğim sokaklarda yürürken sanki de bir karabasanı yaşıyordum.
Çocukluğumun “incise”, evim, arkadaşlarımın ve tanıdıklarımın evleri birer yıkıntıya dönüşmüştü, tüm binalar tümüyle soyulmuştu, tamamen boştular.
Kendi şehrimdeydim ancak sanki de bir korku filminde yer alıyordum ve bizler sanki de yan oyunculardık, anarolde bile değildik.
Ve bu saçmalıklar tiyatrosunda, ruhumdaki yaralara tuz basılıyordu, genç yerleşikler durup selfi çekiyorlardı, gülüyorlardı, yıkıntıları görünce duygusal patlamalarımızla ve bizimle alay ediyorlardı.
Aileler ellerinde sandövüçleri ve dondurmalarıyla çocuklarını yanlarına almış, sanki de bir pikniğe gider gibi sokakları dolaşıyorlardı…
Ancak en kötüsü de iyi giyimli efendilerin varlığıydı, bunların kafasında kesin bir şey vardı, ganimetler paylaşılırken, kentin hangi parçasını kapacakları vardı kafalarının içinde.
Benim şehrim, bunca yıldır benden esirgenen şehrim, kitleler için bir sirke dönüştürülmüştü, bu şehirle hiçbir zaman bir sevgi bağı olmamış ve asla olmayacak olan insanlar için bir gezintiye çıkacakları bir yere dönüştürülmüştü…
Eksik olan tek şey, girerken bilet kesilmesiydi.
Belki pek yakında bir gün, bu da olacaktır.
Artık hiçbir şey beni şaşırtmıyor.
(Maraşlı arkadaşımız Emilia Mastri Hristoforidu’dan Maraş ziyareti ardından duygularını kaleme aldı ve bize gönderdi… Biz de onun İngilizce olarak kaleme aldığı bu duygu yüklü yazısını, okurlarımız için Türkçeleştirdik. Çok teşekkürler sevgili Emilia… Duygularını paylaşıyoruz…)
(Emilia Mastri Hristoforidu’nun İngilizce makalesini Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN – 29.10.2929)
(Maraş’tan fotoğraflar: Yiannos Tumazu ile Kosta Konstanti’nin “Maraşlılar” grubundan alınmıştır).
“Küçük topal ayı…”
Vula Andoniu
Küçük topal ayı,
Kötülüğün tanığı, hıçkırıkların tanığı
Umutların tanığı
Umutların mı?
Kaç yıl oldu onlar gideli, neredeyse yarım yüzyıl…
Onları burada bekliyordum, burada, bu evin yıkılmaya başlayan duvarları arasında.
Önce boyalar döküldü, sonra duvarın koca koca parçaları…
Yakın geçmişte bir koca duvar göçtü…
Duvarlar dökülüyordu ancak duvarlar giderek daha da yükseliyordu.
Çaresizlik duvarları…
Benim çaresizliğim ve onların çaresizliği…
Onları gördüm, sokaklarda boş gözlerle dolaşıyorlardı.
Kalp atışlarını duydum
Gözlerindeki acıyı gördüm, tutunmaya çalışmalarını. Dayanmaya çalışmalarını…
Gördüklerine dayanmaya çalışmalarını…
Ben bir gün geri gelecek olan o küçük kızı bekliyordum, bir gün gelecek, bana hayranlıkla bakacak ve geçmişte yaptığı gibi beni kucaklayacaktı!...
O “Geçmişte” o kadar uzun sürdü ki.
Korkarım ki (oyuncak ayıcıklar da korkar) buraya en son gelecek olanlar beni kapıp haşin biçimde çöpe atacaklar…
Kaba bir el kapacak beni ve çöpe atacak.
Biliyor musun, bunu yapmaları gerekmez
Ama aynı şeyi ruhlara da yaptılar…
Durup da bir ayıcığı mı düşünecekler?
(Fotoğraflar: Maraşlı Aleksis Hacısotiriu tarafından çekilmiştir.)
(İngilizce’den Türkçe’ye çeviren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN – 29.10.2020)
PAZARTESİ DEVAM EDECEK